Bir çağın Hamlet’leri: Eylemsizler

Abdurrahman AYDIN yazdı —

Kinizm ya da eylem! Bir süredir önümüzde böyle temel nitelikte bir ikilem varmış gibi görünüyor. Adı bu biçimde konulmuş olmasa da bu bağlamda beliriyor pek çok tartışma. Bu tartışmaların insanı rahatsız eden bir yanı da bulunuyor. Bir kimliğin kendi istikrarını yitirmeye başladığı endişesiyle kendisini karşı karşıya bulduğu bir rahatsızlık, bir tür tekinsizlik değil sözünü ettiğim şey. Daha ziyade, söz konusu tartışma, insanı bir ikiliğe, “ya şu ya bu” ikiliğine sıkıştırıyor. Bir tür dil ve söylem hapishanesi bu. Bu ikiliğin felsefi ve tarihsel temel ve kökenlerine damgasını basmış olan şey de etik tartışmaları olduğu için, en nihayetinde, günümüzdeki tartışmalar da bir ahlaki harita içerisinde cereyan ediyor. Söz konusu ikilik, kinizm (ya da dilerseniz sinizm) ile ahlaksal bir normativiteden başka bir seçenek yokmuş gibi belirdiği için, doğrusu, insanın bu ahlaksal biçimler karşısında kinikleşesi de gelmiyor değil hani. Kinizmden çıkışın tek yolu bir ahlaksal biçim önermekten mi geçmektedir gerçekten? Kinizmden çıkmanın tek yolu bir ‘biz’ önermek ve bu ‘bizi’ de ahlaki nitelikli bir yasaya mı bağlamaktır? Çeşitli ikiliklerin birtakım hiyerarşileri sürdürmeye ve bunları temele alarak yenilerini inşa etmeye hizmet ettiğinin berrak bir örneğini önümüze koyuyor bu sorular. Çünkü bir ‘biz’ inşasına yönelmiş herkes o ‘bizin’ kurucu istisnası olmayı, dolayısıyla da o bizin egemen iktidarı olmayı arzuluyor demektir.

Belki de bu iktidar arzusunun bir ayak oyunu ile karşı karşıyayızdır. Öyle bir ayak oyunu ki, kendi konumunun tek alternatifi, tek muadili olarak ‘kinizme’ işaret etmek yoluyla, muhatabını “ya ahlaklı ya da kinik” olacağı bir duruma sıkıştırıyor. Elbette bunun bir başka sakıncası da kendisinin nasıl biri olduğunu tartmaya başlayan insanın bütün eylem potansiyellerini yitirmeye başlaması. Ahlakçı konumun cenderesine sıkışan kişi, ne yapmakta (veya yapmamakta) olduğuyla değil, nasıl biri olduğuyla ilgilenmeye başlar; eylemsellikten uzaklaşır. Kinizm karşıtlığı iddiasıyla ortaya çıkan ahlakçılık, en nihayetinde kinizmin hizmetindedir ve tam da kendi kinik karakterini gözlerden saklamak için “kinizm & ahlak” ikiliğine gereksinim duymakta ve bu ikiliği devreye sokmaktadır. Kinizme direnmenin yolu bu türlü bir ahlakçılığa –yani en nihayetinde özeleştiri vermek yerine bir tür suç dağıtan bir ilahi yargılar verebilir olma konumuna–  da direnmekten geçiyor. Birini diğerine tercih etmek değil, bu ‘yapıyı’ kökten işlemez kılmak…

Gerçek özeleştirinin kapısını açan soru, biraz da insanın kendi arzusunu sorgulaması sorusudur. Yani kişinin kendisine “Ben ne istiyorum?” sorusunu sorabilmesi ya da madem bir eylem-eylemsizlik tartışmasından söz ediyoruz, “Bütün bunları yapıp ediyorum, ama gerçekte ne istiyorum?” sorusunu sorabilmesi, sahih bir özeleştirinin kapısını açacaktır. Çağdaş kölelik koşullarından çıkışın yolu biraz da insanın başkasının arzuları lehine kendi arzularından feragat etmemesinden geçiyor.

Kendi arzusunun yolunu kaybetmiş olan bir insanın durumunu öyle zannediyorum Shakespeare’den daha iyi betimleyen biri olmadı. “Olmak ya da olmamak” diye ünleyen Hamlet’tir kendi arzusunun yörüngesini kaybeden insan. Öyle ki eylemde bulunabilmek için Norveç Prensi Fortinbras’tan ödünç alır arzusunu; onu taklit eder. Üstelik mutlak taklidin imkânsız oluşu nedeniyle eksik bir taklittir bu ve Hamlet eyleme geçtiğinde, yani bir kılıç müsabakasını kabul ettiğinde bile, eylemi tertipleyenler başkalarıdır. Ödünç arzuyla girdiği eylem hiçbir sonuç getirmez; kendisi dâhil herkes ölür bu defa da. Öyle ki kendi arzusunun başarısızlığı içerisinde olan –arzulayıp da başarısız olan değil, bizzat arzusunda başarısız olan– Hamlet’in adeta kendi yıkımıyla bir randevusu vardır; şaşmaz bir randevu. Bu türlü bir arzu hiçbir yere varmaz; kesin yıkımdan başka. Kesin yıkımdan zevk alanları, ancak başkalarına psişik düzeyde saldırılarla zevklenebilenleri boş veriniz; kendileriyle kavga etmeye bile değmez.

Hamlet’in arzusunun Öteki öznenin arzusuna bağımlılığı, ötekilerin de Hamlet’le birlikte ya da tersinden Hamlet’in de ötekilerle birlikte yok olmak zorunda olduğunu söyler bize. Shakespeare bunu anlatabilmek için karakterlerinin hepsini öldürür; fakat anlatmak istediği şey öznenin simgesel ölümüdür. Hamlet, kendi arzusundan düşmüş, bu nedenle ancak başkaları aracılığıyla arzulayabilir insanın modelini vermektedir bizlere. Bu model, söz konusu ‘düşmenin’ Hamlet’in eyleme geçmeye yönelik hevesini nasıl zayıflattığını tahayyül etmemizi sağlar. Yapmayı geciktirdiği eylem nedeniyle, bu gecikme nedeniyle kendi iradesi bakımından daimi bir yetersizlik duygusu içerisine sürüklenir Hamlet.

Kinizm-ahlakçılık ikileminden çıkmanın bir yolu da belki, tam olarak bu ikilemin tesis olduğu tarihsel momente, yani insanlığın ilk modernleşme adımlarını attığı momente bakmaktan geçiyordur. Bunun siyasal teorideki büyük haritacısı Machiavelli ise insanın ruhsal yapısı hususundaki büyük haritacısı da Shakespeare sanıyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.