Klasik düşünce, Schmitt, Muharipler

Abdurrahman AYDIN yazdı —

  • İster sosyal bilim söz konusu olsun ister sayısal bilimler, bilimin dili “Henüz bilmiyoruz” dilidir. Bu henüz bilmeme hali devindirir bilimi.

Klasik düşünce klasik ayrımlar yapma sanatıdır biraz da. Carl Schmitt bu nedenle, modern siyaset teorisinin kalbine ‘klasik ayrımları’ yeniden yerleştirdiği için siyaset teorisinin son büyük klasik düşünürü olarak görülür mesela. Fakat metinleri iyi incelendiğinde Spinozacı siyaset teorisi ile Hobbesçu siyaset teorisinin Schmitt’in siyaset ve hukuk teorisi içinde nasıl bir gerilim halinde olduğu da görülür. Yani siyasal alanı fiziksel gücün terimleriyle ya da sözleşmenin terimleriyle ele almak biçimindeki bir gerilim kök salmıştır onun teorisine. Ya da hukuk ile egemenlik arasındaki gerilim…
Schmitt’in yaptığı en temel ayrım dost-düşman ayrımıydı. Modern egemen-devlet formunun ortaya çıkışıyla ilgili olarak yapıyordu bunu. Kimin dost, kimin düşman olduğuna öyle herkes karar veremezdi – ilginçtir, özellikle de liberaller ve liberal eğilimleri güçlü olan sosyalistler (örneğin Chantal Mouffe) bir hayli yanlış anlıyorlar bu konuda Schmitt’i; çünkü aslında kararını veremeyecekleri bir konuda kişisel bir karar verebilir durumda olmak istiyorlar. Yani Schmitt’in çoktan siyasal kararın dışına atmış olduğu liberal-özerk özneyi kendi kişiliklerinde muhafaza etmek istiyorlar ve bu da ya bile isteye çarpıtmaya ya da fena halde yanlış anlamaya yol açıyor. Sanıyorum, her şey dönüp dolaşıp kendi ‘benlikleriyle’ ilişkiliymiş gibi bir hal aldığı için, kendi benliklerini yeniden öne sürebilmek için her türlü siyaset teorisini yeniden ‘ahlakileştirmek’ eğiliminde oluyorlar. Tuhaf bir masumiyet ve bunun deklare edilmesi arayışı… Ama olur-olmaz konumlardan kimin dost kimin düşman olduğuna işaret ederek, yani bunu ortak(laşan) bir akıl yürütmeyle değil de başkalarını yargılayabilmek üzere ahlaki bir ölçüt olarak devreye sokan bir kişi de aynı liberal öznellik konumunu, ama bu defa kendini var etmek için değil de örtük bir egemenlik talebiyle öne sürmüş olur. Derinlerde bir yerlerde egemenlik talep eden bu ‘liberal kişilikle’ hesaplaşmak da kendi borçlarıdır.
Schmitt’in ayrımı kendisiyle ve başkalarıyla çok uğraşan bir takıntılı kişiliğin geliştirdiği psikolojik bir çözümlemeye dayanmıyordu. Çatışmanın ve savaşın siyasal bir kavramsallaştırmasına dayanıyordu. Muharip figürün hukuksal statüsü ve savaşma pratiği üzerinden toprakla kurduğu ilişkiye eğiliyordu Schmitt. Savaşın bir düello halini aldığı erken modern dönem savaşlarından yüzer-gezer bir savaşçı olarak gerilla figürünün ortaya çıkışına dek… Uluslararası kamu hukukunun temelinde de bu ‘düello’ niteliği bulunur. Birbirleri tarafından kabul görmüş iki eşit gücün karşılaşmasıdır bu. Elbette Platon’u da hatırlamalı burada. Bu türlü bir siyasal eşitlik aritmetik bir eşitlik değil, geometrik bir eşitliktir. Yani örneğin bütün sosyal bilimciler Michio Kaku gibi büyük bir fizikçiye fizik konularında meydan okumamaları gerektiğini bilirler; ama örneğin ekmek almak için sıra bekleniyorsa artık bir büyük fizikçiyle değil, bizimle eşit haklara sahip bir ‘yurttaşla’ karşı karşıyayızdır. İlkinin ikincisiyle karışması ‘siyasalın’ altını oyar. Geometrik eşitlik / aritmetik eşitlik ayrımı yoksa siyasal eşitliği tarif edebileceğimiz bir zeminimiz de kalmaz; her şey ‘düzleşir’.
Düello tipi karşılaşma, savaş alanını sivil alanların dışına taşıdığı için çatışmayı uluslararası kamu hukukunun sınırları içine yerleştiriyordu. Bu geleneğin çıktılarından biri Cenevre Savaş Sözleşmesidir. Schmitt partizan adı verilen muharip figürle birlikte (referans noktası Lenin’dir) savaşın ‘cephesinin’ genişlediğini, her an her yerin (sokak, mahalle vs.) cephe niteliği alabilir hale geldiğini belirtir. Savaş yeniden içeriye taşınmıştır. Fakat Schmitt’e göre ‘partizan’ ile ‘gerilla’ arasındaki temel fark da partizanın her şeye rağmen konum tutarak savaşmasına karşılık gerillanın yüzer-gezer olmasıdır. Yine de Schmitt, bu yeni savaşçı tipin bütün siyasal içerimleriyle birlikte anlaşılabilmesi için henüz erken olduğunu da belirtir 70’li yıllarda yazarken. Kendi siyasal sonuçlarıyla birlikte görünür olmasını beklemek gerekmektedir ona göre.
İster sosyal bilim söz konusu olsun ister sayısal bilimler, bilimin dili “Henüz bilmiyoruz” dilidir. Bu henüz bilmeme hali devindirir bilimi. Schmitt’e de bunu söyleten tam olarak klasik düşünceden almış olduğu terbiyedir. Henüz bilmediğimiz şeyler hakkında kesin kanaatler dile getirmek, olsa olsa bu bilememe durumunun üzerine bir fantezi perdesi atmaktır.
Sahi, kendimiz de hareket halindeyken hareketli bir başka cismin hızını hangi noktayı sabitmiş gibi kabul ederek hesaplarız? İşte klasik düşüncenin bize sunduğu şey, tam olarak böylesi kerteriz noktalarıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.