Bir zirve ve  yeni bir “zırva”

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • “Demokrasi zirvesi” bana sorarsanız “demokrasiyle” filan ilgili değildir. ABD, Rusya ve Çin’e karşı yeni bir “kuşatma”ya hazırlık yapıyor. Bu, dünyayı tıpkı 2.Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi iki kutba ayırmayı ve kutuplardan birinin başına yeniden geçmeyi hedefliyor.

Amerika’da yeni bir “demokrasi zirvesi” toplanıyor. Aralık ayında yapılacak bu zirveye yüz kadar devlet katılacak.

Ancak Biden, Türkiye ve Macaristan gibi iki NATO ülkesini ve bu arada Çin ve Rusya’yı bu zirveye davet etmemiş.

Haber kesin mi, değil mi bilmiyoruz. Ama şu kesin: ABD’nin Türkiye’ye karşı izlediği politikadan demokrasi bekleyenler yine “heyecanlı”.

Biden Erdoğan’ı zirveye “çağıracak mı yoksa çağırmayacak mı?” Yeniden papatya falı açılmaya başlandı bile.

Zirvenin başlıkları “yolsuzlukla”, “insan hakları ihlaliyle”, “otoriterlikle” mücadele imiş.

Önce konuyu “eğer gerçekten Biden Erdoğan’ı bu zirveye çağırmamışsa” diye başlayarak ele alalım. Çünkü Dışişleri ve Türk lobisi şu sıralar Erdoğan’ın çağrılması için kimbilir kaç takla atıyor.

Belki “siz çağırın, Erdoğan hasta olduğu için gelmez, böylece bu krizi hep birlikte atlatırız, Erdoğan hem çağrılmış olur, hem  de zirve onsuz yapılır” diyorlardır. On büyükelçi krizinde olduğu gibi.

Her neyse… Biz çağrılmadığından hareket edeceğiz.

“Demokrasi zirvesi” bana sorarsanız “demokrasiyle” filan ilgili değildir. ABD, Rusya ve Çin’e karşı yeni bir “kuşatma”ya hazırlık yapıyor.

Bu, dünyayı tıpkı 2.Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi iki kutba ayırmayı ve kutuplardan birinin başına yeniden geçmeyi hedefliyor.

Eğer çağırılmamışsa Türkiye ve Macaristan, neredeyse Rusya ve Çin’in kopyaları olarak bu “kuşatmayı” içeriden zayıflattıkları için çağrılmamış olmalılar.

Biden Çin’e ve Rusya’ya, “ülkeniz yolsuzluk” ülkesi, “insan hakkı yok”, “rejimleriniz “otoriter” dediği anda, eğer bunu NATO adına yapıyorsa, Çin ve Rusya ona “tencere dibin kara seninki benden kara” diyecek ve Türkiye ile Macaristan’ı işaret edecek, ardından da –bu defa Stalin’den değil- “herkes kendi evinin önünü süpürsün” diyerek, İncil’den bir pasaj okuyacak.

Demek ki Biden, bir yandan Çin’e ve Rusya’ya karşı dünyayı birleştirmeye çalışırken, bir yandan da Türkiye ve Macaristan’ı da hizaya getirmeyi düşünmekte.

İşi zor: hem dünya devletlerinin arasındaki çelişkilere rağmen bu işi başaracak, hem de Türkiye’yi ve Macaristan’ı “düzeltecek.” Bu ikisi düzeltilebilirse, NATO kendi içini temizlemiş olacak ve böylece Çin ve Rusya “sen bizi bırak, kendi ailendeki diktatörlere bak” diyemeyecek.

Haydi hayırlısı…

Eğer Biden bu işi başarır ve dünya yeniden “iki kutba” ayrılırsa, Çin’e ve Rusya’ya karşı “insan hakları” merkezli bir kuşatma kampanyası başlarsa bunun sonucu ne olur?

Şu anda “üçüncü yolda” yürüyen devrimci güçler, onların öncüsü Kürt özgürlük hareketi bu “iki kutuptan” birine yanaşmak zorunda mı kalır?

Akla “soğuk savaş” dönemi geliyor olabilir. O dönemde dünya “sosyalist ve kapitalist” kutuplara ayrılmıştı.

Dünyadaki devrimci güçler, kimisi sosyalist kampı eleştirse bile, kapitalizme karşı sosyalist kutbu “çaresizlikten” değil, gönüllü olarak desteklemişlerdi. O dönemde bu, “enternasyonalist” bir görev olarak görülmüştü.

Bugün eğer yine dünya iki kutba ayrılırsa, bu tıpkı Birinci Dünya savaşı öncesine benzeyen bir duruma yol açar. Kapitalist ve emperyalist dünya iki kutup halinde karşı karşıya gelir.

Mutlaka böyle olur demiyorum elbette, ama olursa bu kutuplar, iki kapitalist kutup olacaktır.

Böyle bir durumda devrimcilerin bu iki kutuptan birine yaslanması söz konusu bile olamaz. Örneğin Birinci Dünya savaşından hemen önce kapitalist devletler iki kutba ayrıldığında, Lenin ve Rosa gibi devrimciler “üçüncü yolu” seçtiler.

Bütün ülkelerin işçilerine, patlayacak dünya savaşında kendi ülkelerinin burjuvalarına-emperyalistlerine karşı “iç savaş” çağrısı yaptılar.

Şu anda hemen hemen bütün küresel devletlerin doğrudan ve dolaylı yer aldığı “üçüncü dünya” savaşında da biz, belli belirsiz “iki kutbu” teşhis ediyoruz.

“Küreselleşme” devletler “üstü” çıkarlara neden olduğu için bu belli belirsizlik sürüyor. Örneğin Suriye’de Rusya ve ABD bir yandan çelişirken, kimi zaman Rojava’ya karşı uzlaşabiliyor.

Ancak eğer Biden Çin ve Rusya’yı kuşatma stratejisinde ilerleyebilirse, bu “belli belirsizlikler” kesinlik kazanabilir. Dünya aşağı yukarı iki kutba ayrılabilir.

Böyle bir durumda Öcalan’ın gösterdiği hedef “üçüncü yoldur”. Kürt halkı daha şimdiden bellidir ki, dünya kapitalistlerinin kendi çıkarları için birbirlerine karşı izledikleri stratejilerin oyuncağı olmayacaktır.

Bir kere bu halk “kapitalist modernitenin” her türüne karşıdır. Ancak aynı zamanda yarım asırlık mücadelesi boyunca yalnız savaşmayı değil, “diplomasiyi” de öğrenmiştir. “Etten önce kazana düşmemeyi” bilmektedir. Bugünden “ikinizden birine” ne “düşmanım”, ne de “dostum” demektedir.

Diplomasi hünerini ve caydırıcı öz savunma gücünü, Kürt halkının ve tüm Ortadoğu halklarının, dolayısı ile dünya barışının çıkarları yönünde kullanma yeteneğine sahiptir.

Hiç kuşkusuz küresel güçler arasındaki bu politik ve ideolojik "savaş", üçüncü dünya savaşının yerini almıyor.

İşin ilginç yanı “soğuk savaş” döneminde de böyleydi. İki kamp arasında soğuk savaş sürerken, Kore savaşı, Vietnam savaşı, Mısır/İsrail savaşı gibi nice savaşlar bu iki kutuptan Sosyalist kamp yıkılana kadar sürdü.

Şimdi de öyledir. Küresel güçler bir yandan ilişkilerini gerginleştiriyor, bir yandan da üçüncü dünya savaşını adım adım tırmandırıyor. Ama birbirlerine “silah” çekmiyor. Savaş ilan etmiyor. Birbirlerini izole etmeye, zayıflatmaya çalışıyor.

Bu ne demektir? Kapitalist dünya iç çelişkilerini gideremez demektir. Giderememesi ne demektir? Devrimci perspektifin ortadan kalkmayacağı demektir. Yani iyi bir şeydir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.