Çocuk hakları hikaye!

Dosya Haberleri —

.

.

  • Türkiye, 1990 yılında kabul ettiği ve 1994 yılında yürürlüğe koyduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde 17, 29 ve 30. maddelere çekince koydu. Bu maddeler azınlık çocuklarının ana dil, eğitim ve kültürel haklarını güvence altına alıyordu. Türkiye’nin bu maddelere çekince koymasının altında yatan tekçi mantık, sorunların günümüze kadar taşınmasına neden oldu.

HAVAR DERYA/WAN

 

20  Kasım 1989 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun hazırladığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye Türkiye, 1990 yılında taraf oldu ancak 1995 yılında bazı çekincelerle sözleşmeyi yürürlüğe koydu. Sözleşme; ayırım gözetmeme, çocuğun yüksek yararı, yaşama ve gelişme hakkı, katılım hakkı olmak üzere dört temel hak üzerine inşa edilmiş olsa da Türkiye’de çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda etkili ve bütünlüklü bir yasal mevzuat yok. Türkiye’de çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesinin önündeki engel ve sorunlar önemli oranda tespit edilse de çözüm her zaman yetersiz ve kısıtlı kalmıştır. Biz de kaybedilmeye çalışılan haklardan biri olan çocuk haklarını Göç-Der Eşbaşkanı Hüsnü Ürgün, Van Eğitim-Sen Eşbaşkanı Murat Atabay ve Van Barosu Çocuk Hakları Komisyon Eşbaşkanı Avukat Yusuf Polat ile görüştük.

Tarihten bugüne dünyanın birçok yerinde devam eden savaşların çocukları vurmaya devam ettiğini belirten Hüsnü Ürgün, “Bu da çocukları bazen yalnız bazen de aileleriyle beraber zulüm ve çatışmadan uzak yeni bir yaşam arayışına sürüklüyor” diyerek, ilk olarak çocuk mülteci ve göçmen sorununa dikkat çekti. Hüsnü, “Ulaştığımız verilere göre ülkeye ulaşan mülteci ve göçmen sayısı 17 milyonu aştı. Bunların yarısı çocuk olmasına rağmen gerekli hiçbir çalışma yapılmıyor, örneğin; savaş ve yoksulluk travması yaşamış çocukların rehabilite olacak yaşam alanlarının oluşturulması, gerekli psikolojik desteğin sağlanması, ana dilinde eğitim vb. destekler yok denecek kadar az” dedi.

Kürt çocukları silahlı askerlerle korkutuldu

Kendi topraklarında göçmen olan Kürt çocuklarının da tarihten bugüne silahlı askerlerle korkutularak büyüdüğünü belirten Ürgün, “1990’da zorla boşaltılan 3.400 köyden beridir benzer politikalar sistematik olarak uygulanıyor. Örneğin; Şırnak iline bağlı Güçlükonak ilçesinin Bane ve Bılbes köyleri 2 aya aşkındır güvenlik gerekçesiyle abluka altında, köye giriş çıkışlar yasak, köylü köyden çıkamadığı için bağına bahçesine gidemiyor, hayvanlarını otlatamıyor, tek seçenek ise köyden göç etmek oluyor bu da Kürt çocuklarına yaşatılan psikolojik travmanın önemli bir göstergesidir” diye belirtti.               

Çocuklar ucuz işlerde çalıştırılıyor

Son olarak mülteci ve göçmen çocukların kaçak, ucuz, işlerde çalıştırılmasına değinen Ürgün, “Devlet bakanının çıkıp ucuz işçiliğin ekonomiye faydasından söz ettiği bir yerde bunun önüne geçmek pek de mümkün olmuyor, ayrıca STK’lar arası ayrımcılık olduğu için de insanlar sistematik devşirme, sömürü ve asimilasyon politikalarına maruz bırakılarak köyden kente, kentten, metropollere oradan da Avrupa’ya göç etmek zorunda bırakılıyor. Bunun en acı örneği ise Ege sahiline vuran Alan bebeğin cesedidir” dedi.

Eğitim gerici ve siyasal

Sosyal devlet ilkesi gereği kamusal ve ücretsiz olan eğitim hakkı ve aşamalarını değerlendiren Van Eğitim-Sen Eşbaşkanı Murat Atabay ise şunları söyledi: “Laik, bilimsel ve parasız eğitim hedefi ile başlayan eğitim sistemi maalesef günümüz şartlarında ideolojik, gerici, piyasacı bir eğitim sistemine devşirilmistir. Var olan bu haliyle Türkiye’deki eğitim sisteminin kamusal olduğunu iddia edemeyiz. Bir kamu hizmeti eğitimden bahsedersek eğer toplumcu ama aynı zamanda bireyin özgürlüklerini önemseyen, çocuklara sorgulama alanı yaratan, tekçilikten uzak, ana dilinde eğitimi yasalarla güvence altına alan, cinsiyet ve tür eşitlikçi, parasız eğitim anlayışını benimseyen bir eğitim çerçevesi çizilir” diye anlattı.

Atabay, “21. yüzyılda hâlâ bunun mücadelesini yürütüyor olmamız aslında kamusal eğitimin Türkiye’de güvence altında olmadığını gösterir. 1980 sonrası ortaya konulan neoliberal politikalar ile de günümüz piyasacı eğitimin temelleri atılmış, okul öncesi eğitimden üniversite eğitimine kadar bir kamu hizmeti olarak eğitim, ücretsiz olması gereken bir sistemken, piyasalaşan eğitim ile özel okullar sayıca artmış, nitelikli eğitim anlayışı ve eğitimin eşitlik ilkesi de ortadan kalkmıştır. Piyasalaşan eğitim aynı zamanda hem gericileşmiş hem de siyasallaşmıştır” ifadelerini kullandı.

İkircikli bir yaklaşım var

Özel gereksinimli bireylerin eğitim öğretim ihtiyaçlarına da değinen Atabay, ”Özel gereksinimli bireyler, diğer bireylerden farklı olarak plan ve program noktasında daha duyarlı olunması gereken bir konudur. Türkiye, özel gereksinimli bireyler ile ilgili maalesef yeterli farkındalığı oluşmamış bir ülkedir. Hem bu bireyleri eğitime kazandırma, yaşam boyu öğrenme ihtiyaçlarını karşılama çalışmaları yürütmüyor hem de hala birçok eğitim kurumunda özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak fiziki imkânları oluşturmuyor. Bu ikircikli bir yaklaşımdır” dedi.

“Özel gereksinimli bireylerin eğitim öğretim süreci ile ilgili küçük adımlar mevcut fakat yeterli olduğu asla söylenemez” diyen Atabay atılması gereken adımları şöyle sıraladı: “Özel eğitim okulları veya okullar bünyesinde özel eğitim sınıflarının sayısı artırılmalı, özel eğitim öğretmenlerine atama önceliği sağlanmalı, gerekli olduğu takdirde pedagojik yeterliliğe sahip yardımcı personeller atanmalı ve bireyleri şiddet ve istismara karşı koruma amacıyla özel kanun ve yönetmelikler yapılmalı ve okullaşma oranı artırılmalıdır.”

Ana dilde eğitimi canavarlaştırıyorlar

Çocuk hakları kapsamında ana dilde eğitim hakkına da değinen Atabay, “ Ana dilde eğitim temel bir insani haktır, evrenseldir. Çocuk hakları kapsamında da değerlendirecek olursak her çocuk ana dilinde eğitim alma hakkına sahiptir. Türkiye’nin 1990 yılında kabul ettiği ve 1994 yılında yürürlüğe koyduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çekince koyduğu 17, 29 ve 30. maddelerde azınlık çocuklarının ana dil, eğitim ve kültürel hakları güvence altına alınıyordu. Türkiye’nin bu maddelere çekince koymasının altında yatan tekçi mantık maalesef sorunların günümüze kadar taşınmasına neden olmuştur” vurgusunda bulundu. 

 Ana dilde eğitimi canavarlaştırıp topluma bölünme gerekçesi olarak sunmanın altında da bu tekçi anlayışın yattığını belirten Atabay, “Ana dilinde eğitime ulaşamayan çocuklarda kendini ifade etmede güçlük yaşama, ders başarısının düşük olması, anlayamama ve anlaşılamama nedeniyle şiddete yönelim vb. birçok olumsuz durum ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda kendi dilini konuşamayan veya okullarda tek dille eğitim alan çocuklarda kendilerine, ailelerine ve toplumlarına yabancılaşma durumu da yaşanmaktadır” dedi.

Vakıf, cemaat ve tarikatlar!

Vakıf, cemaat ve tarikat gibi dini kurumlarda yetişen çocuklarla ilgili gözlemlere de değinen Murat Atabay, “Sayısal bir veri olarak net bir şey paylaşamamakla birlikte sayısı binleri bulan farklı farklı bu yapılarda binlerce çocuğumuz olduğunu düşünüyoruz. Kamusal eğitim anlayışının ortadan kalkması ile bağlantılı olarak türemiş bu gerici ve siyasi yapılar çocuğun üstün yararına işler yapmıyor. Bu tarz oluşumlar kayıt dışı eğitimin önünü açan aynı zamanda içerisinde ideolojik bir eğitimin yapıldığı kurumlar olarak karşımıza çıkıyor” dedi. Atabay, “Kendi ideolojileri doğrultusunda eğitmiş oldukları bireylerin, topluma verecekleri zararın boyutları çok büyük. Bu kurumlarda genellikle hiçbir pedagojik bilgi almayan, gerici anlayışlara sahip kişiler eğitim vermekte” dedi. 

Protokoller derhal son bulmalı

Bu tür yapıların çocuğa yönelik suçlar noktasında dosyaları hayli kabarık diyen Atabay, “Cinsel istismar, taciz ve tecavüz, aileye ve topluma düşman bireyler yetiştirme gibi onlarca suç sayılabilir. Özellikle son zamanlarda bu tarz kurumlar ile yapılan protokol ve sözleşmeler resmi olarak önlerini de açıyor. Eğitim, herhangi bir ideoloji, tarikat, cemaat ve vakıf eliyle yürütülebilecek veya onların saikleri ile oluşturulacak bir kurum değildir. Devletin kendi güvencesi altında ve çizgisi net olmalıdır. En küçük bir boşlukta türeyebilen bu tarz oluşumlara karşı devletin yaptırımı olmak zorundadır” dedi. Tarikat, cemaat, vakıflar ile yapılan protokoller derhal son bulmalı ve eğitim devlet güvencesine alınmalıdır diyen Atabay ailelere seslendi: “Buradan ailelere de seslenmek istiyoruz, hiçbir çocuğumuzu böylesi kurumların eline vermemeliyiz. Din eğitimi adı altında çocuklarımızı sömürmelerine olanak tanımamalıyız.”

Eğitim ve çocuk üzerinden dizayn

Son olarak evrensel çocuk hakları sözleşmeleri çerçevesinde Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerinin çözümü ve iktidarların görev ve sorumluluklarına da değinen Atabay, “Türkiye’de ve Kurdistan’da yaşayan çocuklar bilimsel, kamusal, fırsat eşitlikçi, özgürlükçü, laik, ana dilinde, toplumsal cinsiyet eşitlikçi ve tür eşitlikçi bir eğitim almalıdır. Her bir çocuğun yaşam hakkı, sağlığa ve erişime ulaşma hakkı, anadilinde eğitim hakkı, oyun hakkı, güvenlik hakkı ve dokunulmaz olma hakkı tıpkı sözleşmede olduğu gibi iç hukukla da düzenlenmelidir” dedi.

İktidarın kadın ve çocuk politikalarının ise önleyici ve koruyucu olmadığını belirten Atabay son olarak şunları aktardı:“Hem Türkiye’de hem de Kurdistan’da çocuğa ve kadına yönelik suçlarda ciddi bir artış var. Erken yaşta evlilik ve bu bağlamda çocuğun rızası gibi konular gündemleştirilerek kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu dizayn etme, çocuk işçiliğini engellememe, mülteci ve göçmen çocuklara yönelik çalışmalar yapmama, çocuğa yönelik suçlarda iyi hal vb. durumları kullanma ile cezasızlık politikaları yürütülüyor. İstanbul Sözleşmesi’den bir gecede çekilme kararı ile 6284 No’lu Yasa ve Lanzarote Sözleşmesi’ni tartışmaya açmak da iktidarın bile isteye ortaya koyduğu bir tutumdur. Çünkü iktidarın genel amacı toplumu eğitim ve çocuk üzerinden yeniden dizayn etme ama bunu yaparken kendi ideolojilerini dayatmaktır.”

Yeni travmalar yaratıyor

Van Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Adına Komisyon Eşbaşkanı Avukat Yusuf Polat, Dünya Sağlık Örgütü’nün çocuk istismarı ile ihmaline yönelik verilerini değerlendirerek, çocuklara yönelik ihmal ve istismarın küresel çapta arttığını söyledi. Türkiye’de de buna paralel olarak  çocuk istismarı ve ihmali vakıalarının her geçen yıl artma eğiliminde olduğunu ifade eden Polat, “Van ilinde ve bölge illerde çocuk istismarı vakalarının çocuk hakları alanında çalışma yapan STK’lara ve yargı mercilerine intikalinde kayda değer bir artış mevcuttur” dedi. Özellikle çocuk istismarı vakalarının niteliği ve gerçekleşme şekli itibariyle üçüncü bir kişinin şahit olamayacağı ortamlarda ve ispatı zor olan bağlamlarda gerçekleştiğini söyleyen Polat, “Bu anlamda, özelde Van ilinde ve genelde küresel çapta; istismar vakalarının yoğunluğu ve sayısı ile ilgili kısma yoğunlaşmak yerine, yoğunlaşılması gereken kısım istismara maruz kalmış çocuklara güvenli bir ortam yaratmak suretiyle maruz kaldıkları istismarı ifade etmelerinin yollarını açmak olmalıdır” şeklinde sözlerini sürdürdü. 

Van Barosu Çocuk Hakları Komisyonu olarak takip ettikleri dosyaların ekseriyetle çocukların istismarına yönelik dosyalar olduğunu söyleyen Yusuf Polat, dosyalardaki en hayati aşamanın, çocukların maruz kaldıkları istismarı üçüncü kişilere anlatması olduğunu ifade ettikten sonra çocuğun istismara maruz kaldığı öğrenildikten sonra bu durumun STK’lara veya Savcılıklara iletildiğini belirtti. 

Yaşananlar içler acı

Türk hukukunda 12-18 yaş arası suç işleyen çocuklara “suça sürüklenen çocuk” denildiğini ifade eden Polat, çocuk ceza hukukunun esas amacının cezalandırma değil, çocuğun iyileştirilmesi olduğunu söyledi. Ancak Türkiye’de bu anlayışın pratik boyutunun içler acısı bir halde olduğunu söyleyen Polat, “STK’ların ve çocuk hakları alanında faaliyet yürüten kuruluşların yaptığı araştırmalar; çocuk mahkemelerinin fiziki yapısının ve yargılamalarının çocuğa özgü yargılama prensipleri ile bağdaşmadığını ve hatta çocuk mahkemelerinin çocuklar üzerinde ikincil travmalar yarattığını göstermektedir. Çocuk ceza adalet sisteminde birincil sorun, çocuğa özgü yargılama usulünü öngören ulusal ve uluslararası düzenlemelerin pratikte yargılamayı yapan mahkemelerce yeterince bilinmemesi ve uygulanmamasıdır” dedi. 

Çocuk Eğitimevleri standartların altında

Yusuf Polat tutuklanan çocukların “Çocuk ve gençlik kapalı ceza infaz kurumları, çocuk eğitimevleri ve yetişkinlerin kapatıldığı hapishanelerde açılan çocuk koğuşlarına konuluyor. İnfaz rejimi gereği tutuklu çocuklar kapalı ceza infaz kurumlarına, hükümlü çocuklar ise çocuk eğitim evlerine konuluyor” dedi. 

Çocuk eğitimevlerinin yasal düzenlemelerde olması gereken standartların çok altında olduğunun altını çizen Polat, “Oysa ki, eğitimevlerinin fiziki şartları kapalı ceza infaz kurumlarından ve diğer hapishanelerden oldukça farklı olmak durumundadır. Çocuk eğitimevlerinde kalan çocuklar örgün öğrenimden yararlanma, mesleki eğitim kurslarına katılma veya işe girip çalışabilme, 4 ayda bir ailelerini ziyaret etme haklarından faydalandırılmak zorundadır. Fakat uygulamada Türkiye’deki çocuk eğitimevlerinin mevzuatta belirtilen standartların çok altında olduğu, çocuk ceza adalet sisteminin temeli olan ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi ile bağdaşmayan fiziki durumda oldukları, çocuk hakları alanında faaliyet gösteren bağımsız kuruluşların raporlarına yansımaktadır” diye anlattı.

İdeolojik saiklerle yaklaşılıyor

Çocuk hakları alanında çalışma yapan kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin bütün çalışmalarının merkezine “çocuğun üstün yararını” koymaları ve bu çerçevede faaliyet göstermelerinin hayati öneme sahip olduğunu söyleyen Av. Yusuf Polat, “Bu ortaklaşma sağlandığında, bu alanda çalışma yürüten kurum ve kuruluşların beraber hareket etme kabiliyetleri de artacaktır. Mevcut durumda, çocuk hakları alanında faaliyet gösteren bazı kurum ve kuruluşların ideolojik saiklerle hareket ettikleri, faaliyetler yürütürken çocuğun üstün yararının değil kendi kurum ve kuruluşlarının üstün yararını önceledikleri, çocuklar üzerinde haddinden fazla söz söyleme hakkına kendilerini ehil kabul ettikleri tarafımızca gözlenmekte olan sorunlardır. Bu sorunlu bakış açısı ve ideolojik saikler bir kenara bırakıldığında; bu alanda çalışan kurum ve sivil toplum örgütlerinin birlikte hareket etmesi, temel gaye olan ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesinin ifası mümkün hale gelecektir” dedi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.