Çürüme

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Savaş karşısında barışın sözünün gücünü çürütür ırkçılık. Tam olarak bugün görünen şey bu çürüme.

İlginç dönemlerden geçiyoruz, her şeyin ayan beyan ortada olduğu ama kimsenin tam olarak ne dediğinin belli olmadığı. Örneğin, yanı başımızda yaşanan savaş karşısında herkesin ağzında barış kelimesini duyuyoruz. Rusya’ya yaptırımlar uygulanıyor ki işgal sona ersin diye. Dahası Rusya ve Ukrayna’da güçlü bir ses yükseliyor, hükümetin suçuna ortak olmayacağını ve savaşın kendi savaşları olmadığını belirten, dayanışma örgütleyen. Ancak savaşın dışındakilerin tuhaf alerjileri ve ırkçılıklarıyla savaşı durdurma çabalarını ve savaşın dışındaki büyük teorisyenlerin, çabalardan ayırt edilemeyecek ırkçılığı açıktan veya örtük ima eden cümlelerini de görüyoruz. Savaş karşısında barışın sözünün gücünü çürütür ırkçılık. Tam olarak bugün görünen şey bu çürüme.

Dostoyevski’nin Tolstoy’un okuma listelerinden çıkarılmasından, kafeteryaların kapılarına Ruslar giremez yazılmasına kadar yükselen Rus alerjisinin, batının steril Erdoğan karşıtlığına benzetiyorum aslında. Rusya’daki güçlü barış hareketini zayıflattığı gibi, gerçek bir uluslararası dayanışmayı kurmaktan aciz, tam olarak küresel sağcılığın tüm baskı araçlarını meşrulaştıran zeminde yürüyor bu politikalar. Dahası mı? Savaş bölgelerindekilere akıl veren batı çok bilmişliğinin kibriyle görünmezleştirilen ve sessizleştirilen, kategorize edilen barış hareketleri geriye kalıyor. En tehlikeli olan ise sol, muhalif, feminist çevrelerdeki bu radikal devrimcilik adına söylenenlerin ve yapılanların aslında sağa ve sağcılığa hizmet etmesi. Hafif söyledim. İçimizdeki sağcılaşma ve muhafazakarlaşma denilebilir buna.

Öyle cümleler duymaya başladık ki yan yana yürüyeceğinizi varsaydığınız kişilerden duydukça sağın nasıl yükseldiğini ve bu kadar hoyratlaştığını bir anda anlıyorsunuz. Tanımlamaların heteronormatif ve ulus devletlerin farklılıkları piyasalaştıran, piyasalaştıramadığını ölüme mahkûm eden mekanizmasına “muhalif” ve kendine “radikal” diyenleri de nasıl araçsallaştırdığını da görmüş oluyoruz. Hatta moda ifadeyle proje falan vaat ederek değil. İttifakların oluşmasını imkansız hale getiren zeminler, kategorize etme ve kamusal alanlardan birilerini dışlamaya dönüşmüş durumda. İdealizmin fildişi kulelerinden bağıran düz dünyacılık, ırkçılık, mizojini ve piyasacılığı daha da çetrefilli hale getiren trans-,bi-fobi ve homofobi korosu da katılmış durumda bu ittifaka. Öyle ki mağduriyet yarışması açılmış da birileri elendikçe o meydanda olmaya hakkı kalmıyor gibi. Feminizmin öznesi kimdir tartışmasıyla barış hareketlerindeki batılı erbilmişliği (westplaining) bu yüzden aynı derecede çürümenin içine çekmekle tehdit ediyor bizi. Sağ argümanların normal ve makbul tanımlarının üzerinden görünür kılınan mağduriyetleri, bir durumun öznesi kabul edip, özneleri marjinalleştiren, ötekileştiren veya kriminalize eden söylemlerinin yıkıcılığını buluyoruz bu tehditlerde. Şaşırtıcı olan ise bu söylemleri kuranların içimizde olması. Yıllardır okuduğumuz, yaptıkları müzikleri eylemlerimize marş ettiğimiz, duygudaşlık yoldaşlık yaptıklarımız, ve hatta güvendiklerimiz. Yükselen sağcılığın ağacı içeriden çürüten kurta dönüşeceğini kim bilebilirdi?

Dahası iktidara edilemeyen küfrün, yanı başındakine dönmesi ve aynı mücadelenin parçası olduğunu unutarak birbiriyle de çatışmalar yaşamak yetiştiğimiz toprakların sol tarihinden öğrendiklerimiz arasında. Pardon, öğrenemediklerimiz. Makbul devrimciler nasıl asıldılar ve hapishanelere tıkıldılarsa, makbul kadınlar da şiddete uğruyor. “Medeni” toplumların içindeki korkunç yoksulluk ve eşitsizlik açıkça gösteriyor mücadele ortak. Ancak tutumlar belirleyici elbette. Sağ yükseldikçe, eşitsizlikleri ve imtiyazları, hatta ahlaki kaygıları normalleştiren refleksler verdikçe teori ve hayat arasında şizofrenik bir bölünmeden başka bize ne vaat eder mücadele. Halbuki yaşadığımız şiddet, gelecek kaygısı, etrafımızı çevreleyen talan dünyasının çaldığı yaşam sevincimiz, iktidarın maniple ettiği duygularımız ile bu saçmaların içinde yuvarlanıyoruz. Bu döngüyü kırdığımız tek durum ise öfkeyi dayanışmaya örgütlediğimiz zeminler. Dayanışma bir fikir değil bir eylemdir, örgütleyici ve umut verici bir zemindir. Bu yüzden en güzel kavramların içini boşaltan sağcılaşma rüzgarına karşı birlikte yürümek zorundayız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.