Demirtaş’ı tersyüz etmek!

Selim FERAT yazdı —

Selimferat@web.de

 

Siyaset bu ya, Demirtaş: "Mesela ben dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik' derdim" dedi.

Gündem oldu, siyasetçiler panikledi, linç edemediler; ırkçılık tavan yaptı.

Demirtaş’ın söylediklerini değerlendirmeyi bir yana bırakıyorum;

Aynı dönemde, Perinçek: "Vatan Partisi Kürt meselesinin silahla çözüleceğini ısrarla ifade etti“ dedi.

Tesadüf bu ya, bunun akabinde Türkiye’nin Oruç Reis gemisi, Atina yerine Antalya’ya demir attı.

Ruşen Çakır’la yaptığı röportajda Demirtaş aynı zamanda: “HDP terörle arasına mesafe koysun, terörü kınasın” dayatması yerine bence, “Şiddetin nihai olarak sonlanması için HDP’nin önerilerini dinlemek ve değerlendirmek istiyoruz” demeliler, demişti.

Siyaset dünyasında yüksek dozda ılımlı kabul edilebilecek bu önerme, savaş siyasetine demir atan bir Türkiye’de rağbet görür mü?

Bana göre hayır!

Bir Akit yazarı bunun kabul edilmeyeceğini şöyle ifade etti:

"Kürtler üzerinden ırkçılığa varan politikası ile tanınan HDP…“

Bununla kalmadı;

İyi Parti sözcüsü Ağiralioğlu devreye girdi ve Selahattin Demirtaş‘ı kabul etmek için, sazıyla bir şehidin evine gelme şartı koydu.

Bir de çalabileceği şarkı önerdi: "Mağusa Limanı.“

Göbbels gölgesi olmaktan feragat etmeyen yazar Abdulkadir Selvi, daha da rafine (!) bir yorum yaparak, kahvaltı gündeminin amacının, Demirtaş ile Akşener’in Cumhurbaşkanı adayı olmasını önlemek olduğunu yazdı ve “Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çevresinde yer alan bir grup, Selahattin Demirtaş’ın siyasi denkleme girmesi için bir çaba içine girdi“ belirlemesiyle, amacı olan Demirtaş’ı puslu bir perde arkasına koymayı başaramadı.

Akşener ise hiç estetik davranmadı; biraz bozkurt, az da tilkice bir önermeyle, Kürt geleneklerine atıfta bulundu.

Ona göre, ”kanlın olsa, yani kan davalı birisi olsa dahi kapısı çalındığı zaman o kapıdan içeri alınır… kapıdan dışarı çıktıktan sonra kan davası devam eder“ dedi, ben ise bunu, kapıdan çıktıktan sonra, "arkadan vururum!“ olarak yorumladım.

Olanlardan çıkarımım, "baldırı çıplak birkaç jandarma“ya dayanan ve milyonları hiçe sayan politikanın izdüşümü oldu.

Demirtaş’ın söyledikleri, savaş tamtamlarına rağmen, Türkiye’nin gündemine damga vurdu: Demirtaş’ın söylediklerini tersyüz etmeyi unutmadılar; türkçülük, ırkçılık hortladı.

Böylesi bir ülkede üretilen, lanetli olmayı, umutsuz olmayı kanıksama siyaseti.

Egemen siyasetin aşılamak istediği bu.

Bu siyasette çatlak yaratacak olan, paradoks bir girişim olabilir mi?

Paradoks girişimlerden biri, HDP’nin Sinn Féin benzeri bir açılımda bulunarak, egemen siyaseti şoke etmesi şansına sahip olabilir.

Ya da Güney Kürdistan’daki yönetimin tersi;

Uluslararası güçlerin tanıdığı, ikinci bir Kürdistan temsili olarak Rojava’nın kabul edilmesi, Türkiye’deki ırkçı kalbi durdurmaya yetebilir.

Siyasette kriz, çözüm için gereklidir.

Eğer böylesi bir kriz olmasaydı, Oruç Reis gemisinin birkaç günlük bir savaşın önünü açmasına kimse engel olamazdı.

Rojava’ya dönersek;

Cephede ne gerekiyorsa yapıldı; zamanlamanın iyi yapıldığı ve komşu ülkelerin tanıdığı bir "Rojava Konseyleri Cumhuriyeti“, Türkiye’deki ırkçı politikayı durdurma gücüne sahip etkin bir gelişme olabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.