Hallac-ı Mansur’u anlamak

Abdurrahman AYDIN yazdı —

Hallac-ı Mansur “Ene’l Hak” dediğinde, yapıp ettiklerinden sorumlu olan, eylemlerinin sorumluğunu üstlenen bir ‘ben’ olma durumunun, bu türlü bir öznellik durumunun yolunun ancak buradan geçtiğinin farkında olarak söylüyordu bunu. İslam söylemdeki kritik bir teolojik soruna, özne sorununa bir çözüm arayışı içinde yapıyordu bunu. Söz konusu olan şey ‘özne’ olduğu için de, bu öylece bir soruna değil, köklü bir krize bir çözüm arayışıydı. Özne olmanın imkânsızlığı sorununa bizzat kendi gövdesinde ve kendi gövdesiyle bir yanıt geliştiriyordu Hallac. Tavasin adlı çok özel tefsir metninde, üstelik zannedildiği gibi mistik bir akıl yürütmeyle değil, aksine dilbilimsel ve dolayısıyla felsefi bir akıl yürütmeyle, Tanrı’ya seslenerek “Beni kendine o kadar yaklaştırdın ki aramızda bir ayrım kalmadı” diyordu. Ne demektir bu?

Hallac İslami söylemin en temel argümanlarından birinden yola koyuluyor, bu argümanı kendi mantıksal sınırlarına götürüyordu aslında. Bu argüman şu çok bilinen Allah ile insan arasında bir aracı, bir dolayımlayıcı mekanizmanın olmayışı argümanıdır. Herhangi bir aracının olmayışı ise bir dinsel söylem içerisinde, insanın kendisini doğrudan doğruya kadir-i mutlak bir varlıkla karşı karşıya bulması anlamına gelir. Bunun yol açtığı dehşet ve değersizlik duygusu, psişik ekonomi içerisinde telafi edilmek zorundadır ve teraziyi denkleştirmek için Müslüman özne son derece kibirli bir özne olarak belirir. Bu değersizlik hissi, onu, başka insanlarla ilişkilerinde tam bir narsist yapar. Yunan tragedyalarında işlendiği haliyle ‘hubris’tir bu. İşte Hallac-ı Mansur bu ‘hubris’ sorununu tam da onun içinden geçerek çözüme kavuşturur. Bu nedenle mistik yorumlara bırakılamayacak kadar güçlü bir filozofla karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle yaklaşılmalıdır Hallac’a.

Allah’la bu kadar doğrudan, bu kadar aracısız bir karşılaşma içerisinde ‘ben’e yer kalmadığını çok iyi biliyordu Hallac. Zaten hocaları arasında sayılan El Harraz ondan bir süre önce “Ben” deme hakkının yalnızca Allah’a ait olduğunu söylemişti. Lacancı psikanalizin terimleriyle söylersek, böyle bir durumda ‘imgesel özdeşleşmeler’ ortaya çıkar ve bu özdeşleşmeler de bilinçdışı işledikleri için bunların farkında olunmaz. Hallac’ı bir teoloji ve felsefe devi yapan da Allah’la bilinçdışı özdeşleşmelere karşılık bunu bilinçli bir biçimde gerçekleştirmiş olmasıdır. İçinden geçerek çözmek derken kast ettiğim de böyle bir şey.

Sıradan İslami söylemin tanrısının, mekânı, insana yer bırakmayacak kadar doldurduğunun farkındaydı Hallac. Sıradan Yahudiliğin tanrısının –sözcüğün özel bir anlamında– imkânsızlığına karşılık sıradan İslami söylemde de ‘insan’ imkânsızdır; ona yer yoktur. “Ben” deme hakkı yalnızca Allah’ındır. Böyle bir ilişki içerisinde, görünüşte İlahi makam insanın yapıp etmelerinin hesabını soran makamdır; fakat psişik düzeydeki özdeşleşmeler şunu söyler: Bu ilahi makam karşısında aşırı ezilen insan, bu defa ters bir özdeşleşmeyle, başka insanların karşısına tam da bu ilahi makamın kendisi olarak çıkar. O artık ‘ilahi yasaya’ boyun eğen biri değil, ilahi yasanın icracısıdır. Hubris, yani kendisini tanrı yerine koyan insan… “Ölçülü ol,” “Hubris’e kapılma” gibi Yunan öğütleri, yani temelde Yunan tragedyalarında işlenen bu öğütler insana şunu söylerler: “Kendini bir Tanrı yerine koyma, fakat insani potansiyellerini gerçekleştirme ödevinin olduğunu da unutma.” Elbette Hallac özellikle de Basra’nın aşırı canlı tartışma ortamında Yunan rasyonalitesinden haberdardı.

Bu Hubris, Hallac’ın, öğrencilerinden birine verdiği nasihatlerden birinde buluyor tanımını: “Oğlum, kalbini Onu düşünmekten sakın; dilini Onu zikretmekten sakın. Bu ikisini sadece Ona şükranlarını sunmak için kullan. Çünkü Onun varlığını düşünmek; Onun sıfatlarını tahayyül etmek ve onu sözcüklerle onaylamak ölümcül günahlar arasındadır; bunlar büyük kibirlerdir” (Aktaran Annemarie Schimmel, Hallac, Kurtarın Beni Tanrı’dan). Ona göre Kelime-i Şahadet de büyük bir günah içermektedir; çünkü Allah’ın birliğine tanıklık etmeye cüret eden kişi, gerçekte, şirk koşmaktadır. O halde inançlı biri için bu durumun mantıksal sonucu ne olabilir? Yani Allah, son sözleriyle neden insanla kendisi arasındaki aracıları kaldırmıştır? İnançlı bir kişi, mevcut durumda Hallac, mantıksal bakımdan şu çıkarıma ulaşmak zorundadır:

Çünkü benim kendisi olduğumu bilmemi istemiştir artık. Hallac’ın mantığına göre, bunu bilinçli üstlenememek, kendini ilahi yasanın sahibi konumuna yerleştirmek anlamına, yani yasanın ihlalinin çok özel bir biçimiyle özdeşleşmek anlamına gelecektir. Bunu bilinçli bir biçimde üstlenmek ise, insani olan ile insani olmayanın bulanıklaşmış sınırlarını yeniden netleştirmek anlamına…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.