Kanatlı bir komutan: Mordem Çewlîk

Dosya Haberleri —

Mordem Çewlîk

Mordem Çewlîk

  • Mordem arkadaş zirveden zirveye kanatlı yaşayan bir arkadaştı. Çewlîk’ten İzmir’e, Amed’e, Amanos ve Avaşînler’in zirvesine ve kırk yıllık savaşımızın zirvesi olan Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti’ne nasıl böyle hızlıca ulaştı? Kendini uçurumlara atarak kanatlandı ve yaşamını yüksek bir tempoyla yaşadı.
  • Bu yaşamda oluşmak çok fırtınalı gelgitli bir haldir. Bunun yaşandığı her yerde Apocu evrenler oluşuyor, gelişiyor, dönüşüyor ve kendi aşk ve sevgi destanlarını yazıyor. Seviyor seviliyor! Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti’nin direnişi neden bu kadar yüce oldu derseniz, Komutanı’ndaki yoldaşlık sevgisinden ve mücadelesindendir derim.
  • Mordem’inki pak bir çocuğun -Alevilik’te çocuklara mahsum u pak denir ve çocukların eli öpülür- oyunuydu. O yalnızca fark eden değil fark ettiren ve fark yaratan, farkındalık oluşturan fedai bir komutandı. Çünkü bu dünyanın sahteliklerinden vazgeçmişti.

NOKSANÎ RESİK

Evrende hiçbir şey yok olmaz diye kendimden bir kelime bile yazmamayı düşündüğüm olmuştur. Bu bende yoğun bir çelişkidir. Var olmak ile varoluş arasındaki fark anlaşılmayı gerektirir. Yok olmanın düşüncesi var olmakla birleşince varoluş, akış halindeki evren, insan oluşur. Hiçbir iz bırakmadan bu dünyadan gitmeyi düşündüğüm olmuştur. Sistemin içindeki insanların kendini sunmaya çalışmaları, her şeye bir cevap olma çabaları bana yapmacık gelmiştir ve bende öfke uyandırmaktadır. Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt’te şöyle der bu insanlar için "Tavırlarda etkililik büyüklük demek değildir; genellikle tavır takınmadan edemeyen kimse, düzmecenin biridir. Göz alıcı insanlardan sakının!" Doğru, yerinde ve gerektiği kadar tavır alan insanlardan bahsetmez Zerdüşt. Her konuda bilsin bilmesin sözü olan ve bunu göz alıcılığıyla örtmeye çalışan, bir fabrikadaki makine gibi kontrol etme duygu ve psikolojisiyle tavır takınan, kendi bireysel egolarını doyuran, sahtekar insanlardan bahseder. Bu, yaman bir çelişkidir. Ne olursa olsun yaşamımızla olumlu olumsuz bir iz bırakırız. Bu, kaçınılmazdır. Bunu bilinciyle, farkındalığını yoğurarak yapmak gerekir. Bu çelişkiyle karşılaşıp bu yapmacıklık durumunun verdiği hissiyatla durakalmakta bir duruştur.

 

 

İnce bir çizgide gelişiyor yaşam

Bende yıllardır yaşanan bu durumdur. Nietzsche "Böyle Buyurdu Zerdüşt" kitabında Zerdüşt’in diliyle suskuyu şöyle dile getirir "Susanlar hemen her zaman içten gelen incelikten, nezaketten yoksundurlar. Bir itirazdır susku; yutmak zorunlu olarak kötü kılar kişiyi." Bir yanda sahtekar bir tavır sahibi olmamanın çabası, bir yandan da susmanın yarattığı kötürüm kılan, incelikten nezaketten yoksunluk durumu. İnce bir çizgide gelişiyor yaşam. Bu satırları yazarken bunun yoğun baskısı altında yazıyorum. Yazsam mı yazmasam mı? Yazabilmem için duygu dünyamda bir çalkalanmanın yaşanması gerekiyordu. Mordem arkadaşın yaşamının dolu dolu gidişatına göre hiç olmayan şehadeti beni duygusal olarak yazma gerekliliğine itti.

 

 

Dinleyecek kulak, okuyacak göz yoksa

Zerdüşt’ü en güzel anlatanlardan biri Nietzsche’dir. Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün ilk sayfalarında bir çelişkiyi anlatır. Yıllarca dağlarda yoğunlaşmada kaldıktan sonra şehirlere iner ve insanlara derdini anlatır. Onunki; bir derttir. Şah Hatayi’nin bin dermana değişmeyeceği dert! Bakar, insanlar ilgi göstermez. İlgi gösterenler de anlamaz. Zerdüşt der ki "Ben bu kulakların dinleyeceği ağız değilim." Tekrar döner Zagroslar’ın dağlık alanlarına ve şöyle der yıllarca dağda kaldıktan sonra "Felsefe bugüne dek anladığım yaşadığım gibisi, yüksek dağda buz içinde gömülü yaşamaktır" ve tekrar karar verir ve döner şehirlere. Dinleyecek kulak, okuyacak göz yoksa konuşmanın yazmanın alemi nedir? Hiç yapmamaktan daha kötü değil midir? Ama Zerdüşt yılmaz ve tekrar döner şehirlere, kendisini duyacak kulaklar aramaya ve kendisini duyacak kulaklar yaratmanın mücadelesine başlar. Her yerde vaazlar vermeye, mücadele etmeye başlar. Toplumsal inşa dediğimiz olay da bu değil midir? Dinleyecek kulaklar, görecek gözler yaratmak. Babil Kulesi’nin zıddı olarak herkesin konuştuğu ama kimsenin birbirini anlamadığı bir toplumsal formsuzluğa karşı mücadele. Dinleyecek kulaklar, görecek gözler, konuşacak ağızlar arayan bir insanlık. Zerdüşt çekildiği dağlardan dönmeseydi belki başka bir şekilde var olacaktı. Onu anlatacak ağızlar farklı olacaktı ve kulaklar o ağızları dinleyecekti. Ama onu dinleyecek kulaklar olmayacaktı. Toplumun varoluşu böyle olmayacaktı. Zerdüşt’ün toplum içinde var olma çabası ve toplumun geleneksel özelliklerinin onu duymaması arasındaki mücadele, var olan Zerdüştî geleneğe ve özellikle Kürt toplumunun oluşumuna önemli katkılar sağladı. Bu çelişki yaman bir çelişkidir bende. Bazen aklım doğruları fark etse de duygularım modernitenin yarattığı popüler sunum toplumunun öfkesiyle öyle olmayanlarını da o kefeye koymama neden olmaktadır. Duygum ve düşüncem arasındaki bu yoğun mücadele içinde bunları yazıyorum. Bir yanım boş ver bunlar yazılacak değil yaşanacak şeylerdir derken, bir yanım yapmalısın diyor. Bir yanım bunlar sunulacak şeyler değildir an an yaşanacak şeylerdir derken, bir yanım yazmalısın diyor. Alevi geleneğin sözlü olmasının bir nedeni de bu çelişki olabilir. Sistemin sunum toplumuna büyük bir öfkem var. Ama nedeni benim onu kabul etmemem mi yoksa onun beni kabul etmemesi mi olduğunu daha çözebilmiş değilim. Belki de bu kabul durumunun karşılıklı, istenilen düzeyde olmaması buna yol açmıştır. İstenilen düzeyde bir kabul etmede buluşma gelişse belki de en fazla kendini sunan olabilirdik. Bu durum bir çelişkiyi de ortaya çıkardı. Yaşamımızın ekseni ne olacak? Bizi şekillendiren bu sömürgeci soykırım sisteminin duygularından kurtulup hâkim sağlıklı bir akla ve olumlu anlamda hafiflemiş ruha ulaşabilecek miyiz? Önder Apo son perspektiflerinde özeleştiri ve yeniden yapılanmanın ana mesele olduğunu dile getirdi. Neyi ne kadar sistem bizde oluşturdu, neyden vazgeçtik ve neyi istiyoruz? Bunları siyasi olarak sormaktan önce ruhsal ve düşünsel olarak kendimize sormak ve sistemden kopmak, vazgeçmek gerekiyor. Mevcut ruhsal ve düşünsel durumumuzu daha derinlikli ve sorgulayıcı olarak ele almak gerekiyor. Bu duygu ve düşüncelerle Şehit Mordem Çewlîk- Bulut Kişin arkadaşın anısına birkaç satırı yazma cüretini gösterdim. Dile getirdiklerim ne kadar arkadaşı ifade eder bilmiyorum. Bu konuda şimdiden affınıza sığınıyorum. Alevilikte cemlerden sonra lokma teberik dağıtılırken dağıtan "elimizde hassas terazi yok haksızlık varsa af ola" der. Bizim de gönlümüzde bu yüce insanları hakkıyla anlatacak hassas bir terazi yoktur. Hakkını vermediysek af ola.

 

 

Amanos'tan Avaşîn'in doruklarına

Tasavvufta "mümin seyyardır, arif teyyar" denilir. Arif olanın gelişiminin ne kadar hızlı ve tempolu olduğunu anlatmak için dile getirilir. Mordem arkadaşın 20 yıllık dağ ve 40 yıllık yaşamına bu kadar şeyi sığdırması onun teyyar olduğunu, uçarak yaşadığını hissettiriyor bana. Seyyarın yani yürüyenin 100 yılda gideceğini teyyar yani uçan 10 yılda da gider. Önder Apo da kanatlı düşünmek ve yaşamaktan bahsetti paradigma değişimi sırasında. Eğer bir uçurumun kenarındaysak ve bu yolda yürümede kararlıysak kendimizi uçurumdan atarız. Sonuçta ya yere çakılırız ya da kanatlanırız. Uçuruma kendini bırakmak arif insanın, marifet sahibi insanın tercihidir. Yine bağlı bir insan olarak farklı bir yolun olduğunu düşünerek uzun ve risksiz bir yol da arayabiliriz. Ama hiçbir zaman kanat sahibi olamayız. Nietzsche de bu durumu Zerdüşt’ün dilinden ifade eder. Der ki "İki zirve arasındaki en kısa yol zirveden zirveyedir. Onun içinde uzun bacaklara ihtiyaç vardır." Uzun bacakları olmayan ve kararlı olan yani mümin olan uzun yollardan yürüyerek zirveden zirveye ulaşabilir. Bir de uzun bacaklara ya da kanatlara sahip olmak vardır. Onun rotası zirveden zirveyedir. Mordem arkadaş zirveden zirveye kanatlı yaşayan bir arkadaştı. Çewlîk’ten İzmir’e, Amed’e, Amonos ve Avaşînler’in zirvesine ve kırk yıllık savaşımızın zirvesi olan Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti’ne nasıl böyle hızlıca ulaştı? Kendini uçurumlara atarak kanatlandı ve yaşamını yüksek bir tempoyla yaşadı.

 

 

Gereksiz olan her şeyden vazgeçmişti

Uçabilmek için kanatların olması yetmez. O kanatlarla birlikte uçabilme marifetine sahip olmalısınız. Bazen bu marifetin olması da yeterli değildir. Bir kanadınız olabilir ama kanatlarınız sizi kaldıracak kadar güçlü değilse uçamazsınız. Bunun için fazlalıklarınızı atmanız gerekir. Ya da bir yükü kanatlarınızın kaldırabiliyor olması onun gerekli olduğunu göstermez. Kanatları gereksiz yüklerle yormak da marifet değildir. Bu, bir fiziki güç işi değildir. Bir 'fahm' yani anlama işidir. Size gerekli olanı ve olmayanı ayırt etmeli, gereksiz olanları atmalısınız. Kamil insanlar neden bir lokma ve hırkayla yaşarlar? Neden bu dünyanın malından ve mülkünden geçip züht (terk etme) ederler. Bunların hepsi yüktür. Bizi bağlayan birer prangadırlar. Bunun için bunları terk eder ve vazgeçerler! Bunun için yaşamları kanatlıdır. Uçarak yaşarlar. Ama uçuyor olmak da gereksiz yüklerimiz olmadığı anlamına gelmez. Zor bela uçabilmek de bir uçmadır. Bir de bir şahin gibi avını yüksek bir kabiliyet ve marifetle yakalayabilecek bir esneklik ve manevra kabiliyetine sahip olabilmek vardır. Bu, gereksiz olan her şeyden vazgeçmeyi gerektirir. O zaman bir zaman dilimine kimsenin tahmin edemeyeceği gelişmeleri sığdırabiliriz. Mordem arkadaş yaşamına bu kadar şeyi sığdırabildi. Çünkü gereksiz olan her şeyden vazgeçmişti.

 

 

Fark yaratan fedai bir komutandı

Vazgeçmek, sistemin vadettiklerinden vazgeçmek soylu ve toplumsallaştıran bir duygudur. Sonuçta birileri için vazgeçer ve fedakârlık yaparsın. Bu toplumsallığı oluşturan ana güçtür. İnsanları yan yana getiren, yoldaşlık ilişkilerini oluşturan budur. Hep benim olsun demek ise toplumsallığı yok eden, birisi aleyhine kendine istemek ve toplumsallığı yok etmek, çıkar temelinde ilişkileri kölelikleri geliştirmek demektir. Vazgeçeni esir alacak, durduracak, ağır paslı prangalarla bağlayacak hiçbir güç yoktur. Mordem arkadaş böyle bir arkadaştı.

Hepimiz en ağır görevleri nasıl başardı diye düşünüyoruz? Nietzsche’nin buna cevabı oyundur. "Büyük ödevlerle düşüp kalkmanın tek bir yolu vardır bende. O da oyundur! büyüklüğün belirtisidir, bu ana koşullarından biridir. En küçük zorlama, asık surat, ses tonunda en ufak bir sertleşme hepsi biraz itirazdır bir kimsenin kişiliğine... Sınır diye bir şey olmamalı insanda." Yaptığı şeylerin büyüklüğünün farkında olmak ve bundan zevk almak. Neden her birimiz oyun oynarız? Zevk aldığımızdan. Toplumlarda da çocuklar oyunlarla hazırlanırlar yaşama. Zevk alarak yaptıkları şeyleri daha fazla benimserler ve kabul ederler. Bunu bir yük olarak görmezler. Düşünsenize yaşamımızın bir oyun hali olduğunu. Kimi düşünürler dünyayı bir oyun sahnesi olarak tanımlarlar. Bu dünyanın kirli prangalarından kendini sıyırmış bir insanın yaşadığı olumlu anlamdaki ruhsal hafiflik ve ruhunu doyuran büyük yoldaşlık sevgisiyle hepimize en zor görünen sorumluluklar, ona kolaydı. Çünkü o bir oyundaydı ve rolünü oynaması gereken bir sanatçıydı. Aldığı sorumluluklar büyüktü. Ama onun için bir yük değildi. Vazgeçmemesi başarması gereken temel şeylerdi. Oyun kelimesi kapitalist modernitenin dilinde ne kadar olumsuz bir anlamla yüklenmiş değil mi? Onun ki pak bir çocuğun -Alevilik’te çocuklara mahsum u pak denir ve çocukların eli öpülür- oyunuydu. O yalnızca fark eden değil fark ettiren ve fark yaratan, farkındalık oluşturan fedai bir komutandı. Çünkü bu dünyanın sahteliklerinden vazgeçmişti.

 

 

Sevgi işi mücadele işidir

Mordem arkadaş basına yansıyan raporlarında yoldaşlık sevgisinden, sevmekten ve sevilmekten de bahsetmişti. Sevmek, sevilmek sadece bir şeyleri paylaşmak olarak tanımlanamaz. Karşılıklı olarak birbirini taşıyabilmeyi de gerektirir. Sevgi işi bir işçilik ve mücadele işidir. İçinde müthiş bir duygu savaşımını barındırır. Duygudaşlıkla yoldaşlık sevgisini birbirinden ayıran bu birlikte olma ve mücadele ederek yaşama durumudur. Bazen gerilen, bazen sakin, bazen katlanılması gereken duygular içeren, dalgalı ama birbirini taşıyabilmeyi bilen bir ilişkidir. Birbirini taşıyabilmek katlanabilmeyi gerektirir. Katlanmak -ne kadar günümüzde olumsuz anlamda kullanılsa da- olduğu gibi kabul etmek de değildir, reddetme de değildir. Katlanabilmek -Önderlik bazen buna yoldaşınızın olumsuz özelliklerini sevin ancak o zaman onu değiştirebilirsiniz der- değişime olan inançla bir zaman vermeyi ifade eder. Zamanda oluşumu ifade eder. Mordem arkadaş 4 yıllık Şehîd Delîl Batı Zap Eyalet pratiği boyunca bizim birçoğumuza katlandı. Ne red etti ne de olduğu gibi kabul etti. Çünkü bizi taşımak ve büyütmek istiyordu. Bazen yaşamda en sert tartışmaları yapardın. Ama bilirdin o seni seviyor, sen de diyorsun ben de bu yoldaşı seviyorum. O katlanma hali nasıl bildiğimiz evreni oluşturmuşsa, duygulardaki bu katlanma da Apoculuk evrenini oluşturuyor ve her an kimi düşünürlerin dile getirdiği gibi, "varoluşun dehşetini" yaşatıyor. Apocu yaşam konformist bir yaşam değildir. Bu yaşamda oluşmak çok fırtınalı gelgitli bir haldir. Bunun yaşandığı her yerde Apocu evrenler oluşuyor, gelişiyor, dönüşüyor ve kendi aşk ve sevgi destanlarını yazıyor. Seviyor seviliyor! Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti’nin direnişi neden bu kadar yüce oldu derseniz, Komutanı’ndaki yoldaşlık sevgisinden ve mücadelesindendir derim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.