Kanunlar Kürtçeye karşı

Dosya Haberleri —

ANADIL

ANADIL

  • Türkiye'nin engelleme ve baskılarına rağmen ana dil hakkı için en güçlü talep ve örgütlülüğü geliştiren halk olan Kürtler, dillerini yaşatmak adına her yolu deniyor. Sanal mecralar, sanat disiplinleri ve dernekler dil mücadelesinin en güçlü verildiği alanlara dönüşmüş durumda.

MİHEMED PORGEBOL

1952 yılında Bengalli üniversite öğrencileri Anadil hakkı için Pakistan hükümetine karşı ayaklandılar. Ülkede Urduca'dan başka bir dilin kullanılmasını kabul etmeyen Pakistan hükümeti, Bengalli öğrencilerin bu taleplerine saldırıyla karşılık verdi. Bu saldırıda 4 üniversite öğrencisi yaşamını yitirdi. 

1999 yılına gelindiğinde dünyanın her yerinde Anadil hakkı için talepte bulunan ezilen halklar, sonunda Birleşmiş Milletler'e bağlı Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'ne (UNESCO) Anadilin bir hak olduğunu kabul ettirdiler. UNESCO 17 Kasım 1999 yılında yayımladığı bildiriyle 21 Şubat tarihini Bengalli üniversite öğrencilerinin anısına Dünya Anadil Günü olarak ilan etti. O günden beri dünyanın her yerinde kutlanan Anadil Günü, bir temel hak talebinin evrensel ifadesine dönüştü. 

Her ay 2 dil yok oluyor
UNESCO'nun 2020 Dünya Dil Atlası verilerine göre dünya nüfusunun %40'ı ana dilde eğitim hakkından yoksunken her ay en az iki dil yok oluyor. Rapora göre yer yüzünde 6 bin dolaylarında dil konuşulurken bu dillerden 2 bin 400 tanesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yer yüzündeki bütün bu dillerden yalnızca 300 tanesi resmi olarak tanınıp korunuyor.  Oysa ana dil hakkı ezilen toplumlar için eğitim, sağlık, bilim, çocuk gelişimi, örgütlenme vb birçok temel alanda önemli bir kriter olarak dünyaca kabul ediliyor. Dillerin korunması ve geleceğe taşınmasında kuşkusuz en önemli grup ise çocuklar. Çocukların ana dillerinde eğitim görebilmesi konuştukları dillerin en az bir kuşak daha yaşayabilmesi anlamına gelir. Bu sebeple anadil hakkı, Birleşmiş Milletler tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde ilan edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde de temel haklar arasında yerini buluyor.

Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde 
Türkiye'nin çekinceleri
Türkiye de 1995 yılında kanununu onaylayarak Resmi Gazetede yayınlayıp, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Anayasa’sının 90.maddesine göre iç hukukta kanun hükmü haline getirdi. Fakat sözleşme 17, 29, ve 30'uncu madde hükümlerine konan çekince ile kabul edildi. Türkiye'nin çekincesi Resmi Gazetede  “İhtirazi Kayıt: Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 17, 29 ve 30. maddeleri hükümlerini  T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutmaktadır.” şeklinde ifade edildi. Çekince konan bu üç maddeye baktığımızda ortak birçok noktanın yanı sıra dil, iletişim, kültür odaklı hükümlere yer verildiğini ve çekince sonucu üç maddede yer alan hükümlerin ağır ihlallere uğrayarak, kullanılamaz hale geleceği sonucunu çıkarmak zor değil.

 

Arslan: "BM Çocuk Hakları Komitesi gözlem raporunda, Türkiye’nin 17, 29 ve 30. maddeler yönünden koyduğu çekinceleri geri çekmesini tavsiye etmiştir. Rapora göre farklı gruplara mensup çocukların, özellikle Kürt çocukların maddelerdeki haklardan yararlanabilmesi çekincelerin kaldırılmasına bağlıdır.”

Türkiye'nin çekinceleri hükümsüzlük kategorisinde
Bu çekincenin yol açabileceği hukuksuzluk ve adaletsizlikleri sorduğumuz hukukçu Göksel Arslan, çekincenin geçerliliği, hukuki mahiyeti, sözleşme ile ilişkisini kurabilmek için öncelikle Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dibacesine bakmak gerektiğini vurguluyor. Yine Arslan'ın ifadelerine göre Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dibace bölümü "haysiyet, özgürlük, adalet, barış, eşit ve devredilemez haklar, özgürlük ortamında toplumsal ilerleme, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken,mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayırım gözetilmeksizin yararlanma, çocukların koruma ve yardım görmesi zorunluluğu, çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişmesi, özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhu” gibi değerlerin altını çiziyor. Arslan'a göre çekinceler, sözleşmelerin atıf yaptığı temel gerekliliklere aykırı olmamalıdır ve bu çerçevede değerlendirildiğinde Türkiye'nin bu çekincesinin "hukuki statüsü kesin hükümsüzlük kategorisindedir."

BM'nin uyarı niteliğinde tavsiyeleri
Arslan, BM Çocuk Hakları Komitesi'nin bu konuda Türkiye'ye uyarı niteliğinde tavsiyeler yaptığını hatırlatarak "Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, hazırladıkları gözlem raporlarında Türkiye’nin 17, 29 ve 30. maddeler yönünden koyduğu çekinceleri geri çekmesini tavsiye etmiştir. Rapora göre farklı gruplara mensup çocukların, özellikle Kürt çocukların maddelerdeki haklardan yararlanabilmesi çekincelerin kaldırılmasına bağlıdır. Raporda çekincelerin kaldırılmasının, azınlık gruplarına mensup çocukların, özellikle Roman ve Kürt çocukların ayrımcılığa uğramasının engellenmesi bakımından önemi vurgulanmıştır" diyor. 

Dil, hayati önemdedir
Arslan, bu konudaki sözlerini şöyle sürdürüyor: "Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin çekince konulan maddelerinde 'çocuğun ana-babasından gelen değerler, dil ve kültürel kimlik, iletişimi için dil ihtiyacı, soyundan gelen kendi kültüründen yararlanma ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmama' özel önem verilen değerlerdir. Çocuğun haysiyeti, özellikle doğumla gelen özellikler başta olmak üzere herhangi bir nedenle ayrımcılığa uğramadan kişiliğinin tam ve insani gelişimi için dil ve iletişim ihtiyacı hayati önemdedir.

Asgari taahhütler yerine getirilmiyor
Sözleşmenin Türkiye tarafından çekince konulan 29. maddesinde bireyin sadece 'çocuk' olmasından doğan 'dil ve değerlerine … saygısının geliştirilmesi' ibaresi sözleşmeyi onaylayan devletlerin asgari taahhüt ve yükümlülüklerindendir. Burada kuşkusuz resmi dil değil, çocuğun ana dili kastedilmektedir. Ne var ki Türkiye’nin sözleşmeyi iç hukukuna dâhil etmesine rağmen söz konusu maddelere çekince koyarak atıf yaptığı Anayasa’nın 42. maddesine göre, 'Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.' Burada Tekin Akıllıoğlu hocamızın da belirttiği gibi ana dil ve resmi dil ayrımı yapılmamıştır.

T.C, "Anadilinizi ben belirlerim" diyor
Kürtçe, Lazca, Çerkes dilleri, Romanca gibi birçok ana dil, eğitim ve öğretim kurumlarında T.C. Anayasası yoluyla tek bir ana dile indirgenerek 'Türkçe' olarak belirlenmiştir. Türkiye burada sözleşmeden saparak Anayasa hükmü gereği çocuklara, eğitim yaşına geldiğinizde ana dilinizi anne-babanız değil ben belirlerim diyebilmiştir. Anayasa, eğitimin de ötesine geçerek 'öğretilemez' kelimesini kullanarak, eğitimin resmi dille yapılmasının yanında herhangi bir ana dil dersi konulmasını da engellemiştir.

"Çekinceler acilen kaldırılmalıdır"
Türkiye’nin acilen BM Çocuk Hakları Komitesi’nin raporlarında belirttiği gibi söz konusu maddelerdeki çekinceyi kaldırması gerekir. Anayasanın 90. maddesindeki  'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.' hükmüne istinaden sözleşmeye uygun gerekli uygulamalar için taahhüt ve yükümlülüklerini yerine getirmelidir."

"Dil, halkların tarihi ve hafızasıdır"
Öte yandan Türkiye'nin bu engelleme ve baskılarına rağmen dillerini yaşatma mücadelesi içerisinde olan insanlar da var. Türkiye'de ana dil hakkı için en güçlü talep ve örgütlülüğü geliştiren halk olan Kürtler, dillerini yaşatmak adına her yolu deniyor. Sanal mecralar, sanat disiplinleri ve dernekler dil mücadelesinin en güçlü verildiği alanlara dönüşmüş durumda. Bu derneklerden bir tanesi de Kürt Araştırmaları Derneği. Kürt Araştırmaları Derneği, 2020 yılında Kürtçenin birçok lehçesinde online olarak verdiği derslerle adından epey söz ettirdi. "Dil dediğimiz olgu birkaç gün veya birkaç yıl içerisinde oluşmaz. Bugün hangi dile bakarsak bakalım tarihinin binlerce yıl öncesine dayandığını görürüz. Bu yüzden dil halkların tarihi ve hafızasıdır. Bir halkın statüsü yoksa ve o halkın dili de kaybolursa kendisi de kaybolur, başka bir halka dönüşür. Sırf bu yüzden bile dil, halklar için hayati önem taşır. Bu çerçevede eğer ki bir halk 'ben varlığını sürdürmek istiyorum, tarihten silinen diğer toplumların arasına katılmak istemiyorum' diyorsa her alanda kendi dilini ısrarla kullanmak zorundadır" diyerek ana dilin halklar için önemine değinen Kürt Araştırmaları Derneği Başkanı Eyyûb Sûbaşî, halkların varlığını sürdürebilmeleri için korumaları gereken en temel değerlerinin dil olduğunu vurguluyor. 

Kürtçe üzerinde beyaz soykırım tehdidi
Ezilen bir halkın dili olarak Kürtçe'nin durumunu "Kürtçe, Kuzey Kürdistan'da konuşma ve nesiller arası iletişimde git gide daha kötü bir konuma düşüyor. Mevcut durum bu şekilde devam ederse Kürt halkı üzerinde uygulanan kültürel soykırımın amacına ulaşacağını söyleyebiliriz. Eğer kendi dilimizden vazgeçip Türkçe konuşursak, üzerimizde uygulanmak istenen soykırım politikalarını kabul etmiş oluruz. Beyaz soykırım diye ifade edebileceğimiz bu kırımı reddedip ana dilimizin yerini yabancı bir dilin almasına müsaade etmemek her birimiz için ahlaki, insani ve ulusal bir erktir" ifadeleriyle değerlendiren Sûbaşî, politik arenada dilin konumuna da dikkat çekiyor. 

"Bizi onlardan ayıran tek şey dilimiz"
Sûbaşî, bu konuda "Bir halka dönük bir saldırı gerçekleştiğinde ilk olarak o halkın dili hedef alınır. Eğer o halk farklı bir dine mensupsa da dinine dönük saldırılar gerçekleştirilir. Kürt halkı çoğunluk olarak müslüman bir halk. Kürt halkının işgalcilerinin dini de islam. Rengimiz de onların rengine benziyor. Bu yüzden de bizi onlardan ayıran şey olarak dilimiz kalıyor. Eğer dilimizi terk edersek, bizi yok olmaktan kurtaracak hiçbir şey kalmayacak elimizde. İşte dilin önemi de tam buradadır" ifadelerini kullanıyor. 

"Devletin tüm adımları soykırım çerçevesinde"
Devletin Kürtçe'ye dönük TRT Kurdi, Kürtçe kurslar, üniversitelerde açılan Kürdoloji bölümleri gibi uygulamalarını da değerlendiren Sûbaşî, "Türk devleti tarafından dil alanında atılan tüm adımlar, az önce beyaz soykırım diye adlandırdığımız çerçevede atılıyor. Yani attıkları her adım beyaz soykırımın bir parçası olarak okunabilir. Eğer attıkları adımlar beyaz soykırıma hizmet etmiyorsa ya attıkları adımı geri çekiyorlar ya da o adımı işlevsizleştiriyorlar. Eğer devletin Kürtçeye dönük yaptığı uygulamalara bu çerçevede bakarsak bir çelişki olmadığını görürüz" diyor. 

Başat yol: Ana dilde eğitim
Bir dilin geleceği için ana dilde eğitimin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu savunan Sûbaşî "Bir dilin her açıdan gelişebilmesi için o dilin eğitim dili olması ve resmi işlerin o dilde yapılabilmesi gerekir. Başka bir deyişle o dilin bir statüsünün olması gerekir. Başat yol budur. Diğerleri ancak bu amaç doğrultusunda birer damla olabilir" diyerek Kürtçenin resmi dil olması gerekliliğine de vurgu yapıyor. 

 

Eyyub Sûbaşî: "Kürtçe, Kuzey Kürdistan'da konuşma ve nesiller arası iletişimde git gide daha kötü bir konuma düşüyor. Mevcut durum bu şekilde devam ederse Kürt halkı üzerinde uygulanan kültürel soykırımın amacına ulaşacağını söyleyebiliriz.”

"Kürtçe okuyup yazanların oranı yüzde 5 bile değil"
Sosyal yaşamda Kürtçe kullanımına dair de değerlendirmelerde bulunan Sûbaşî sözlerini şöyle sürdürdü: "Kuzey Kurdistan'da Kürtçe okuma oranı oldukça düşük. Çünkü Kürtçe eğitim yok. Kürtçe okuyup yazabilen insan sayısı çok az. Tahminlerime göre Kuzey Kürdistan'da Kürtçe okuyup yazanların oranı yüzde beşi bile bulamıyor. Açıkçası bu bir halk için tam anlamıyla felaket demek. Kürtlerin verdiği mücadelenin zaferle sonuçlanacağına inananların bu durum karşısında uykularının kaçması gerek. Elbette ki Kürtçe okuyup yazma oranı, kürtçe yayınların basımı gittikçe artıyor fakat bu dilimizin kurtuluşu için yeterli değil. 

"Her sene yaklaşık 300 Kürtçe kitap basılıyor"
Bugün doğru dürüst Kürtçe eğitim verebilen kurumlar yalnızca birkaç şehirde mevcut. Bu şehirler Amed, Wan, Batman, Cizîr, Îzmîr ve Stenbol. Bu kurumların yanında Kürtçe eser basan yaklaşık yirmi kadar yayınevi mevcut. Diyarname adlı sitenin haberine göre 2020 yılında sadece 268 Kürtçe kitap basılmış. Her yıl Kürtçe basılmış kitaplara dair istatistiksel veriler paylaşan Diyarname'ye göre Kuzey Kurdistan'da her sene yaklaşık olarak 300 Kürtçe kitap basılıyor."

 

 

 

Türkiye’nin çekince koyduğu BM Çocuk Haklarına Dair sözleşmenin maddeleri

 

 

Madde 17: Kitle iletişim araçlarının azınlık grubuna veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi. 

 

Madde 29: Çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi. 

 

Madde 30:  Dini ya da dilsel bir azınlığa ya da yerli halka mensup bir çocuğun, kendi kültüründen yararlanma, kendi dininin gereklerini yerine getirme ya da kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaması.

 

 

 

 

 

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.