Küçük Asya Pogromu (Μικρασιατική καταστροφή)

Dosya Haberleri —

.

.

  • Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin yangın sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiğini ileri sürüldü.

YANNİS VASİLİS YAYLALI

 

Şimdilerde Kürtler daha çok buna maruz kalıyor ama biz Helenler ve diğer Hıristiyan halklar geçmişte Osmanlının, İttihatçıların ve nihayetinde içerisinde yaşadığımız Cumhuriyetin kurucularının bize yaptıklarını kanıtlamakla uğraşıyoruz. Tüm ayrıntıları bir kenara bırakırsak bize yapılanların asıl nedeni yani asıl mesele aslında bu topraklarla kadim bağları olmayan bir halk olan Türkler için mücadele ettiğini söyleyenlerin zorbalıkla içerisinde yaşadığımız coğrafyanın Türkleştirilme çabasıdır

Elbette meşruiyeti olmayan hiçbir şey yapılamaz, kim olursa olsun önce halk meşruiyeti sağlanması lazım, bu da egemen ulus olan Türk halkının bilincinin manipüle edilmesiyle olanaklıdır. Bu da yapılan bu soykırım, pogrom, katliam ve tehciri kabul edecek şekilde yalanlar üretmeyi gerektirir ve yapmak istediğiniz şeyi zamana yayarak yapmayı planlamışsanız beyin yıkama operasyonunu da geniş bir zamana yayarak yaparsınız. Bugün o yüzden yüzleşme için çaba sarf edenlerin işi hiç kolay değildir. Hatta tam bu politikalar hala devam ediyorsa işiniz hiç kolay değildir.

180 bin kişi yaşamını yitirdi

Büyük Smyrna yangını, "İster bazı kaynakların iddia ettiği gibi Rum mahallesinden ister daha sonra pek çok kaynağın ittifak edeceği gibi Ermeni mahallesinden çıksın, 13 Eylül’de aslında pek çok noktadan birden başlayan yangın, o ana kadar denizden esen hâkim rüzgâr imbatın yerini, güney-güneydoğu yönünden esen rüzgârın almasıyla 14 Eylül’de batıya doğru yayılmıştı. Yangın 15 Eylül’de kontrol altına alındı ama ancak 18 Eylül’de söndürülebildi. 23 Eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başladı. Şehrin tekrar güvenli hale gelmesi 30 Eylül’ü bulacaktı. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk mahallesi ise kısmen yanmıştı. Muhtemelen 15 Eylül’de rüzgârın tekrar imbata dönmesi sayesinde Türk ve Yahudi mahalleleri zarar görmemişti. Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok oldu. Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin yangın sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiğini ileri süren kaynaklara göre, şehir gayrimüslim ahalisinden bir anlamda kendiliğinden ‘kurtulmuştu."

Büyük ihanet

Böylesi ekonomik anlamda da artı değer üreten bir kent Yunan ordusu ile çatışma koşulları da yokken neden yakılıp nerdeyse komple imha edildi. Bu duruma ABD Acil Durum Komitesi yetkili genel sekreteri Edward Hale Bierstadt The Great Betrayal (Büyük İhanet) isimli bir de kitap ile cevap vermişti. Büyük İzmir yangını ile ilgili kitap, “Gerçeklerin kendileri bize neyi gösteriyor? Yangın Ermeni mahallesinin güney kenarı boyunca dört noktada birden hemen hemen ayni anda başlamıştır. Bölgede hakim olan rüzgarın (imbat) yönü güney batıdan güney doğu istikametinde olup bir saat muntazamlığıyla öğleyin veya saat ikiden gün batımına kadar sürmektedir. Bu bilindiğinden, yangının başladığı noktada öğleyin başlatılacak bir yangının kendi mahallelerini tamamen kül edeceğini, kentin en fakir bölgeleri olan Musevilere ve Türklere ait mahallelere ise hiç dokunmayacağını Rum ve Ermeniler zaten bilebilirlerdi. Rumlar ve Ermeniler böyle bir durumda ileride bir gün geri dönebilmeyi umdukları kendi mahallelerini niye yaksınlar? Türklerin ise bunu yapmakta bir nedenleri var. Dört gündür kentte sürmekte olan yağma, tecavüz ve katliamların izlerini tamamen yok etmek. Ve dahası, onlara göre Hıristiyanlığın Anadolu’da bulunan bu merkezinin silinmesi, kılıç ve ateşle yok edilip bitirilmesi gerekmektedir. Öyle de yapılmıştır. Smyrna’yı kimin ve neden dolayı yaktığında en ufak bir şüphe yoktur ve hiç olmamıştır. Bütün deliller Türklerin sorumluluğuna işaret etmektedir” diyordu.

Smyrna yangını

Smyrna yangınında ortak kanılardan bir tanesi yangın Ermenilerin oturduğu mahallerden başlatılıyor ve eşgüdümlü şekilde birçok bölge de aynı zamanda başlatılıyor. İlk alevler ayın 13’ünden itibaren başlıyor Amerikan Kız Kolejinin Müdürü Miss Minnie Mills, çıkartılan yangını şöyle anlatıyor; “Öğle yemeğinden hemen sonra okulun hemen yakınında yangın başladı ve hızla yayıldı. Bir Türk subayının bir eve elinde benzin veya petrol tenekesiyle girmesinden hemen sonra birkaç dakika içinde evin alevler içinde kalışını kendi gözlerimle gördüm. Okulumuzun kızları ve öğretmenleri de normal asker üniformalı, hatta bazıları da subay üniformalı Türklerin ellerindeki ucunda halı bulunan uzun sopaları sıvı bulunan tenekelere batırdıktan sonra evlere girişlerini ve evlerin tutuşmasını kendi gözleriyle bizzat gördüler. Yangın okulumuzun hemen önündeki caddenin karşısında bulunan evde (ermeni mahallesi) başlatılmıştı ve caddede bulunan sıradan her üçüncü veya beşinci ev tutuşturuldu. Bölge Türk mahallesinin uzağındaydı ve rüzgar (çok hızlı esmese de) Türk tarafından Hıristiyan mahallelerine doğru esmekteydi. Sanki rüzgarın uygun hali kollanıp beklenmiş gibiydi.’’ 

Yakın Doğu Yardım Organizasyonu Direktörü Mr. Jacquith “Sahildeki binalara da petrol atan Türkler görmüş. Kızılhaç teşkilatından bir binbaşı Davis de yangın güzergahındaki evlere ve caddelere dıştan petrol serpilişini görmüş. Mrs Birge, ellerinde teneke bulunan Türklerin evlere girdiğini ve hemen sonra evlerin tutuştuğunu gözleriyle görmüş.

 

 

Kilise 500 kişiyle ateşe verildi

Hapse atılanlar arasında işgalcilerle ilişkisi bulunduğu iddiasıyla Türklerin kara listesinde bulunan Socrates Onasis isimli İzmirli bir tüccar bulunuyordu. Socrates’in kardeşi Alexander alenen idam edilmiş, kız kardeşi ise içine doldurulan 500 kişiyle birlikte ateşe verilen bir kilisede yok olmuştu. Sokrates ise o sırada henüz on altı yaşında olan enerjik oğlu Aristotle’ın gayretleri sayesinde kurtuldu. Söylendiğine göre Aristotle bir Türk generali ve Amerikan başkonsolosu ile onlara o sırada çok kıt bulunan viskilerden bol miktarda temin etme karşılığında babasının özgürlüğünü satın almakta etkili olmuştu.’’

Gece sessizliği çığlıklar kesti

Görgü tanıkları anlatmaya devam ediyor, “Akşam üstüne kadar hafif malzemeden yapılma binlerce ev kül olmuş, yangın şiddetini arttıran rüzgar sayesinde sahile doğru kaçmakta olan on binlerce sığınmacıyı da denize doğru arkalarından kovalamıştı. Her şeyin üstünde yanan ceset kokusu sinmişti. Gece yarısında da sahilin cephesindeki sırada bulunan tüm evler hepsi birden alev aldı. Kalabalıklar suyun kıyısına doğru sığmaya ve sığınmaya çalışırken King George V isimli savaş gemisinin kaptanı Bertram Thesinger hayal edilebilecek en korkunç çığlığı duyduğunu söylüyor. O sırada hala Toronto Star gazetesinin muhabiri olan Ernest Hemingway bunu şöyle yazar. “Biz limandaydık ve onlar da hepsi rıhtımdaydılar ve gece yarısı çığlık atmaya başladılar. Iron Duke isimli gemiyle İzmir’e gelmiş olan Daily Mail muhabiri Ward Price ise şöyle yazdı: “Denizin yüzeyi yanan bakır gibi parlamaktaydı. Yirmi ayrı volkanın fışkıran alevlerinin dilleri burularak yüz fit yukarıya yükselmekteydi. Yunan kiliselerinin kuleleri, camilerin kubbeleri ve evlerin düz çatıları bir alev perdesinin gerisindeki siluet olarak seçilmekteydi.

Öldüğünde ayakta kaldı

Sahile yığılmış olan binlerce Rum ve Ermeni’nin oluşturduğu kalabalık şimdi o kadar sıkışmıştı ki bir adam öldüğünde ayakta kalmaya devam etmekteydi. Hala canlı olanlar için çok aykırı bir işaret denizden esintiyle gelen müzik sesiydi. Rutinin dışına çıkmama kararlılığındaki İngiliz donanmasının bayrak gemisinin güvertesindeki bando hafif akşam yemeği parçalarını çalmaya devam etmekte idi.’’

İzmir yangını ya da daha doğru telaffuz etmek gerekirse 1922 yılında yaşanan pogroma ilişkin görgü tanıklarının daha sayfalar dolusu anlatımları mevcut ama bu yazımızı aşacak bir durum arz ettiği için yeterlidir diye düşünüyorum. Şimdi uzunca alıntılayacağım olduğum bölüm aslında soykırımların, pogromların, katliam ve tehcirlerin gerçek nedenini ortaya koyuyor. İzmir pogromunda Amerika’nın bütün gerçekliği gördüğü halde nasıl büyük bir ihanet içerisine girdiğini de bir kere daha bu uzun alıntı sayesinde görmüş oluyoruz.

Amerika’nın büyük ihaneti

“Edward Hale Bierstadt’a göre bu suç inkar edilemez biçimde Türklerin mesuliyetindedir. Bierstadt ABD Acil Durum Komitesi yetkili genel sekreteri, olarak yangından sonra kongreden bu konuyla ilgili bir sığınma yasası geçirmiş, The Great Betrayal (Büyük İhanet) isimli bir de kitap yazmıştı. Kitapta yazdıkları Amerikan Devlet Bakanlığını öyle şoke etmişti ki içindekileri yalanlatmak için Washington’un Yakın Doğu masası şefi Allen Dulles ile temasa geçti. İncelemesi sonucunda kitapta yer alan aşağıdaki bölümde anlatılanlar üzerinde Dulles de herhangi bir yanlış veya mübalağa bulamadı;

“Gerçeklerin kendileri bize neyi gösteriyor? Yangın Ermeni mahallesinin güney kenarı boyunca dört noktada birden hemen hemen ayni anda başlamıştır. Bölgede hakim olan rüzgarın (imbat) yönü güney batıdan güney doğu istikametinde olup bir saat muntazamlığıyla öğleyin veya saat ikiden gün batımına kadar sürmektedir. Bu bilindiğinden, yangının başladığı noktada öğleyin başlatılacak bir yangının kendi mahallelerini tamamen kül edeceğini, kentin en fakir bölgeleri olan Musevilere ve Türklere ait mahallelere ise hiç dokunmayacağını Rum ve Ermeniler zaten bilebilirlerdi. Rumlar ve Ermeniler böyle bir durumda ileride bir gün geri dönebilmeyi umdukları kendi mahallelerini niye yaksınlar?. Türklerin ise bunu yapmakta bir nedenleri var. Dört gündür kentte sürmekte olan yağma, tecavüz ve katliamların izlerini tamamen yok etmek. Ve dahası, onlara göre Hıristiyanlığın Anadolu’da bulunan bu merkezinin silinmesi, kılıç ve ateşle yok edilip bitirilmesi gerekmektedir. Öyle de yapılmıştır. Smyrna’yı kimin ve neden dolayı yaktığında en ufak bir şüphe yoktur ve hiç olmamıştır. Bütün deliller Türklerin sorumluluğuna işaret etmektedir.”

İftira mektubu

Çok sayıdaki görgü şahidinin ifadelerine, ve eldeki onca kanıta rağmen ABD hükümet yetkilileri nezdinde Türklerin suçlanması konusunda bilinçli bir isteksizlik mevcuttu. Resmi çevrelerde basında yer alan bilgilerin “aşırı mübalağalı” olarak görüldüğü ve minimize edilmek üzere aşırı bir gayretkeşliğin yaşandığı görüldü. Edward Bierstadt’a göre bunun nedeni Türkiye ile olan devasa ticari menfaatler idi. Kuşkusuz o sırada Standard Oil, American Tobacco ve Chester Concession şirketlerinin Türkiyede çok büyük girişimleri ve yatırımları söz konusu idi. Ama bir başka neden daha vardı. Savaşın başından beri ülkeler Yunanistan ve Türkiye taraftarları olarak ikiye bölünmüştü. İstanbul’daki güleryüzlü Amerikan yüksek komiseri Amiral Mark L. Bristol ayni zamanda bölgedeki Amerikan deniz kuvvetlerinin de komutanı idi. Amiral Bristol, Mustafa Kemal henüz Smyrna’ya bile gelmeden bahriyeli bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle demişti; “Bence Yunanlıların dünyanın bu bölgesinde herhangi bir şeye sahip olmalarına izin vermek bir felaket olur. Yunanlılar yakın doğu bölgesindeki en kötü kavim.” Tabii bu düşüncede birisi olarak Amerikan Deniz Kuvvetleri komutanına yazdığı telgrafta şöyle diyordu; “Anadolu’dan geri çekilirken hep kendi köylerini yaktıkları göz önünde bulundurulursa Hıristiyanların Smyrna’yı da kendilerinin yakmış olmaları kuvvetle muhtemeldir” diyor ve “Basında yer alan mübalağalı ve endişe verici yazıları dengelemek üzere hadiselerin resmi muhasebesini veren bir karşı açıklamanın bir an önce yapılmasını” tavsiye ediyordu. O güne kadar bu konu hakkında sükunet telkin eden ve aşırı ifadelerde bulunulmamasını isteyen Amerikan hükümeti Bristol’un telgrafını (22 Eylül) aldıktan sonra epey rahatlamış olmalıdır. Amiralin yazısından ilhamla ABD hükümetinin konuya ilişkin yaptığı resmi açıklamada şöyle denilmektedir.

Kundaklamayı Türkler yaptı

Smyrna’nın Milliyetçiler tarafından işgalinden bu güne kadar vuku bulan tüm hadiseler sırasında olaylara bizzat tanık olan Amerikan subaylarının anlatımlarına göre; kentteki cinayetler bireyler ya da küçük maganda veya asker guruplarınca işlenmiş münferit olaylar niteliğindedir. Katliam niteliğinde kitle cinayetleri olmamıştır. Yangın esnasında limandaki teknelere binme girişimleri sırasında veyahut da rıhtım duvarından denize düşerek boğulanlar olmuştur ancak sayıları azdır. Yangından kaçan çok sayıdaki insanın limanda toplanması üzerine bu kalabalık Türk askerleri tarafından koruma altına alınmış, ancak isteyenlerin limandan ayrılmaları askerler tarafından asla engellenmemiştir. Yangın, cinayet, ve kaza sonucu ölümlerin sayısını tahmin etmek imkansızdır, ancak toplam sayı muhtemelen iki bini geçmez. İngiliz Yargıç kundaklamanın Türkler tarafından gerçekleştirildiğini söyledi.

Yargıcın kararı

1924 yılında açılan bir dava sonucu eldeki delilleri inceleyen İngiliz yargıcın ulaştığı sonuç ise buna göre çok farklıdır. Smyrna’daki yangın sigortalarının çoğu İngilizlerin elinde idi, ancak sigorta poliçeleri düşmanlık ve savaş gibi durumları kapsamamaktaydı. O yüzden Guardian Assurance Company bu maddeye dayanarak American Tobacco şirketinin yanan malları için açtığı 600 bin dolarlık sigorta tazminatını ödemedi. Çok sayıdaki görgü tanıkları mahkemeye tanıklık yaptılar. Kraliyet deniz kuvvetlerinden bir binbaşı, İngiltere Başkonsolosu Sir Harry Lamb, tecavüz edilen bir hanımefendi, İzmir İtfaiye Ekibi üyeleri, hepsinin müttefik oldukları bir konu vardı. Yangınlar Türkler tarafından ve kundaklama sonucu çıkarılmıştı. Yargıç kararını hiç tereddütsüz verdi ve suçun Türklerde olduğunu açıkladı. (Kaynak: Lords of the Golden Horn - The Fire of Smyrna)’’ 

Pogromun itirafı

İzmir Yangını için Falih Rıfkı Atay: Ordu komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Yazımı bitirirken de Türk tarafının İzmir pogromuna ilişkin sessizliğini ve Mustafa Kemal’in Nurettin Paşa öfkesinin altındaki yatan nedenleri sorgulayan tarihçi Ayşe Hür “Bunun cevabı belki de Falih Rıfkı’nın şu satırlarında gizlidir’’ diyerek korkakça da olsa Falih Rıfkı Atay’ın 1922 yılında Türkler tarafından gerçekleştirilen pogromun itirafını da gözler önüne seriyor.

Tarihçi Ayşe Hür’ün aktardığına göre Falih Rıfkı Atay, “Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk’ün Nureddin Paşa’yı eskiden beri sevmediği Nutuk’unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini harp divanına verip mahkûm bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin Paşa’nın biri İzmir’de, biri İzmit’te tertip ettiği iki linçin hikâyesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır (iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos [Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal’dir. Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuru tahripçilik hissinden başka bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi” diyordu. (Falih Rıfkı, Çankaya, s. 324-325.)¹4

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.