Kürtlerin bitmeyen birlik arayışı

Dosya Haberleri —

  • Tarihçi Necip Mansız, Kürtlerin her ne kadar kendi aralarında çatışma ve çelişkileri olsa da her dönem ve şartlarda birlik olma mücadelesi verdiğini söyledi.

SELAMİ ASLAN
PARİS

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tarih bölümünü İbnü’l Esir’in el-Kamil Fi’t -Tarih Eserine Göre Kürtler ve Yaşadıkları Bölgeler adlı yüksek lisans teziyle bitiren Kürt tarihçi Necip Mansız, Ortaçağ Kürt tarihini derinlikli çalışıyor. Bu kapsamda yakın zamanda bir kitabı çıkacak olan tarihçi Mansız’a Kürtleri ve birlik arayışlarını sorduk.

Ortaçağ dünyasında Kürtlerin durumu neydi, siyasi ve coğrafik olarak dağılımı nasıldı?

Ortaçağ İslam tarih ve coğrafya eserlerine baktığımızda Kürtler dağlarla özdeşleştirilen bir halk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu eserler detaylı tarandığında 10. yüzyıldan önce Kürtlerin yaşadıkları ve doğu hududu olarak kabul edilen İran’ın kuzeybatı dağlık kesimi olarak bilinen el-Cibal dışında; Irak-ı Acem, Fars, Azerbaycan, Ermenistan, ez-Zevzan (Zozan) ve el-Cezire’nin yukarı Dicle havzasında yaşadıklarına dair kayıtlar mevcuttur. Bu coğrafyaların geneli dağlık olduğu için Kürtlerin önemli bir kısmı sarp dağlardaki geniş platolar üzerinde yaşamaktaydı. Ayrıca Elbruz dağlarından inerek Hazar Denizi’ne ulaşan akarsular ile birlikte Zagros dağlarından Huzistan Ovası’na ve oradan Basra Körfezi’ne doğru akan büyük nehirler etrafında göçebe ve yarı göçebe bir şekilde hayatlarını devam ettiriyorlardı. Bunun dışında Irak’ın kuzey ve kuzeydoğu hududundaki Alp kıvrım kuşağı içerisinde bulunan ve Güneydoğu Toros ile Zagros dağlarının uzantısı olan yüksek dağların arasındaki Dicle’nin kollarından Habur ile Büyük ve Küçük Zap sularının açtığı derin vadiler boyunca yayılmışlardı. Her ne kadar Kürtler bu dönemde göçebe ve yarı göçebe olarak lanse edilse de yerleşik hayatı benimseyip kendi kurdukları şehirler ile Fars veya Arapların elindeki güçlü kale ve şehirlerin etrafında tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktaydılar. Ayrıca nüfusun bir kısmı tarım dışında ormancılıkla uğraşırken Kürtler arasında gönüllü veya ücret karşılığında savaşan ve İran’dan Mısır’a kadarki sahada çeşitli siyasi teşekküller içerisinde görev alan bir Harpçı Sınıf da olduğu bilinmektedir. Kürtlerin yaşadıkları bu coğrafyalar başta Kürdistan olarak anılmazdı. 10. yüzyıldan sonra bu coğrafya, Kürtlerin yaşadığı yer anlamına gelen Arz-ı Ekrad, Sahrâ-i Kirad, Bilâdü’l-Ekrad, Cebelü’l-Ekrad Rem-i Ekrad ve daha sonra 12. yüzyılda Kürdistan olarak anılacaktır.

Ortaçağ’da Kürtlerin sosyal örgütlenme şekli aşiretler üzerine şekillenmişti. Bu aşiretler zaman zaman birbirleriyle mücadele etseler de çeşitli sebeplerden güçlü ittifaklar da kurmuşlardır. Bu ittifaklar bütün Kürt aşiretlerini kapsamamaktadır. Ortaçağ kaynakları Fars bölgesinde dört veya beş grup halinde ve her biri 100 bin haneye sahip olarak “Remum” veya Rem-i Ekrâd diye tabir edilen aşiretler konfederasyonu karşımıza çıkmaktadır. Remum’un “Kürtlerin Bölgesi” anlamına gelir; Şiraz, Kirman, Erdeşir, Huzistan ve İsfahan arasında kalan sahalar olarak tanımlanmaktadır. 10, 11 ve 12. yüzyılda Kürt aşiretleri değişik Kürt hanedanlık ve devletleri adı altında konfederasyonlar şeklinde bir araya gelip siyasi ittifaklar yapmışlardır. 10. yüzyılın ortalarına kadar (960-961) Dînever, Hemedân, Nihâvend, es-Sâmaxân ile Azerbaycan’dan Şehrizûr’a kadar uzanan geniş coğrafyayı 50 yıl boyunca hâkimiyetleri altında tutan Vendâd ve Gânim kardeşlerin yönettiği Ayşâniyye Kürt aşireti ünlü Kürt hanedanlıklarından Hasneveyhiler ile evlilik yoluyla siyasi ilişkiler geliştirmişlerdir. Hasneveyhiler hanedanlığı, 10. yüzyılın sonları ile 11. yüzyılın ilk çeyreğinde (969 ile 1015) el-Cibâl’den Fars bölgesine kadar uzanan bir bölgede; Sermâc, Dînaver, Hemedân, Nihâvend, es-Sâmağân, Şehrizûr ile Fars’ta bulunan Kum’a bağlı Kûrder kenti ve civarında devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu vesileyle birçok Kürt aşireti, gerek akrabalık yoluyla gerek siyasi yollarla Hasneveyhilerle ittifak ilişkilerine girmişlerdir. Bu aşiretlerden biri de çok kalabalık bir Kürt aşireti olan Şâzencânlar’dır. Bu aşiret Hasneveyhilere bağlı bölgesel ittifaklar geliştirmiştir.

Hasneveyh’in ölümünden sonra oğlu Bedr döneminde de bu bölgesel ittifakın akrabalık ilişkilerine dönüştürülüp ilerletildiği görülmektedir. Hasneveyhilerle bir araya gelip bölgesel ittifak kuran Kürt aşiretleri başta Şazencanlar, Cevrekanlar, el-Luriyye ve ismini sayamadığımız diğer kürt aşiretleridir. Hatta Hasneveyhiler ile ünlü Kürt hanedanlıklarından biri olan Annazilerin bile anlaşma yaptıkları ve bu anlaşmayı evlilik yoluyla teyit ettikleri görülmektedir. Aynı durumu tarihi Azerbaycan ile Aras ve Kura nehirleri arasında kurulan Ravvadi ve Şeddadi Kürt hanedanlıkları döneminde de görmekteyiz. Bu iki hanedanlık da birçok Kürt aşiretiyle ittifak ilişkisi geliştirmişlerdir.

Yalnız bu hanedanlıklar arasında en dikkat çekici olan Mervani Kürtleridir. Mervaniler 990 ile 1085 yılları arasında Diyar-ı Bekr bölgesinde, yani bu günkü Yukarı Dicle Havzası’nda hâkimiyet sürdüren önemli Kürt devletlerinden biridir. Bu hanedanlık Hamîdiyye/Humeydiyye aşireti içerisinde çıkmıştır. Bu hanedanlık yaklaşık yüz yıl ayakta kalmıştır. Bunun sebebi de Cibal bölgesinde tutunamayan Kürt aşiretlerinin, daha batıya Mervanilerin hâkimiyet kurduğu alanlara gelip bu bölgeleri hem koruması hem de bölgenin Kürtleşmesine vesile olmasıdır. Bu anlamda Mervaniler birçok Kürt aşiretini bünyesinde barındıran bir Kürt devletiydi.

Benzer Kürt aşiret ittifaklarının olduğu devletlerden biri de kaynakların Kürt devleti diye tabir ettiği ve Selahaddin Eyyubi’nin kurduğu Eyyubi devletidir. Birçok Kürt aşiretini Selahaddin öncülüğünde Suriye ve Mısır bölgesinde görmekteyiz. Bu aşiretlerden önemlileri Mihrâniyye, Hakkâriyye, Zerzâriyye vb Kürt aşiretleridir. Ortaçağ dünyasında Kürtlerin genel durumu bu şekilde olup siyasi ve coğrafi dağılımları böyleydi.

Ortaçağ dünyasında Kürtlerin diğer komşu toplumlarla devlet, aşiret ve imparatorluklarla kurduğu ilişkiler ne düzeydeydi?

Ortaçağ’da hem kendi aralarında hem de komşu toplumlar, devletler ve imparatorluklarla ilişkileri bazen savaş, bazen de anlaşma ve ittifaklar şeklindeydi. 636 ile 637 yıllarında Halife Ömer döneminde Kürtlerin yaşadığı bölgelere bir işgal harekâtı başladı. Bu dönemde Kürtler ve Farslar, Arap İslam ordularına karşı bir araya gelip ittifak kurmalarına karşın başarıya ulaşamadı. Arap İslam ordularına yenilip bu dönemde toprakları İslam orduları tarafından işgal edildi. Arapların daha kuzeye Azerbaycan bölgesine yönelmeleri burada bulunan Kürtler ve diğer halklar İslam ordularına karşı ortak harekat etti. Kürtler ve diğer halkların bu işgalcilerle başa çıkmaması sonucu 800 bin dirhem vergi karşılığında anlaştıklarına dair kayıtlar mevcuttur. Bu anlaşmanın Kürtler açısından en önemli maddesi Belâsecan, Sebelan ve Sitêrvedan Kürtlerin yaşayışlarına dokunulmaması, Ateşgede olarak kullandıkları mabetlerinin yakılıp yıkılmamasıdır.

1030’da Revadi Kürt devletinin toprakları olan Hazar Bölgesi’ne Ruslar ani bir baskın düzenledi ve on binlerce Kürt’ü öldürüp bölgeyi işgal etti. Haberi alan Revadi reisi Merzeban, Ruslar üzerine yürüdü ve işgal edilen topraklarını geri aldı. 1037’de önce yağmacı ve talancı Oğuzlar Revvadi Kürt hadedanının Azerbaycan hâkimi Vehsûzân b. Mehlan’ın bulunduğu bölgeye geldi. Her ne kadar Vehsûzân bunları iyi karşılayıp evlilik yoluyla akrabalık tesis etse de bu durum onların bölgedeki yağma ve talan faaliyetlerini durduramadı.

Oğuzlar, Merağa şehrine girip Hezbani Kürt aşiretinden birçok kişiyi öldürdü; Merağa camisi başta olmak üzere şehri yakıp talan etti. Başta bölge halkı olmak üzere Revvadi hükümdarı Vehsûzân ile Hezbanîye hanedanı hükümdarı Ebû’l-Heyca b. Rebîbüddevle işbirliğinde bulundular. Oğuzlar bu bölgeden çıkartıldı.

Oğuzlar bu sefer Kürtlerin hüküm sürdüğü diğer bölgelere yöneldi. Bu bölgelerden biri de Kürtlerin batı toprakları olarak bilinen Mervanilerin hüküm sürdüğü topraklardır. Burada ve Arapların hüküm sürdüğü yerlere de girip yağma ve talan faaliyetlerine devam ettiler. Mervaniler ve Beşneviyye Kürt aşireti başta olmak üzere diğer Kürt aşiretleri ve Araplar birleşip Oğuzları geriletseler de onları durduramadı.

Oğuzların bu bölgedeki yağma ve talan faaliyetleri uzun zaman devam edince Mervani hükümdarı Nasruddevle, Selçuklu sultanı Tuğrul’a bir mektup yazarak onları şikâyette bulundu. Tuğrul, rahatlatıcı bir cevap yazsa da daha sonra Kürt coğrafyasına girip Kürtlerin bütün topraklarını ele geçirdi. Tuğrul, önce 1054-1055 yılında Azerbaycan bölgesine girip başta Revadi Kürt hanedanı olmak üzere burada bulunan diğer Kürt aşiretlerini kendisine bağladı. Kürt coğrafyasında Oğuzlar, Selçuklu öncülüğünde yağma ve talan harekâtlarını daha ileri taşıdı. Irak bölgesinde Abbasi devletine bağlı bulunan Kürtler ve Araplar, Abbasi yönetiminin Oğuzların bu yağma ve talan faaliyetlerine karşı koyamamasından dolayı 1054’te ittifak kurup Abbasi saltanatına karşı isyan etti.

Öte yandan Mervaniler ile Şii Büveyhoğulları arasında diyalogun başladığı ve Sünni Mervanilerin 1044-1045 yılında Diyar-ı Bekr bölgesinde hutbeyi Bağdat’ta oturan Büveyhi halifesi adına okuttuğu ve halifenin ise ona Muhyiddîn lakabını verdiği kayıtları mevcuttur.
Daha sonra batıya ilerleyen Tuğrul 1055’te Mervani Kürtlerinin topraklarına girdi. Bu tarihten sonra hutbeyi kendi adına okutup siyasi üstünlüğünü Mervanilere kabul ettirdi. Ayrıca 1055 yılı içerisinde Bizans İmparatoru, Selçuklu Sultanı Tuğrul’un elinde tutsak olan Abhaz Kralı’nın serbest bırakılması için Mervani Hükümdarı Nasruddevle’den arabulucu olmasını istedi. Nasruddevle’nin ricası üzerine Tuğrul koşulsuz şartsız Ahvaz kralını serbest bıraktı. Bundan sonra Kürtler ile Selçuklular arasında bazı askeri işbirlikleri olduğu tarihen sabittir. Bunlardan biri 1055’te Tuğrul’un Bizanslıların elinde bulunan Malazgirt’i kuşatması ve Mervanilerin onun bu seferine destek vermeleri için bir grup asker göndermeleri ve kışın bastırması sonucu sefer başarıya ulaşamıyor. Daha sonraki ve en önemli seferlerden birini teşkil eden 1071 Malazgirt seferidir ki Kürtler on bin kişilik askeri birlikle destek veriyor.
Bundan sonra yani 1085’te Kürt coğrafyası tamamiyle Türklerin eline geçti. Türkler ile Kürtler arasında sorunlar devam etti. Kürtlerin bir güç haline gelmesini engellemek için İmadeddin Zengi, 1133-1134’te Musul’un kuzeyinde bulunan Hakkariye, Mihraniyye ve Hamidiyye Kürt aşiretlerinin kalelerini ellerinde aldı.

1185’te Kürtler ve Türkler arasında Zozan bölgesinde ortaya başlayan ve el-Cezire, Kapadokya, Suriye ile Azerbaycan’a kadar yayılan ve 10 yıl devam eden bir Kürt-Türk çatışmasını görmekteyiz. Olayların geniş bir coğrafyaya yayılması her iki taraftan on binlerce insanın ölmesi üzerine Zengilerin emirlerinden Mücahiddüddin Kaymaz, Kürt ve Türkmen önderlerini bir araya toplayarak aralarında büyüyen bu olaya son verip barışı sağlamıştır.

Bunun dışında Kürt devleti Eyyubiler döneminde de Selahaddin ve Haçlılar arasında savaşlar ve antlaşmalara dair tarihi kayıtlar mevcuttur. Bunun dışında 1220 ve sonraki süreçlerde Moğollar ile Kürtler arasındaki ilişkiler dikkat çekicidir. Kürtler bu dönemde Moğollara karşı aşırı bir direniş gösterdikleri gibi onlarla işbirliği kuran Kürt aşiretleri de mevcuttu.

13. yüzyılda Harzemşahlar döneminde de benzer durumlar mevcuttur. Ayrıca 15. yüzyılda Timur’un Kürdistan’a seferinde Kürtlerle Timur ordusu arasında çok çetin bir savaşın verildiği Timur’un Kürdistan’ı tarumar ettiğine dair kayıtlar mevcuttur.
Toparlayacak olursak; Ortaçağ’da Kürtler, Arap İslam ordularıyla başlayıp Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Büveyhiler, Türkmen atabeylikleri, Bizans İmparatorluğu, Moğollar, Harzemşahlar ve Timurlularla gerek savaşlar gerekse de anlaşmalarla ilişkiler geliştirmiştir.

Kürtlerin kendi aralarındaki birlikleri nasıldı, hangi temel saiklerle bir araya gelmişlerdir?

Ortaçağ dünyasında ulus devlet fikirleri tamamıyla oluşmamıştı. Dolaysıyla Ortadoğu halkları kendini bir ulus veya millet fikrinden çok bir dini aidiyet üzerinden tanımlıyordu. Bu döneme Kürtler açısından baktığımızda Kürt aşiretleri de daha çok ait oldukları inanç eksenli bir araya gelip toplanıyorlardı. Sünni Kürtler Sünni Kürtlerle, Şii Kürtler Şii Kürtlerle, Harici Kürtler Harici Kürtlerle, Hristiyan Kürtler Hristiyan Kürtlerle ve Êzîdî Kürtler Êzîdî Kürtlerle daha çok bir araya geliyordu. Hatta bazen inanç eksenli kendi aralarında mücadele ettikleri de oluyordu. Herhangi bir dış müdahalede bazen ortak hareket eden dini inançtaki Kürtler vardı. Dış müdahaleler sonucu bazen farklı bir inançtaki Kürt aşireti başka inançtaki bir Kürt aşiretinin bölgesine sığınabiliyordu. Diğer aşirette Kürt gelenekleri gereği kendilerine sığınan kim olursa olsun her türlü koruyup kolluyordu. Bu dönemde birçok Kürt hanedanı ortaya çıkmıştı. Fars ve Irak bölgesinde Hasneveyhiler, Annaziler, Şebankareliler; Luristan bölgesinde Lurlar; Azerbaycan Bölgesinde Seddadiler ve Revadiler; El-Cezire bölgesinde Mervaniler vb. Bunlar bulundukları bölgelerde diğer Kürt aşiretleriyle gerek evlilik yoluyla akrabalık, gerekse bölgesel ittifaklar yapıp bulundukları bölgelerde varlıklarını devam ettiriyorlardı. Kürtler, Ortaçağ’da aşiretçilik, dini aidiyet, evlilik ve bölgesel ittifaklar gibi saiklerle bir aradaydı.

Ulus devlet pratikleri ortaya çıktığı dönemde Kürtlerin durumu neydi?

Bilindiği gibi ulus devlet modelleri 1789’da Fransız Devrimi’yle gerçekleşti. Bu dönemde mutlak monarşi yıkılıp yerine cumhuriyet, imparatorlukların yerini ise ulus devlet modelleri aldı. Ulus devlet pratikleri daha ortaya çıkmadan önce 1680’de Mem û Zin adlı eserini Kürtçe kaleme alan ünlü Kürt düşünür, yazar ve dil bilimci Ehmedê Xanî’nin, Kürtlere birlik olması konusunda çağrıları vardı. Bu da bize gösteriyor ki, Kürt düşünürleri arasında bu dönemde milliyetçilik fikrinin geliştiği ve modern anlamda ilk Kürt milliyetçisinin Xanî olduğudur. Kürtlerin kendi döneminde birlik olmamasından yakınarak duygularını şu şekilde dile getirmektedir:

Olsaydı eğer bir ittifakımız bizim,
Hep birlikte bir birimize itaat etseydik,
O zaman dini de, devleti de ikmal eder,
Îlmi de, hikmeti de elde ederdik.

Ulus devlet fikirleri şekillendiği dönemden önce 1515’te Diyar-ı Bekr beylerbeyliği adı altında Kürdistan eyaleti kuruldu. Bu eyalet; Diyarbakır, Mardin, Cizre, Bitlis, Hasankeyf, Siverek, Cemişgezek, Çapakçur (Bingöl), Hizan, Sason, Palu, Sincar, Çermik, Hazzo, Eğil ve İmadiye bölgelerini kapsıyordu. Bu bölge Kürt aşiret reislerine verilen sancak ve rütbelerle yönetiliyordu. Burada amaç, Kürtlerin güçlenip bir araya gelmesini engellemek ve Kürt aşiretlerini birbirine karşı kullanmaktı. Hatta Osmanlılar merkezden buraya beylerbeyi atayarak bölgeyi kontrol altında tutuyordu. Ancak bölgeye gönderilen beylerbeyi Kürdistan eyaletinde keyfi muamelelerde de bulunuyordu. Buna bariz örnek 1655’te Osmanlı Van beylerbeyi Melek Ahmed Paşa tarafından Bitlis Kürt hanı Abdal Xan’a karşı aslı astarı olmayan bahanelerle sefer düzenlemiş ve Bitlisi alarak Abdal Xan’ın hanlığını dağıtmıştır. Diğer taraftan Kürdistandaki diğer Kürt beylerini bir birine karşı kullanarak aralarına nifak sokup düşmanlıklarını alevlendirmiştir.

Osmanlı uzun yüzyıllar Kürdistan eyaletini bu şekilde kontrol altında tuttu. Bu duruma bir dur diyebilmek için 19. yüzyılda Cizre’yi merkez edinerek Viranşehir, Sincar, Siverek, Diyarbekir, Siirt, Urmiye, Salmas ve Musul’a kadarki sahayı denetiminde tutan Botan Beyi Mir Bedirxan bağımsızlığını ilan etti. Bedirxan Bey bağımsızlığını İlan etmeden önce bütün Kürt beyliklerine ve aşiretlerine adamlarını gönderdi. Hatta düşmanı olan Hakkâri emiri Nurullah Bey ile ilişkilerini düzeltti. Müks (Bahçesaray) beyi Addal Xan’ı tarafına çekerek Mardin ile İran arasındaki bütün bölgeyi denetimi altına aldı ve Kürt aşiretlerinin çoğu Bedirxan Bey’in vassalı oldular. Osmanlı, bu isyanı bastırarak Bedirxan Bey’i sürgüne yolladı ve hayatı sürgünde sona erdi.

Benzer durum Şeyh Mahmut Berzenci’nin 1918’de kendisini Kürdistan’ın kralı ilan ederek başlatmış olduğu isyanda da görmekteyiz. Kürt aşiretleriyle ittifak kurarak krallığını ilan eder. İngilizlerin ve Arapların ittifakı sonucu yenilir ve teslim olur 1956’da Bağdat’ta vefat eder. Ulus devlet pratikleri ortaya çıktığı dönemde Kürt hanedanlıkları ve aşiretleri ittifak kurup birleşse de dışarıdan destek görememeleri sonucu Osmanlı ve Arapların desteğiyle bu isyanlar bastırılır. Kürt hanedanlıkları ve aşiretleri dağıtılıp bir güç olmaları engellenir.

Kürtler birlik konusunda geç mi kalmışlardı?

Her çağın bir dili ve ruhu vardır. Tarihi olaylar ve olgular zamanın diline ve ruhuna göre değerlendirilmelidir. Bunu coğrafyaya göre değerlendirmek lazım. Kürt coğrafyasının aşırı dağlık olması Kürtler arasında heterojenliği sağlayan iletişimi engellemişti. Dolayısıyla coğrafyadan kaynaklı olarak birbirlerinden geç haberdar oluyorlardı. Bir yerde başlayan isyan başka yerlere ulaşmadan bastırılıyordu. Kürtlerin birlikte hareket etmesi engelleniyordu. Kürtler ulusal birlik konusunda o zaman geç kalmadılar. Zamanın dili ve ruhu buna uygun değildi.

Kürtler, belki de hiçbir dönem, şimdi olduğu gibi ulusal bir bilince sahip değildi. Kürtler ulusal birlik konusunda nerede tıkanıyor, nasıl bir yol ve yöntem geliştirilmeli?

Evet. Kürtler bugün olduğu gibi tarihte hiçbir dönem bu kadar ulusal birliğe yaklaşamadılar. Zamanın dili ve ruhu da buna uygun ve kendilerini de bu ruha ve dile uygun hale getirmeleri gerekiyor. Kürtlerin ulusal birlik konusunda tıkandığı noktalar vardır. Kürtler tarihte bağımsızlık için her yolu denedi fakat ulusal birlik için çaba sarf etmedi. Kürt coğrafyasının Farslar, Araplar ve Türklerle sınır olması, bu devletlerin Kürtler ve coğrafyaları üzerindeki emelleri Kürt coğrafyasının parçalanmasına da sebep olmuştur.
Osmanlı ile İran devleti arasında 1639’da yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla Doğu Kürdistan (Rojhilat) parçası İran’a verildi. Daha sonraki süreçte Osmanlının parçalanmasıyla yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 1923’te Türkiye, Irak, Suriye ve birçok Batılı devlet ortaklaşarak Lozan Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Kürdistan’ın kalan diğer parçası da Irak, Suriye ve Türkiye arasında üçe (Bakur, Başûr ve Rojava) bölünmesiyle sonuçlandı. Yani hayata tek bakan bir kardeş dörde bölünmüştü. Bu devletlerin Kürtler üzerindeki farklı yol ve yöntemleri onların her parçada farklı ideolojilere bölünmelerine sebep oldu. Dolaysıyla bu devletler Kürtler üzerinde istedikleri oyunu oynayabileceklerdi. Kürtler kendi aralarında dağınık ve kavgalı hale geldi. Bu durum, Irak devrik diktatörü Saddam Hüseyin’in, “Kürtlerden korkmuyoruz. Çünkü zaten kendi içlerinde çatışma ve dağınık haldeler” şeklinde sözlerini akla getiriyor. Kürtler bu sözü tarihi hafızalarına kaydetmeliler.
Bir de Kürtler ulusal birliği kurmadan çok büyük ve güçlü partilere bölündüler. İdeolojik olarak hayata farklı bakan bu patilerin her birinin on binlerce silahlı askeri gücü var. Dolaysıyla bu güçler bazen birbirlerine karşı silah kullandı. Hatta Kürtler birbirlerine karşı onur kırıcı ithamlarda bulundu. Kürtler bu konuda tıkandı. Kürtlerin birbirine yakıştırmaya çalıştıkları bu onur kırıcı ithamların ortadan kalkması ve yurtsever bir çizgide birbirlerini sahiplenmeleri gerekir. Daha da önemlisi birlik için iyi niyet, birbirine uygun yaklaşım ve toparlayıcı bir dil kullanılmalıdır. Kürt örgütleri bir araya gelip Kürdistan ve Kürtlerin ulusal çıkarlarını partiler sütü tutmalıdır. Birliğe aşiret, parti ve örgüt eksenli bakılmamalıdır. Kürt halkının gözüyle, ruhuyla, özlemleri ve arzularıyla bakılmalıdırlar. Kürtlerin çıkarları ve Kürdistan’ın statüsü esas alınmalıdır. Geçmişteki hataları bir kenara bırakıp geleceği inşa etme yollarına bakmalıdırlar. Bütün Kürt partilerinin ortak bir amaç etrafında birleşmeleri, yani Kürdistan’ın statüsü ve Kürt ulusal değerleri etrafında birleşmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda ortak kararlar almalıdırlar. Eğer bunlar sağlanırsa Kürt ulusal birlik koşulları önünde bir engel kalmaz ve kendiliğinden sağlanır.

Güney Kürdistan ve Rojava’da Kürt yönetimleri ortaya çıktı. İki parçada da güçlü bir örgütlenme var. Nasıl bir ulusal birlik imkânı var, ulusal birlik sağlanırsa ne olur, sağlanmazsa ne olur?

Güney Kürdistan ve Rojava’da iki farklı ve güçlü yapıların ortaya çıkması, oluşacak Kürt ulusal birliği önünde bir engel teşkil etmiyor. Dünyanın diğer ulusları gibi Kürtler de ulus olmak için bünyesinde birçok parametreyi ve hatta fazlasını barındırmaktadır. Dünyada bunun birçok örneğine rastlanır. Örneğin Afrika ve Hindistan ulusal kongrelerinin toplanma şekillerine bakılabilir.

Eğer Kürtler ulusal birliği sağlamazsa nasıl 1986’da Halepçe’ye kimyasallar atıldıysa, Enfal’de 180 bin Kürt nasıl diri diri toprağa gümüldüyse, Şengal’de Kürt kadınları çoluk çocuk nasıl köle pazarlarında satıldıysa, Kobanê’de barbarlar tarafından neler yaşatıldıysa, Kürt şehirleri nasıl yerle bir edildiyse, Efrîn ve Serêkaniyê’de neler yapıldıysa aynı senaryolar tekrar eder durur. Bu nedenle ne olursa olsun Kürler bir araya gelip ulus olarak kendi kaderlerini tayin etmeli. Bir araya gelmeleri durumunda ise tarihte hiç görülmediği kadar büyük kazançlar elde edecekler. Her şeyden önce ulusal haklarını elde edecekleri gibi kimlik sorunlarını da ortadan kaldırmış olurlar. Uluslararası arenada prestij sahibi olacakları gibi sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını garanti altına alacaklar. Bir de Ortadoğu’da üzerlerinde oynanan bütün oyunları boşa çıkaracaklar.

Son dönemlerde Kürdistan’da çok tartışılan bir gerilim var Zînî Wertê örneğinde. Bir Kürt tarihçisi olarak Kürt güçlerine öneriniz nedir?

Kürdistan atalarımızdan torunlarına, yani bize bırakılan toprak parçasıdır. Dolaysıyla Kürdistan toprağı bir şahsın, bir ailenin veya bir partinin malı değildir. Bütün Kürtlerin ortak yeri ve yurdudur. Bu nedenle her Kürt’ün, Kürdistan toprağı üzerinde hakkı olduğu gibi bu topraklar üzerinde istediği yerde kalma, yerleşme ve yaşama hakkı vardır. Hiç kimse bu benim bölge sınırlarım içerisindedir sen veya öbürü buradan çık, deme hakkına sahip değildir. Kürtlerin birbirleriyle uğraşma zamanları yoktur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.