Kuşaklar boyu mücadele

Dosya Haberleri —

Mustafa Mesut Tekik

Mustafa Mesut Tekik

Mustafa Mesut Tekik, yaşamını yitirmeden önce ailesini ve özgürlük mücadelesiyle buluşma hikayesini anlatmıştı

  • Babam 65 veya 66 yılında, Kürt mücadelesine dair düşüncelerle tanışıyor. Kendisine sormuştum ne zaman tanıştığını, o da “Biz ilk Newroz ateşimizi 1965 veya 66 yılında Girê Nato’da yaktık. Öyle tanıştık bu fikirlerle” demişti. “Kimler vardı?” diye sordum, “Ben, Emin Altun [katledilen gazeteci Cengiz Altun’un babası] ve birkaç arkadaş” demişti... 

MIHEME PORGEBOL

24 Kasım 2024 tarihinde, o günün DEM Parti Batman İl Eşbaşkanı Mustafa Mesut Tekik’le, ailesinin Kürt özgürlük mücadelesiyle iç içe geçmiş hikayesini ve basın şehidi Gülistan Tara’nın hayatını öğrenmek için buluştum. Senede bir kez buluşabilen iki dostun samimiyetinde gerçekleşen bu görüşmede, üst üste gelen acıların Mustafa’yı yorduğunu görebiliyordum. İçinde biriken her şeyi anlattı, “sen makul bir dille yazarsın” dedi. 26 Kasım sabahı gözaltına alınıp ardından tutuklandığım için görüşmeyi yazamadım. İçerideyken Mustafa abinin hayata veda ettiğini duydum.

11 Mayıs’ta geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Mustafa Mesut Tekik, ailesinin Kürdistan özgürlük mücadelesiyle iç içe geçmiş hikayesini anlatmıştı. O iki bölümlük söyleşinin ilk bölümünü sizlerle paylaşıyoruz…

 

 

Ailenin geçmişinden başlayalım mı?

Dedem Hecî Evdila, kimi akrabalarıyla birlikte, henüz 13-14 yaşındayken Gercüş’ün Êsê köyünden Batman’ın Bêdya köyüne yerleşiyorlar. Tabii o zaman Batman yok, köy Beşiri’ye bağlı. Yerleşip 8-10 yıl orada kalıyorlar. Dedem Sînika aşiretinden Xezal nenemle evleniyor. Tilmerç’e yerleşiyorlar. Babam ve kardeşleri orada doğuyor. Babam henüz 3-4 yaşlarındayken dedem vefat ediyor. Ortaokulu bitiriyor ama devam edemiyor. İki yıla yakın vekil öğretmenlik yapıyor. O süreçte, yani 65 veya 66 yılında, Kürt mücadelesi ve Kürdistan’ın bir sömürge olduğuna dair düşüncelerle tanışıyor. Kendisine sormuştum ne zaman tanıştığını, o da “Biz ilk Newroz ateşimizi 1965 veya 66 yılında Girê Nato’da yaktık. Oradaki bekçiler bize tüfekle ateş de ettiler. Öyle tanıştık bu fikirlerle” demişti. “Kimler vardı?” diye sordum, “Ben, Emin Altun [katledilen gazeteci Cengiz Altun’un babası] ve birkaç arkadaştık” şeklinde cevap verdi.

Velhasıl 1969’da askerden dönünce SSK hastanesinde işe başlıyor. SSK hastanesi o zaman TPAO kompleksi içerisinde bir dispanser olarak işliyordu, çünkü işçiler buradaydı. Hastane, şu anki yerine 1970’de taşındı. Babamla annem 1971’de evleniyor. Annem Gülşen, Elikîdir. Anneannem Nergis, Süryanidir. Sonradan Müslüman oluyor. Annemin dayıları 2014’teki IŞİD barbarlığına kadar Rojava’daydılar. Bir tek George adında bir dayımız kaldı orada. Diğer dayılarım 2015’te buraya geldiler. Birkaç ay kaldıktan sonra Belçika ve Hollanda’ya gittiler. Tabii 70’lere girerken Özgürlük Hareketi henüz yok. Babam DDKD’li olarak politikleşmeye başlıyor. DDKD’nin Batman ekibi içerisinde yer alıyor. Bazen çevre köy ve ilçelere çalışmalar için gittiğimizde insanlar gelip “Babanla 70’lerde Ağrı’daki mitinge gittik Silvan’a, Siverek’e gittik” gibi şeyler söylüyorlar hala. Yani babamın böyle bir faaliyeti oluyor ama aynı zamanda SSK’de işçi.

Geçen gün İsviçre’den gelen biri anlattı, babamın 1975’te Batman Halk Kültür Derneği Başkanı olduğunu söyledi. 77-78’lerden itibaren babam Apocular ile tanışıyor. Tabii fraksiyon savaşları falan var ama babam hiç bulaşmadı o işlere. Babam arkadaşlara hep saygı duydu, arkadaşlar da ona saygı duydu. Babam, “Mazlum Doğan geldiğinde çok gençti, gözaltına alındı. Biz gittik, onu gözaltından kurtarmak için seferber olduk” diye PKK’li kadrolarla ilişkilerini anlatıyordu sık sık. 35 yıldır Almanya’da olan Maşallah Öztürk, o zamanlar bizim köyde öğretmendi. O tarihlerde babamla tanışıyorlar. Tartışıp sohbetler etmişler. Tilmerç’in yurtseverleşmesinde Maşallah Öztürk’ün büyük bir etkisi var. O dönemler Necdet Menzir, Batman’da emniyet müdürü. Babam o tarihlerde, 73 ve 74 yıllarında, birkaç sefer gözaltına alınıyor. Ben daha çok küçük yaşlardayım, ama hatırlıyorum eve gelip giden devrimcileri. Raman Mahallesi'nde oturuyordu. Raman Mahallesi o zamanlar Batman’ın tam göbeğiydi ve her gece çatışmalar vardı. Gözümüzün önünde işlenen birkaç cinayete tanık oldum ben. Bu cinayetlerden biri Edip Solmaz cinayetiydi. Evleri bizim tam karşımızdaydı. Bir akşam hava kararmadan önce, saat 17.00 gibi. Gözümüzün önünde katledildi. Başka bir gencin daha katline tanık oldum. Bembeyaz bir mont vardı üzerinde, kandan kıpkırmızı olmuştu. Yıllar sonra öğrendim kim olduğunu. Şikefta Köyü’nden Selim Baysal’mış adı.

76-77 yıllarına dair de aklıma Erivan Radyosu geliyor. Babam dinliyordu biz de kulak kesiliyorduk. “Guhdarên ezîz” diyen o hışırtılı sesi hiç unutmuyorum. Bir sabah uyandık, babam bahçedeydi, her şeyin artık daha zor olacağını söyledi. Beni bakkala gönderip “Git bir Cumhuriyet al” dedi. Çıktım, baktım her tarafta asker var, her yer kapalı. Eve dönerken de bir asker bana “Nereye lan? Eve koş yoksa delik deşik ederim” gibi şeyler söyledi, hiç unutmam. Tabii nedir ne değildir bilmiyoruz, meğerse 12 Eylül’müş, darbe olmuş. Eve döndüm, her yerin kapalı olduğunu söyledim babama. Aradan bir saat geçti. O zamanın deyişiyle birkaç cemse asker geldi evin önüne. Evi, bahçeyi, tandırı falan aradılar. Alıp götürdüler babamı. 60-70 gün boyunca babamı aradık. Batman Alay Komutanlığı’na gittik babamın görüşüne. Saçları kazıtılmıştı. Demirden kafeslerin içerisinde tutuluyorlardı. Velhasıl, 80 ile 81 yılları arasında en az 3-4 defa alındı. Tutukluluk değil, gözaltı. Tabii işkence de var.

 

 

Peki çıktıktan sonra sağlığı nasıldı? Daha doğrusu bu gözaltılar ve işkencenin sağlığı üzerinde nasıl etkileri oluyordu?

Zayıftı, saçları kazıtılmıştı, yürümekte bile zorlandığı anlaşılıyordu. Bir gece Raman Mahallesi'ndeki evimiz yine basıldı, eve doluştular. Biz akrabalarla altlı üstlü oturduğumuz için duyan akrabalar da aşağıya gelmiş, askerlerle tartışıyorlar. 8-9 yaşlarında olduğum için pek bir şey anlamıyorum. Sadece sesler geliyor bana. Yastıkla kulaklarımı kapattığımı hatırlıyorum. İçeride birileri vuruluyor çünkü; darp falan var, onların sesleri geliyor.

12 Eylül rejimi hem Türkiyeli sol-devrimcilerin hem de Kürt devrimcilerin üzerinden silindir gibi geçti. Ayakta bir tek direnenler kaldı. Direnen PKK’ydi, PKK kaldı. Daha doğrusu o zamanki yurtseverler kaldı ayakta. SODEP içerisinde örgütlenmeye başladılar. Salih Aktan’lar, Emin Ergin’ler, Sıddık Tan’lar SODEP içinde örgütlenmeye başladılar. Geri kalanların da bir kısmı cezaevinde, bir kısmı da Avrupa’da sürgünde. Neyse, kalanlar seçimlere girdiler. Babam 84 seçiminde belediye meclis üyesi oldu.

İlk yürüyüşümü hatırlıyorum. Sanıyorum 87 yılıydı. Nevzat Mirkan belediye başkan adayımızdı. 15 yaşındaydım. Sloganımızı hatırlıyorum, “Îro Xalo, Sibê Apo.” Apolitik bir slogan ama o zamanın ruhuna uygundu bana sorarsan. Tüm Batman, Nevzat Mirkan’a lakap olarak “Xalo” diyordu.

Biz 10 kardeşiz, en büyükleri benim. Babam 86’dan itibaren İHD yöneticiliği yaptı. Daha doğrusu Diyarbakır İHD Şube yönetiminde, Mehmet Kurhan ve Zübeyir Aydar’la birlikte Batman ve Siirt bölgesinde hem SODEP içinde hem İHD içinde faaliyet yürütüyorlar. Tabii aynı grubun içerisinde Vedat Aydın, Hatip Dicle gibi isimler de var. 1989 ya da 90’da, Batman’da kepenk kapatma eylemleri oldu. Babam da İHD yöneticisi olarak gazetelere “Bu zulüm kabul edilemez, özel timler kepenkleri balyozla kırıp açıyorlar” gibi bir demeç vermişti. Bunun üzerine gözaltına alındı. Ardından da Turgut Özal hükümeti, Sansür Sürgün Kararnamesi çıkarttı. Kürdistan’dan Zübeyir Aydar ve yanlış hatırlamıyorsam soyadı Sevilgen olan biri Çankırı’ya sürgün edildi. Batman’dan da babam ve Emin Altun sürgün edildi. Babam Kırşehir’e, Emin Altun da Yozgat’a gönderildi. İkisi de SSK hastanesi çalışanıydı. Hatırlıyorum, babamlar otogardan otobüse binip yola çıkacakken bine yakın insan onları sloganlarla uğurladı.

 

 

Nasıl bir ortamdı hatırlıyor musun? Biraz tarif eder misin?

Ben o zamanlar çok gençtim. Ayşe Acar Başaran’a da defalarca anlattım. Ayşe’nin 1993’te katledilen babası Bozo abi, o gün otogarda “Bimre zordarî”, “Kahrolsun sömürgecilik” gibi sloganlar atıyordu, millet de onun arkasından tekrarlıyordu sloganları. Bir yurtsever olarak oradaydı. O atmosfer bana hem dokunaklı hem de çok gurur verici gelmişti. 

Babam sürgün edildiğinde biz Kültür Mahallesi'ne taşınmıştık artık. Üniversiteye hazırlanıyordum. O ara Petrol-İş’ten birkaç yönetici bizi ziyaret etmiş, ne yaptığımı sormuştu, ben de üniversiteye hazırlandığımı söyledim. Bir kadın arkadaşlarının doğum iznine ayrıldığını, o gelene kadar yerine çalışıp çalışmayacağımı sordular, ben de “Tamam” dedim. Bu şekilde 1989 yılında Petrol-İş’e gittim, 2019’a kadar sürdü benim Petrol-İş maceram.

Anlayacağın, babam sürgünde ve biz de buradayız. Yurtsever bir aile olarak kim neredeyse orada çalışmaların içerisinde yer alıyor. Babam da artık bizim fikriyata yakın hale gelmiş. Tamam, eski DDKD’li arkadaşlarıyla da ilişkidedir ama esas çevresi artık bizimkiler. Ben Petrol-İş’e başladığımda artık çok geniş bir çevre ile görüşmeye başladım. Mesela, Rıza Altun geldi Batman’a, Mustafa Karasu geldi. Buradaki cezaevinde bulunan arkadaşların hepsini gördüm. Artık çok politik bir ortamdaydım. Sonradan katledilen Habip Kılıç’la çalıştık. O zamanlar daha 20’sine basmamış bir genç olduğum ve babam da sürgünde olduğu için arkadaşlar ayrıca sevip sahipleniyordu beni. O ortama “ilk akademim” diyorum. Benim çalıştığım alan ağırlıklı olarak şehit ve tutuklu aileleriydi.

Neyse, 93 yılında babam sürgünden geldi. Babam ketum bir adamdı. Hiçbir şey anlatmazdı bize. Bir kız kardeşim köy cephe çalışmalarına katıldı. Adı Fatma Ülkem. Burada faaliyet yürütüyordu, deşifre olduğu için gitti. 3 ay sonra geri döndü. Kar altında donmuş, ayakları kangren olmuş. Neyse ilgilendik, iyileşti. Bir gün evde otururken, Fatma Ülkem, “Birkaç saate arkadaşlar gelecek, ben de onlarla gideceğim” dedi. Babam onu “Sen bu halinle yapamazsın” deyip ikna etmeye çalışıyordu. Emin Altun’u da çağırmış, “Ben ikna edemiyorum, sen et” diyordu Emin abiye. Ben de “Bak işte gittin, başına neler geldi, demek ki olmuyor. En iyisi sen gitme, burada faaliyet yürüt” diye ikna etmeye çalışıyordum. “Ben deşifre oldum bir kere, burada yapamam” diyordu. Bir saatten fazla konuştu babam onunla, baktı ki olmuyor “Yolun açık olsun” dedi, hatta çıkarıp biraz para da verdi Fatma Ülkem’e. Sonra arkadaşlar geldi, kardeşimle birlikte gittiler. Neyse ki bacağında kalıcı sorun oluşmadı. 

Bu olaydan sonra babam tayin istediğini dillendirmeye başladı. “Hayırdır, ne oluyor, nereden çıktı bu tayin işi” diye soruyoruz ama bize bir şey anlatmıyor. Tam 10 yıl sonra anlattı neden tayin istediğini. 94 yılında tayin istedi, İstanbul’da Samatya Hastanesi’ne tayin oldu. Meğer Hizbullah tehdidinden dolayı istemiş tayini. “Ya git, ya öl ya da bu işleri bırak” demişler, bir milyon da para istemişler. Babam ve Emin Altun, Samatya Hastanesi’nde başladılar.

Babam gitti, kız kardeşim de gitti. Bir gün ben Petrol-İş’te öğlen vakti çalışıyorum. Tarih 8 Ağustos 1995. 15 Ağustos’a bir hafta kalmış. O gün Petrol-İş’in önünde bir eylem var, ben de orada çalışıyorum. Yüze yakın polis var eylemin olduğu bölgede. Bir akrabamız da oradan geçmiş, polisleri görmüş, sonra kendi evine gelip sendikayı aramış. Bu bahsettiğim akrabam şu an AKP’li, zengin biri. Bana telefonda “Sendikanın önündekiler var ya, babanın evinin orada onlardan sürüyle var, haberiniz olsun” dedi. Evimizin basıldığını anladım. Bir iki akrabayı aradım. “Alo, ben Mustafa” dediğim gibi telefonu kapatıyorlar. Bir komşuyu aradım, “Mahalle sarıldı ve evinizi bastılar” dedi. Sendikadan çıktım, eve gittim. Ev niye basılmış, hedef kim, bilmiyoruz. Eve karakol kurmuşlar. Ailemin tümü orada, duyup gelen akrabalar dahil, hepsini gözaltına alıyorlar. Gençleri dövmüşlerdi. Biz birkaç gün sonra öğrendik ki kardeşim Fatma Ülkem, Kısmet Mahallesi’nde bir eve yapılan sabah operasyonuyla gözaltına alınmış. Tabii ben bu durumdan sonra “Deşifre olmuş birini Batman’a nasıl gönderirler” diye bayağı bozuldum. Sonra neden gönderildiğinin gerekçelerini öğrendik. Neyse, 30 gün gözaltında kaldılar. 22,5 yıl ceza aldı. Batman’da 4 ay falan kaldı, sonra Sivas’a gitti. Aile tehdit telefonları almaya başladı. Bunun üzerine Eskişehir’e taşınma kararı aldı. Ben de o arada evlenmiştim, malum gençler erken evlendiriliyordu. 95 yılının Eylül ya da Ekim ayında aile taşındı, ben burada kaldım. Baba da tayinle Eskişehir’e gitti. Ama sadece bir yıl dayanabildiler, hepsi geri döndü.

 

 

Geri dönme sebepleri neydi?

Orada yapamadılar. Tabii bu arada ben de gözaltına alındım. Bir gün, üç gün, beş gün gözaltı süreçlerim oldu sık sık. Amca çocuklarım için falan da durum aynıydı. Onlar da gençlik içinde faaliyet göstermekten alınıyorlardı. Diğer yandan her ay Sivas’a açık görüşe gidiyoruz. 2006’ya kadar Fatma Ülkem cezaevinde, biz de böyle gidip geliyoruz görüşlere. Mesela annem apolitik ve duygusal bir kadın. Siyaset bilmez, “Aman kimseye bir şey olmasın, kimsenin çocuğu ölmesin” diyen, dindar bir kadın. Babam ise hep böyle solcuydu, ne yalan söyleyeyim açıkçası biraz da milliyetçiydi. Kürt damarı baskındı. Babam 90’lardan sonra da İHD’de, partide, belediyede hep görev aldı. Başat rollerde olmasa da bir şekilde hep işin içerisindeydi. Sorduğumuzda, “kim Kürdistan için taş üstüne bir taş koyarsa benim başımın tacıdır” derdi. Yani onun bakış açısı hep Kürdistaniydi. Babam, SSK Hastanesi’ndeyken, gerçekten de bütün bölgenin hakkını teslim edeceği üzere, insanlara yardımcı olmayı bir görev, sorumluluk ve aşk olarak bildi. İşini böyle yerine getiriyordu.

SSK’de ne görevler yaptı?

SSK’de müdür vekilliği yaptı yıllarca, malzeme şefliği yaptı, veznedar olarak çalıştı ama hep böyle büro işi. Hakikaten, kimin düşüncesi nedir, gibi bir ayrıma gitmeksizin herkesin Şirin abisiydi. Bu bizim için hâlâ bir gurur vesilesidir.

YARIN: Gülistan'ın gülümsemesi, babanın heval Cemal'le diyaloğu, mezarında sessiz ağıt...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.