Noel pazarı: "O eski güzel günler" mi tüketim mabedi mi?

Dosya Haberleri —

NOEL PAZARI

NOEL PAZARI

  • Bu sene koronavirüs pandemisinden dolayı kurulamayan Noel pazarlarının eksikliği, özellikle bu pazarların doğum yeri Almanya’da yoğun biçimde hissediliyor, keza bu 3,5 milyar Euroluk bir piyasanın eksikliği. Bu pazarlar, kentlere kattıkları romantik geçmiş anlatısına rağmen aslında “o eski güzel günlerin” bugündeki hayaleti değil, 60’larda son biçimini alan bir tüketim kültürünün Hristiyanlık cilasıyla parlatılmış mabetleri.

FEHMİ KATAR

Bugün dünyanın birçok yerine yayılmış olan Noel Pazarları, ilk kez Almanya’da kuruldu. Bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle iptal edilen pazarlar, normalde Aralık başında şehirlerin en işlek noktalarına kuruluyor ve üç hafta boyunca sıcak şarap başta olmak üzere türlü içecekler, Noel atmosferine uygun türlü yemişler ve kıyafetler sunuyor. Yalnızca Almanya’da 2 bin 500 dolayında Noel pazarı kuruluyor, bunlar yılda 85 milyon ziyaretçi çekiyor ve 3 milyar Euroluk bir pazar oluşturuyor. Peki Noel pazarları ilk ne zaman, nasıl kuruldu? Daha doğrusu: Tarihi bir gelenek olarak “pazarlanan” bu pazarlar, gerçekten de tarihten bugüne mi uzanıyor, yoksa bugünden tarihi mi deforme ediyor? Gelin bu soruların peşinden küçük bir tarih turu yapalım ve bugündeki kutsal curcunanın tarihteki köklerini bulmaya çalışalım...

Noel kiliselerden çıkınca
Birçok anlatı, ilk Noel pazarlarının 15. yüzyılda Saksonya’nın Dresden ve Bautzen kentlerinde kurulduğunu söylüyor ancak buna dair net bir kanıt yok. Bilinen tek şey, Noel’in uzun ve çetin kış günlerinin ortasına denk gelmesi ve bu süreçte yiyecek temin etmek için pazarların kurulduğu. Bu pazarlarda Noel günlerinde bir Noel atmosferinin oluşacağını da tahmin etmek mümkün; ancak bu, pazarların salt Noel için kurulduğu anlamına gelmiyor.
17. ve 18. yüzyıllarda özel olarak “Noel pazarlarının” kurulduğuna dair ise net bilgilere rastlanıyor. Bu, daha önce yalnız kiliselerde karşılanan Noel’in giderek evlerde de kutlanmaya başlanmasının ve “bayrama” dönüşmesinin etkisi var. Bu pazarlarda ihtiyaç ürünleri satılıyordu, keza bir yandan zaten halkın alım gücü oldukça düşüktü; öte yandan ise 1917’ye kadar Noel’e giden süreci ifade eden Advent zamanı, Katolik Kilisesi tarafından oruç zamanı olarak görülüyordu ve sokakta dini bir motivasyonla yiyip içmek abes olurdu.

Üretim değişti, toplum değişti
Noel’in dönüşümü ve bugünkü hâline gelmesinde hiç kuşku yok ki kapitalist dönüşümün damgası var. Toplum, Sanayi Devrimine değin bir “tasarruf toplumuydu”. Egemen anlatının toplumun geniş kesimlerine salık verdiği de buydu: Şükretmek, tamah etmek, tasarruf etmek ve hayatta kalmak. Önce bir “üretim çılgınlığı” yaratan endüstrileşme, üretilenin tüketilmesini sağlayacak bir “tüketim çılgınlığı” da yaratmak zorundaydı. Öte yandan kentler giderek daha da devasa hale geliyor, üretimin yoğunlaştığı yüksek nüfuslu merkezler oluşuyor, bu merkezler de hâliyle tüketim de yoğunlaşıyordu.

Kimine pazar kimine azar
Noel’de çocuklara hediye verme alışkanlığı, geleneğin kiliselerden çıkıp evlere girmesinden itibaren yayılmaya başlamıştı; bu alışkanlık, Noel pazarlarındaki dönüşümün de kaynağını oluşturdu. Pazarlar giderek bir oyuncak fuarına dönüşmeye başlıyordu. Bir şey elbette belirgindi: Pazarlarda alışveriş yapabilme imtiyazı, orta ve üst sınıfa aitti; alt sınıflar için Noel pazarları, yalnızca sosyal bir olaydı, sefil hayatların kenar süsüydü, öykünmenin ve dilenciliğin mekânıydı.

Yoksullardan kaçırılan
Noel pazarları
Endüstrileşme, nüfusu yoğunlaşan kentlerde sınıf çelişkilerinin de giderek daha fazla görünürlük kazanması anlamına geliyordu. Süslü ve nezih kent merkezlerinin tadını en iyi cepleri dolu burjuvalar çıkarıyor olabilirdi ama baldırı çıplaklar da bu meydanları arşınlıyor, öfke ve santurlu küfürlerini de beraberlerinde getiriyorlardı. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Noel pazarları, polisiye vakaya dönüşmüştü. Aristokrat ve burjuva şairlerin hakkında şiirler düzmeye başladığı Noel pazarlarının romantizmi, dilencilerin, satıcı çocukların ve sosyal çatışmaların gölgesinde kalmaya başlıyordu. Önce 1893 yılında Berlin’in en merkezi noktalarından biri olan Berliner Schloss’taki Noel pazarı, şehrin dışına taşındı; Berlin’i diğer kentler izledi. Noel pazarları, işçi tulumundan kurtarılmaya çalışılıyordu.

Ölmemek için: Gelenek romantizmi
Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ardından ise Noel pazarlarının “Lale Devri” artık sona ermeye başladı. Keza oyuncaklar da başka alışveriş merkezlerinde, dükkanlarda daha ucuza elde edilebiliyordu. Noel pazarları, yaşayabilmek için bir anlatıya, iyi bir pazarlamaya ihtiyaç duyuyordu. Bu noktada devreye, gelenek romantizmi girdi. Bu pazarlar, giderek anlamsızlaşan hayatın orta yerinde, geçmişle kurulan bir bağ anlamına geliyordu; “o eski güzel günlerin” bugüne ulaşan hayaletleriydi! Daha önce basit masalarla kurulan pazarlar, giderek ahşap evlerle süslenmeye başlandı. Küçük bir sinema, atlı karınca, çeşitli oyunlar gibi etkinlikler de giderek pazar atmosferine dahil olmaya başladı. Bu pazarlar artık yalnızca oyuncak ve gıda ürünleri satmıyordu; ayrıca tarihi satıyordu. Ama bu tarih, kimin tarihiydi? Ne yüz yıl ne beş yüz yıl öncesinde böyle pazarlar vardı ama bu çok da önemli değildi: Anlatının gücü, yaratmayı başardığı duygudaydı. Bu duygu, Noel pazarlarında para harcamaya, tüketmeye dayanak olduğu müddetçe ise desteklenecekti.

Nazi dönemi: Pagan kış bayramı
Nazilerin iktidara gelmesinden sonra ise Almanya’da Noel pazarları da propaganda merkezlerine dönüştü. Bir yandan da Noel’in aslında bir Hristiyan bayramı değil, Arilerin Pagan kış bayramı olduğu anlatısı yaygınlaştırılıyordu. 1939’dan sonra ise savaşın yoğunlaşmasıyla birlikte pazarlar, giderek hatıraya dönüşmeye başladı. Nasyonal sosyalizmin çöküşü ardından dahi bir süre bu pazarlara rastlanmayacaktı; keza hem yoksulluk hem de inşa çalışmalarından başka gündem yoktu.

60’lar: Piyasa Tanrısı
Bugün bildiğimiz hâliyle Noel pazarlarının yaygınlaşması, 1960’lı yıllarda başladı. Bu kez pazarlar, tamamen “piyasa tanrısının” bilinçli bir hamlesi olarak yeniden doğmuştu; turistik değerleri de hesap edilerek kuruluyor ve atraksiyonların esas amacı, tüketime yöneltmek oluyordu. 1920’lerde Noel pazarlarının yerele ve geleneğe yaslanarak pazarlama ve bir anlam üretme çabası, 60’larda doruğa ulaştı. Pazarlar, insanlara geçmiş güzel günlerden bir esinti veren etkinliklerle, unutulmaya yüz tutmuş bir toplumsallığın hatırasını çağıran Noel şarkılarıyla, sıcak şarapla, bölgesel kek ve pastalarla, deri ve ahşaptan yapılma ustalık ürünleriyle dolup taşıyordu.

Noel pazarları kimlik kuruyor:
Geçmişle olumlu bağ
Noel pazarlarının Alman toplumu için 60’lı yıllardan itibaren ne ifade ettiğini anlamak için bir başka önemli noktaya da mutlaka değinmek gerekiyor: Bu yılların Alman toplumu, Nazi döneminin ardılıydı. Toplumun geçmişle kurulan ilişki, travmalarla, kimlik bunalımlarıyla ve kaçışlarla mâluldu. Noel pazarlarında sadece sıcak şarap ve türlü yemişler satılmıyordu; pazarlanan ayrıca geçmişle olumlu bir bağlam içinde bağ kurmanın tek olanağıydı. Bu, Noel pazarlarına yepyeni ve çok güçlü bir kimlik kurucu nitelik kazandırıyordu.

‘En eski pazar benim!’
Bu kimlik oluşturma gücünü fark etmişler midir, bilinmez, Noel pazarları da “ne kadar eski, o kadar iyi” mottosuna göre dizayn ediliyordu. Birbiri ardına kentlerin pazarları, “En eski pazar benim!” açıklaması yapıyordu. Belki en fazla on senedir düzenlenen pazarlar, yüzlerce yıl öncenin atmosferini taklit etmeye çalışıyor, o tarihlerde hiç olmayan pazar kültürünü bugünden ama o günlerin toprağı üstüne kurarak aslında geçmişi anmıyor, bugünden geçmişi deforme ediyorlardı.

O eski güzel günler (mi?)
Bu sene pandemiden dolayı hiçbir yerde Noel pazarı kurulmadı; televizyon kanallarına konuşan Almanlar, yanlarındaki torunlarını veya çocuklarını gösterip, “Ne yazık ki geleneğimizi bu sene yaşayamayacak” draması üretip duruyor. Herkes “geçmişin yıldızının bugünde parıl parıl parladığı” bu kutlu anın iptalinden muzdarip. Ne ki gerçekte bu pazarlar, kutlu bir geçmişin, yüce bir kültürün, “o eski güzel günlerin” bugüne uzanan parıltısı filan değil, tüketim kültürünün Hristiyan cilasıyla parlatılmış mabetleri.

‘Seküler melek’: Kanatlı yıl sonu figürü

Rivayet o ki, “kanatlı yıl sonu figürü” sözcüğü, ilk kez 1971 yılında, proletaryanın enternasyonalist diktatörlüğüyle yönetilen Almanya Demokratik Cumhuriyetindeki (DDR) bir reklam kataloğunda görünmüş. Kast edilen bir Noel meleğiymiş ama mâlum, sosyalist devletin “kitlelerin afyonu” din ile arası iyi olmadığından melekler de sevilmiyormuş. Kitlelerin hafızasından melek figürünü ve hatta “ihtiyacını” bir çırpıda silip atmak, “yeni insanı” tıkır tıkır işleyen fabrikalarda bir çırpıda yaratmak mümkün olmadığına göre partinin başka çaresi kalmamış: Meleği kanadını kesmeden seküleştirip “yıl sonu figürüne” dönüştürmek.
Şaka bir yana, bu “kanatlı yıl sonu figürünün” DDR’de gerçekten resmi bir anlatıya konu olup olmadığı bilinmiyor. Bilinen tek şey, bu esprinin hem DDR yurttaşları arasında hem de onlarla zaten mütemadiyen alay eden Batı Almanyalılar tarafından sosyalist devletin dinle ilişkisiyle alay etmek için yaygınca kullanılmış olduğu. Bu esprinin yaslandığı hakikat ise sosyalist DDR’in Noel ile yaşadığı gerçek sorunlar: 1973’e kadar ülkede dini motifleri Noel takvimlerine basmak tamamen yasaktı; özellikle devletin resmi gençlik örgütü, Noel geleneklerini sekülerleştirmek için elinden geleni yapıyordu. Öte yanda ise Noel günlerinde iyice belirginleşen ürün yetersizliği duruyordu: Noel’e özgü pastalar, çörekler yapmak isteyenlerin önce aylar öncesinden başlayarak bu ürünleri bir araya getirmesi gerekiyordu.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.