Öcalan'ın şiarı: Özgürlük kazanacak

Dosya Haberleri —

Doğan Erbaş

Doğan Erbaş

  • Sayın Öcalan el yazılarıyla, binlerce sayfayı bulan bir külliyat ortaya çıkardı. Komplo Sayın Öcalan’ı tasfiye etmek istiyordu. Ama Öcalan ortaya koyduğu yeni paradigmasıyla komployu zihnen, felsefik düzeyde yenilgiye uğrattı. Yepyeni bir paradigma ortaya çıkardı.
  • Sayın Öcalan bütün yargılama süreçlerini “Özgürlük kazanacak” diye sloganlaştırmıştı. İmralı duruşmalarının sloganı buydu. İmralı sürecinin bütünü için de bunu söyleyebiliriz. İmralı çizgisini, oradaki tutumunu “Özgürlük Kazanacak” şiarıyla özetleyebiliriz.

GÜLCAN DERELİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatlarından Doğan Erbaş ile İmralı sürecine dair yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde Öcalan'ın Uluslararası Komplo'ya ve yargılamaya nasıl karşılık verdiğini konuştuk. Erbaş, Öcalan'ın, "Üçüncü Doğum" olarak nitelendirdiği sürecin sancılarını, ortaya çıkarılan yeni paradigmanın ardındaki iradi yoğunlaşmayı, saniye saniye yaşanan irade savaşını, daracık hücreden dünyaya açılan yeni pencereyi anlattı.

Duruşmalar bittikten sonra yaptığınız görüşmede neler konuştunuz?

İmralı’daki yargılama çok hızlı gelişen bir süreçti zaten toplamda bir ay sürdü. Kapsamlı bir yargılama olmasına rağmen, binlerce sayfalık bir iddianame olmasına rağmen bir ay sürdü ve kararın tarihi de 29 Haziran’dı. Sayın Öcalan bunu daha sonra çok değerlendirdi. 29 Haziran Şeyh Saitlerin de idam edildiği gün. Türkiye siyasi tarihinde, Türkiye’nin böyle politik kültüründe sembollere, tarihlere özel önem verdiğini biliyoruz. Bunun pek çok boyutu var ama güç hissettirme, her şeyin kontrol altında olduğunu böyle simgelerle mesaj verme, yani böyle bir şey olmuştu. Karar 29 Haziran’da açıklanmıştı. Kararın verildiği gün idam cezası kararı verilmişti, o zamanki 125. Madde'ydi. Tabi biz bekliyorduk elbette, bu kararın verileceğini biliyorduk ama kararı duymak apayrı bir şey, bekliyor olmakla birlikte duymak apayrıydı. O gün kararı duyunca tabi hepimizin morali bozuldu, bir karamsarlık rüzgarı esti. Kararı bekliyor olmamıza rağmen onu duymak işte o müdahillerin alkışları arasında vs. böyle bir karar açıklandığında hepimize ayrı bir karamsarlık basmıştı.

Duruşmalar devam ederken -bir hafta boyunca duruşmalar devam ediyor- avukat görüşlerini de öğle arasında yaptırıyorlardı. Duruşma gününe denk gelmişse -salı ve perşembe günleriydi avukat görüşleri, haftada iki gündü ilk başta, sonra bir güne indi- görüşme de yapıyorduk. Biz kararın açıklandığı gün aynı zamanda avukat görüşü de yaptık. Hepimiz çok üzgündük, o psikoloji ile görüşmeye gittik, (unutmadığım anlardan biri) bizi avukat görüşünün yerine getirdiklerinde böyle hepimizin başı önümüze eğik bir durumda ne diyeceğimizi bilemiyoruz falan. Sayın Öcalan söze başlar başlamaz böyle gülümseyerek, hepimize bakarak, “Bugünler geçecek, kararı zaten bekliyorduk, moralinizi bozmayın” gibi sözlerle başlayıp hepimizi bir süre sonra o atmosferden çıkarmıştı. Ve görüşmeden çıktıktan sonra ruh halimiz yine bambaşka bir şeye bürünmüştü. Biz avukatıyız ama karamsarlığımızı atan yine Sayın Öcalan olmuştu.

Ağırlaştırılmış tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Röportajın başında da söylemeye çalıştım biz İmralı yargılamaları sürecinden önce hemen hemen bütün avukatlar için sanıyorum öyledir. Başka cezaevlerine de gidiyorduk müvekkillerimiz vardı. Fakat ilk günden itibaren çok farklı uygulama ile karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Gerek gidiş gelişlerdeki yoğun denetimler, yoğun aramalar, hiçbir cezaevinde olmayan arama biçimleri, sıklıkları. Tabi görüşmeler ilerleyince de Sayın Öcalan da kaldığı koşullardan söz etmeye başlamıştı. Örneğin hiçbir cezaevinde olmayan diyelim ki televizyonu yok, gazeteler bazen haftada bir veriliyor, bazen 10 günde bir veriliyor, özellikle ilk günlerde verilmiyor. Veya kendisiyle ilgili haberler, yorumlar kesilerek veriliyor. Tek dalga TRT FM üzerinden çalışan bir radyo verilmişti. Kendisine gelen mektuplar verilmiyordu veya bazı yerler karalanarak veriliyordu. Onlardan bize bahsediyordu. “Özellikle cezaevlerinden çok yoğun mektuplar alıyorum” diyordu, ama çok azını veriyorlardı. Neye göre veriyorlar, vermiyorlar gerçekten bir netlik yoktu. Öğrenecek bir mekanizmada yoktu karşımızda böyle ilk günden itibaren yalıtılmış, bir ada cezaevi olarak kurgulanması da zaten onu gösteriyor. Ulaşımının, iletişimin en zor olduğu yalıtılmış bir mekan. Kurgu olarak böyle zaten başından itibaren ama ilerleyen dönemlerde yargılama süreci bitince avukat görüşmeleri de azalmaya başladı. Pek çok hafta işte hava muhalefeti, koster bozuk gibi gerekçelerle bunu teyit etmekte mümkün değil. Hadi hava muhalefeti metrolojiye bakılarak görülebiliyor. O süreçte hepimiz böyle neredeyse meteoroloji uzmanı gibi olduk, şu olursa gidilebilir bu olursa gidilemez diye kendi aramızda konuşuyorduk.

Fakat onlar bir bahaneydi. Koster bozuk dediğinde gerçekten bozuk mu, değil mi anlamak elbette mümkün değildi. Dolayısıyla ilk günden itibaren avukat ve aile görüşmesinin engellenmesi yargılama biter bitmez başlamıştı. Ve yıllar içerisinde mesela herhalde en çok 2003, 2004, 2005 yıllarında 2006'da ona eklenebilir çok az avukat görüşmesi yapılmıştı.

Tecrit aslında ilk günden itibaren vardı diyebilir miyiz?

Evet. Asrın Hukuk bürosunun çeşitli açıklamaları ve ististiki veriler var ama şimdi ezberimde değil. Örnek olarak kabaca diyelim ki bin avukat görüşmesi yapılacaksa eğer yasal çerçevede yüz tanesi yapılmıştır. Dolayısıyla tecrit ilk günden itibaren uygulanmaya başladı ve en son döneme kadar da devam etti. Telefon görüşmesinden bu yana kadar da kendisinden hiçbir haber alınamıyor. 2019’da 5 kez avukat görüşmesi yapıldı fakat o görüşmeler de açlık grevleri sonucu yapılabildi. Zaten Sayın Öcalan ile ilgili çok olağanüstü şartlarda avukat görüşmeleri yaptırıldı. Mesela bir ara İmralı’da bir ara yangın haberleri çıkmıştı o zaman ailesiyle bir görüşme yaptırıldı. Bir ara yaşamına yönelik kimi endişeler sosyal medyada paylaşılınca görüşme yapıldı. Bir de işte açlık grevleri sonrasında görüşmeler yapıldı. Yani başından itibaren Sayın Öcalan’ın mesajlarının topluma, halka ulaşmasından korkan, çekinen, yani Sayın Öcalan’ın sesini kısmaya çalışan bir pratik ile karşı karşıya kaldık. Tecrit ilk günden son ana kadar hala devam eden bir sistem olarak karşımızda duruyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına rağmen, Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) defalarca yaptığı açıklamalara rağmen.

Sayın Öcalan'ın ciltler dolusu savunmaları oldu. Bu savunmalar hangi şartlarda yazıldı?

O yargılamalarda daha çok Türkiye’deki gergin, politik atmosferi biraz normalleştirmeye çalışmak istiyordu. Yani barış, diyalog, müzakere çağrılarıyla İmralı’da yeni bir dönemi başlatmak istediğini, yargılamayı böyle bir fırsata çevirmek istediğini söylüyordu, o yüzden çok uzun olmayan bir savunma hazırlamıştı. Aynı zamanda tabi çok yorucu bir süreçti Sayın Öcalan açısından, uzun sorgular, tecrit ortamı ve benzeri. Asıl yoğunlaşmaları yargılamalar bittikten sonra oldu. Bunu biraz daha açmakta fayda var. Bire bir tanık olduğumuz bir süreç aynı zamanda, el yazılarıyla, kalemle binlerce sayfayı bulan ve daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yönelik hazırladığı yanılmıyorsam 10 cilt ayrı ayrı işte Sümer Rahip Devleti'nden Halk Cumhuriyeti'ne, Atina Savunması, Bir Halkı Savunmak ve en son Sümer Rahip Devleti'nden -2 ciltlikti-, Bir Halkı Savunmak’a bir ciltti ama daha sonra 5 ciltlik bir set olarak hazırladığı Demokratik Uygarlık Savunması adıyla alt başlıkları da olan binlerce sayfalık bir külliyat ortaya çıktı. Biz buna birebir tanıklık ettik. Hangi şartlarda yazıldığını, hiçbir kaynak olmadan ve alıntı yapacağı elinin altından hiçbir belge, bilgi vs. olmadan elle yazılan büyük bir yoğunlaşma gücü gerçekten. Olağanüstü bir yoğunlaşma gücü ile aslında kendisinin de savunmalarında belirttiği Kürt sorununu doğuran, Kürt sorununda bir çözüme gitmekten ziyade sorunu elinde bir koz olarak bulunduran bütün batı dünyasına başta ABD, İngiltere olmak üzere komployu gerçekleştiren güçlere bir cevap vermiş oldu. Tecrit komplonun devamıdır diyoruz ama komplo bir yönüyle belki devam ediyor, komplo eğer Sayın Öcalan’ı tasfiye etme amacına girdiyse ki öyleydi ama ortaya koyduğu yeni paradigmasıyla komployu bu anlamda zihnen, felsefik düzeyde yenilgiye uğrattı. Yepyeni bir paradigma ortaya çıkardı. Hangi zorluklarda yazıldığına birebir tanık olmuştuk. Bize defterler veriliyordu. O el yazmalı defterlerde çok çok nadiren düzeltmeler görüyorduk. El ile yazılmış olmasına rağmen hiçbir düzeltme olmadan, temize çekilmiş değil onu belirteyim önce karalama yapıp sonra temize çekmiyor. Tek defada yazıyordu ama gerçekten dikkat çekici binlerce sayfalık yazılarda tek bir çizik veya düzeltme veya ekleme olmuyordu. Çok az birkaç yerde görmüştük, bize teslim ettiklerinde defterleri görüyorduk.

Peki İmralı sürecinin ana hatları neydi sizce?

İmralı çizgisi diyebileceğimiz ilk günden son güne kadar hiç değişmeden devam eden, bütün tehlikelere rağmen, bütün provokasyonlara rağmen, yanlış anlama risklerine rağmen ben onu büyük yalnızlık olarak hissediyordum. Aslında bir tarafta o büyük yalnızlığına rağmen barışçıl çözüm, diyalog ve müzakereye dayalı demokratik siyasal çözüm konusunda 93’ten itibaren içine girdiği çizgiyi İmralı’da devam ettirdi. Ve ilk günden son güne kadar 2013-2015’te bunun örneklerini gördük zaten, onun ne kadar verimli sonuçlara yol açtığını da hep beraber deneyimledik, gördük. Her ne kadar daha sonra o süreç kesintiye uğratılmış olsa da iktidar tarafından. O yüzden büyük yalnızlıkla birlikte aynı zamanda büyük bir talihsizlik mi diyelim kendisinin çok kararlı, çok ısrarlı ve çok hazırlıklı aynı zamanda barışçıl çözüm yönlü önerilerine rağmen devletin, iktidarın bu konuya uygun, Kürt sorununun ciddiyetine ve ağırlığına uygun bir yaklaşım göstermemesi ve Sayın Öcalan’ın, “Bir muhatap arıyorum” diye yıllar önce özetlediği o durum hala devam ediyor. Hatta Sayın Öcalan'ın böyle bir kitaplaştırma çalışması da olmuştu.

Öcalan eleştirilere nasıl yaklaşırdı?

Her ne kadar ben büyük yalnızlık olarak ifade ettiysem de şunu da ekleyeyim; Kürt halkının, hem Türkiye’de hem Kurdistan'da hem de Avrupa’da halkın kendi yanında olduğunu da elbette biliyordu. Zaman zaman bunu da belirtiyordu. “Halk beni anlar” diyordu. Mesela kimi eleştiriler olduğunu söylediğimizde özellikle ilk sürecin henüz başlangıcındaki kimi çevrelerden gelen eleştirileri aktardığımızda, “Anlıyorum” derdi. Bir örnek vermek istiyorum,  örneğin İsmail Beşikçi’nin ilk süreçte yoğun eleştirileri oluyordu. Medyaya da yansıyordu zaman zaman cezaevinden çıktıktan sonra medyaya konuşuyordu, fakat Sayın Öcalan’ın getirildiği ilk süreçte Bursa Cezaevi'ndeydi. Biz Bursa Cezaevi'nde başka arkadaşların ziyaretine giderken onu da görüyorduk ve tabi dinliyorduk. Saygı duyduğumuz bir isim -son dönemlerdeki tartışmalar ayrı- o zaman da ayrı. O süreçti kimi değerlendirmelerini aktardığımızda şöyle bir değerlendirmesi olmuştu, “Akademisyenlerin dünyası ile politikacıların dünyası farklıdır. Tutarlı olmak adına dogmatizme saplanıyor” hoca için diyordu. Ve benzer konularda dediğim gibi halkın desteğinin kendisiyle olduğunu, halkın kendisini anladığını, anlayacağını, bundan emin olduğunu söylüyordu. Bunun rahatlığını da yaşıyordu. O yüzden de zaten pek çok savunmasında yer verdiği “Bir halkın iradesi 12 metreye sığar mı” diye kendi kendine soruyordu hep. “Bu ne zamana kadar böyle gider. Milyonların iradesini temsil ediyorum ve 12 metre karelik bir odaya sıkıştırılmış durumdayım. Böyle bir şey olabilir mi” diye kendisine sorduğunu zaman zaman anlatıyordu. Ama dediğim gibi yani halkın kendisini anlayacağını başta tabi kadınlar olmak üzere… Çok değinmedik belki bu yeni dönemde de savunmalarında en fazla derinleştiği, dışarıdayken başladığı ve zaten ilk başta çok sık tekrarladığı bir sözü vardı, “Yarım kalan yürüyüşüm, yarım kalan projem” dediği Kadın Özgürlük Mücadelesi’ne dayalı son derece kapsamlı analizler yaptı, savunmalarında da buna yer verdi. Başta kadınlar olmak üzere bütün halkın kendisini anladığını, anlayacağını, bu anlamda rahat olduğunu söylerdi. Eleştirilere yer verdiğimizde böyle derdi.

Öcalan'ın bütün bu süreçte ana şiarı neydi?

Bütün yargılama süreçlerini “Özgürlük kazanacak” diye sloganlaştırmıştı. Yani İmralı duruşmalarının sloganı buydu. İmralı sürecinin bütünü için de bunu söyleyebiliriz. İmralı çizgisini, oradaki tutumunu “Özgürlük Kazanacak” şiarıyla özetleyebiliriz.

Kendisinin en çok hangi eleştirisi aklınızda yer etti?

İlk günlerde henüz duruşmalar başlamadan önceki günlerde en çok hangi devlet, hangi ülke komploda yer aldı diye onların üzerinde kapsamlı değerlendirmeler yapıyordu, o zaman çok kullandığı bir kavram vardı, “Sahte dostlar ve yetersiz yoldaşlar” diye o dönemi anlatan bir cümle olarak çok hafızalara kazındı ama bütün o komplo sürecini özetleyen bir cümle.

Sanki eleştirilere de cevap niteliğinde değil mi?

Evet, evet. Yine o süreçte çok söylediği “Evet ben kaybetmiş olabilirim yani buraya getirilmekle halkım kazandı. Halklar kazanacaktır.” O ilk günden itibaren içine girdiği tutumu çok dile getiriyordu, bazı çevrelerin hatta bazı dost çevreler diyelim kendisinden çok farklı bir tutum bekliyorlardı. Kendisinin bunun kaba direnişçilik olarak tanımladığı, işte örneğin mahkemeye çıkmama, mahkemeyi protesto etme, hatta açlık grevine protesto mahiyetinde girebilir, hatta ölüm orucuna girebilir gibi söylemler oluyordu. Sınırlıydı bunlar ama fakat böyle şeyler de vardı. Fakat kendisi ilkeli uzlaşma, barış ve diyalog çağrısında bulunmayı bir zayıflık olarak değil aslında bir güç olarak yani mücadelesine, halkına güvenen bir yerden bakarak böyle bir zafiyet, bir zayıflık olarak değil bunu bir güç haline getirerek mücadelenin meşruluğuna, haklılığına ve halka güvenerek böyle bir çizgi benimsedi. Ve bir olumsuz güç dengesi içerisinde düşünemeyeceğimiz kadar çok farklı sonuçlara gidebilecek bir süreci farklı bir yere getirdi.

Biraz açar mısınız?

O 99’da Haziran ayında başlayan duruşmalarla beraber Türkiye bambaşka bir yere evrildi. Kürt sorunu tartışılmaya başlandı. Evet bir çözüm gelişmedi, o ayrı fakat Kürtler aleyhine gelişebilecek daha olumsuz, daha fazla acıların yaşanabileceği bir sürecin de önüne geçmiş oldu. Başarıyla önüne geçmiş oldu, biz bunu gün gün yaşadık o zaman. O atmosferi net olarak hatırlıyorum, daha sonra Avrupa Birliği süreci, idam cezasının kaldırılması, Kürtçe üzerindeki yasakların kısmen kalkması ve benzeri. Ve zaten bir bütün olarak İmralı sürecine baktığımızda, İmralı sürecinde aynı zamanda barışçıl çözüm arayışları dışında Sayın Öcalan’ın yıllar içerisinde savunmalarıyla, yeni bir paradigmayla, yeni bir örgütlenme modeli, yeni bir siyasal kavramlarla yani kendisini kuşatan ağır tecrit koşullarına rağmen böyle büyük bir çıkış da yapmış oldu. İşte Rojava Devrimi güncel olarak baktığımızda pek çok kişi değerlendiriyor. Pek çok bağımsız analist böyle değerlendiriyor.

Yine Kürt kadın mücadelesini bugün evrensel düzeye ulaştıran ve pek çok coğrafyada mücadelelere ilham veren bir noktaya gelmesinde Sayın Öcalan’ın büyük bir payı var. İşte bütün bu “Yeniden Doğuş, Üçüncü Doğuş” olarak isimlendirdiği süreci, bizim de bire bir tanık olduğumuz o daracık bir hücrede yaptığı o yoğunlaşmaları, o büyük yalnızlığı, aynı zamanda böyle büyük bir direnişi içinde inşa etti. Komplocu güçler, - Türkiye gardiyan rolündeydi Sayın Öcalan’ın deyimiyle- tecridi uygulayarak, derinleştirerek Sayın Öcalan’ın fiziki olarak tasfiye olmazsa çürütmeyi hedeflemişlerdi. Fakat o bütün bunlara rağmen yeniden bir yaratılışla yepyeni bir paradigmayla soluk aldırdı, nefes aldırdı ve mücadelede büyüyerek devam ediyor.

Aslında bütün bunların sonucunda evet belki felsefik olarak kendisinin de çok sık tekrarladığı bir şey bu; dünyanın en özgür insanı. Tecrit altında dünyanın en özgür insanı. Ama diğer taraftan artık gerçek anlamda, fiziksel anlamda da özgürlüğüne kavuşması gerekiyor. Son yıllarda yürütülen çalışmalar var. Hukuken de artık özgür olması gerektiği açık. Ama onu bir tarafa bırakalım, başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de ve Ortadoğu’da halklar için hiç kimsenin, hiçbir gücün bu kadar krizlere rağmen çözüm üretmediği bir güncellikte önerileri olan, bu kadar yoğunlaşması olan bir insanın artık fiziksel olarak da özgür olması gerekiyor. Dünyanın en özgür insanı bir yanıyla ama diğer taraftan yaşı ilerliyor, çeşitli kronik sağlık sorunları da var. Bütün bunların gözetilerek artık Sayın Öcalan’ın fiziksel olarak özgür olması gerektiği günlerden geçiyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.