Onlar ölmedi, zafere koştular
Dosya Haberleri —

PKK, şehitler
- Rıza’ya ilk silahını annem aldı ve O’nu uğurladı. 50 lira da para verdi. Çok iyi hatırlıyorum, bir Fransız onlusu idi. Kemal gülümsemeyle anneme ‘Anne hani bana niye almadın’ deyince annem, ‘Sana da alayım oğlum’ dedi. Kemal gülümsedi ve anneme sarıldı ‘Yok, yok ana biz alırız sen meraklanma’ dedi.
- Anemle birlikte karakol, karakol gezdik. Hiç kimse Rıza’nın yerini söylemiyordu bize. Sonunda annem, Antep’te bir ilişki aracılığıyla bir polise o dönemin parasıyla beş bin lira vererek Rıza’nın gözaltındaki halinin fotoğrafını getirdi. Öyle tanıdık, emin olduk.
- Askerler Rıza’yı da avluya çıkarmışlardı ve asker zoruyla 'İstiklal Marşı' okutmak istiyorlardı. Fakat Rıza okumuyordu. Asker Rıza’yı buna zorlayınca da Rıza birden annemi gördü ve ‘Hawar, Hawar can Hatice, gözleri mercan Hatice, ben sana kurban Hatice’ demeye başladı.
DENİZ BABİR
Rıza Altun, yarım yüzyıla yakın bir süre boyunca Türkiye’den Bakur’a, Rojhilat’tan Başur’a, Rojava’dan Avrupa’ya kadar en üst düzeyde görevlerde bulundu. En üst düzeyde askeri komutanlık da yaptı, başarılı bir diplomat da oldu. O aynı zamanda zindanların boyun eğmeyen sembol direnişçisiydi.
Biz de O’nun çocukluğunu, gençliğini ve mücadele yıllarını anlatması için ablası ve yoldaşı Zöhre Altun’la konuştuk. Söyleşimizin ikinci bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kürt gençlerini sizlere harcatmam
Zöhre Altun, annesi Hatice Altun’un yurtseverlik konusunda aile içinde bir nevi ilk öğretmen olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Annem Rıza’ya sürekli, ‘Rıza bizleri Dêrsim’de Zilan’da, Koçgirî’de kırdılar. Kürtler sesini çıkaramadı. Siz burada mücadele ediyorsunuz ama silahı Kürdistan’da sıkmak gerekir’. Annem bunu söylediğinde henüz Apocu grup ortada yoktu. Özellikle de Sol’a yönelik şunu söylüyordu ‘Ben Ankara’nın göbeğinde Kürt gençlerini size harcatmam.’”
Annem için şehadet kutsaldı
Zöhre Altun devamla şunları söylüyor: “Rıza zindanda direnirken ‘sol’ örgütler, ‘teslim oldu’ şeklinde haberler yayıyordu. Annem Rıza’nın görüşüne gittiğinde şunu söylüyor: ‘Rıza sen teslim olmuşsun diyorlar, bunu duyacağıma öl daha iyi’. Rıza ‘Anne bir dakika beni dinle’ diyor ve anlatıyor: ‘Sen bu örgütleri bilmez misin? Bizimle ne kadar uğraştıklarını bilmez misin?’ Annemi ikna ederek gönderiyor. Daha Rıza yakalandığı zaman annem cezaevine gidiyor ve ‘inşallah Haydar şehit olur’ diyor. Yani annem için teslim olmak ve ihanet etmek asla affedilemezdi. Kürt soykırımlarından dolayı, devlet ve devlete hizmet edenlerden bu denli nefret ederdi. Kardeşim Haydar (Kara Ömer) şehit olduğunda annem, kurban kesti ve baklava yaptı. Bunları cezaevine götürdü. Diyordu ‘Oğlum direnerek şehit oldu. Ben de kurbanımı zindanda direnenlere veriyorum. Annem, isyancı bir Kürt kadınıydı…”
Rıza’yı silahla Kürdistan’a uğurladı
Rıza Altun’un Kürdistan’a giderken ilk silahını O’na annesinin aldığını anlatan Zöhre Altun, “Artık arkadaşlar bir bir Kürdistan’a gidiyordu. Haki şahadete ulaşmıştı. Annem Rıza’ya ilk silahını aldı ve O’nu uğurladı. 50 lira da para verdi. Çok iyi hatırlıyorum, bir Fransız onlusu idi. Kemal gülümsemeyle anneme ‘Anne hani bana niye almadın’ deyince annem, ‘Sana da alayım oğlum’ dedi. Kemal gülümsedi ve anneme sarıldı ‘Yok, yok ana biz alırız sen meraklanma’ dedi.”
Zenginden alır yoksula dağıtırdı
Rıza Altun’un halk tarafından çok sevildiğini aktaran Zöhre Altun, yoksulların derdine, sorunlarına çare bulmak için her şeyi göze aldığını şu anısını aktararak paylaşıyor: “Bir gün Rıza ve grubu ‘Hastaneyi soyacağız’ dedi. Hacettepe Hastanesi’nde çamaşır fabrikası kısmıydı. Burada daktilolar, yataklar ve elbiseler vardı. Buranın yer altında uzun bir tüneli de vardı. Saman Pazarı’ndan giriyorsun Kızılay’dan çıkıyorsun. Bir kamyon tutuldu. Kapıya yanaştırdılar ve o fabrikadan o kadar çok eşya alındı ki anlatamam. Fabrikanın bekçisini bağladılar. Eşyalar alındıktan sonra çıkıyorlar. Fakat içeride, gruptan bir arkadaşı unutuyorlar. Unutulan arkadaş sıklıkla ‘Şirket, Şirket’ diye sesleniyor ki, arkadaşları geri dönüp kendisini alsınlar. Bekçi bunu duyuyor ve anlıyor ‘Şirket’ kimdir. Rıza’nın kodu artık biliniyordu. Bekçi gidiyor bunu hastane müdürüne söylüyor. Tabii ki Rıza ve arkadaşları sonradan bu meselenin yayılmaması için müdürle görüşüp susmasını istiyorlar. Yoksa Ankara’da devrimci kuşak içinde yaşayamazdı. Rıza ve arkadaşları bu eşyaları Tuzluçayır başta olmak üzere gecekondu mahallelerinde yaşayan yoksulların kapılarına bıraktı. Bundan dolayı Rıza ve grubu çok seviliyordu. Rıza çoğu kez esnafları gezerek yoksul aileler için erzak ve ihtiyaç topluyordu. Tuzluçayır’da insanlar sabahları kalktıklarında evleri önünde ya gıda ya da bir ev eşyası gürürdü. Zenginden alan Rıza ve grubu yoksullara dağıtıyordu. Bu yüzden seviliyordu. Grupta Doğan Kılıçkaya, Şahin Kılavuz ve İbrahim Bilgin de vardı. Malzemeleri dağıtma konusunda toplantılar yapılıyor, yardım edilecek aileler belirleniyordu. Halka baskın yapan polisler, asla Tuzluçayır’a giremezdi. Girdiği andan itibaren çırılçıplak soyulur, halk arasında teşhir edilirdi.”
Rıza’yı kollayan annemdi
Annesinin Rıza Altun’u sürekli kolladığını sözlerine ekleyen Zöhre Altun aile içindeki işleyişi de şu ifadeyle anlatıyor: “Rıza’nın aile içerisinde şöyle bir özelliği de vardı; örneğin evde çalışan herkes Rıza’ya kendi aylığından 500 lira veriyordu. Mesela kız kardeşim Bezar, abim, babam ailede beş kişi çalışıyorduk ve Rıza’ya her ay annemin isteğiyle 500 lira veriyorduk. Genellikle Rıza çalışmasa da aldığı maaş bizimkinden fazla oluyordu. Bir ara buna itiraz oldu fakat annem karşı çıktı. ‘Olmaz’ bu para Rıza’ya lazımdır. O da arkadaşlar için harcıyor’ dedi.
Abisinin yerine imza attı
Rıza ile abim birbirlerine çok benziyorlardı. Abim belediyede müdürdü. Bir gün Rıza o belediyeye iş götürüyor ve abime o kadar çok benzediği için onun yerine çaktırmadan imzayı attıyor ve işini görüyor. Abim ertesi günün sabahı müdür olduğu belediye binasına gittiğinde imzalı bir evrak personel tarafından ‘Buyur müdürüm’ diye önüne konulunca abim, o esnada belgeye bakarak kara kara düşünüyor, ‘Ben bu imzayı ne zaman ve nasıl attım’ diye. Personel ‘Müdürüm dün attınız ya deyince, abim birden ‘eyvah, bu Rıza’nın işidir’ diyor. Sanırım bu evrak işi de yoksul bir aile içindi.”
Rıza kendisini siper etti
Rıza Altun, Amed yolunda kaza geçirmişti. O olay hakkında Zöhre Altun şunları ifade ediyor: “Diyarbakır yolunda Rıza ve Kesire otobüsteler. Otobüs seyir halindeyken birden devriliyor. Rıza, Kesire’yi kurtarmak için kendisini O’nun önüne atıyor. Kesire, Rıza'nın üstüne düşüyor. Rıza'nın kalçası kırılıyor. Uçakla Rıza'yı aldık getirdik. Rıza aranıyordu. Doktorlar da ‘Eve götürün, orada tedavi ederiz’ dedi. Rıza’nın tedavisi için eve her gün doktor geliyordu. Bu süreç yaklaşık altı ay kadar devam etti. İyileştiği zaman tekrar Kürdistan’a gitti. Bir daha da gelmedi.”
Askeri darbe oldu Rıza yakalandı
Zöhre Altun, kardeşi Rıza Altun’un yakalandığı olayı ise sonrasında cezaevindeki işkence ve direnişi şu şekilde anlatıyor: “Darbeyle birlikte artık sıklıkla gözaltına alınıyor ve bırakılıyordum. Rıza’nın gasp edilmiş bir arabada yakalandığını duyduk. Sormadığımız karakol, gitmediğimiz şehir kalmadı. Nereye gittiysek ‘Böyle biri yok burada’ diyorlardı. Hatta annem, Kenan Evren'e bile mektup yazdı. Biz Rıza’yı soruştururken meğerse Rıza o sıralarda hep işkencedeymiş. Anemle birlikte karakol, karakol gezdik. Hiç kimse Rıza’nın yerini söylemiyordu bize. Bir Antep’te diyorlar, bir Diyarbakır’da, bir Batman’da diyorlardı. Biz karakol karakol, şehir şehir gezmeseydik onu işkenceyle katledeceklerdi.
Sonunda annem, Antep’de bir ilişki aracılığıyla bir polise o dönemin parasıyla beş bin lira verince Rıza’nın gözaltındaki halinin fotoğrafını getirdi. Öyle tanıdık, emin olduk. Annem tekrardan polise beşbin lira vererek Rıza’nın Antep’ten Diyarbakır’a sevkini sağladı. Annemle birlikte Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne Rıza’nın görüşüne gittik. Burada Mazlum Doğan ve Hayri Durmuş’un ailesi de vardı. Mazlum Doğan’ın ailesi artık Amed’in Bağlar ilçesinde ev tutmuştu. Çünkü her gün ya cezaevinde ya da mahkeme salonundaydık. Bazen de Diyarbakır’da Ali Kılıç’ın evinde de kalıyorduk.”
Hawar Hawar can Haticem
Askeri cezaevine yaklaştığımızda genellikle içeride işkence sesleri geliyordu. Mesela hiç unutamadığım bir olaya tanık oldum. Annemle cezaevine yaklaştığımızda çok yoğun kar yağışı vardı. Cezaevi avlusuna mahkumlar kilot ve atletle çıkarılmış, zorla 'İstiklal Marşı' okutuluyordu. Kar, kan kırmızıya dönmüştü. Annem bağırarak ‘Oğlum direnin, direnin sakın teslim olmayın, direnenler ölmez’ dedi. İçeriden dışarıya ise ‘Biz direniyoruz siz de dışarıda direnin’ sesleri geliyordu. İnanılmaz derecede işkence vardı. Annemin gözü bir ara Rıza’ya takıldı. Askerler Rıza’yı da avluya çıkarmışlardı ve zorla ‘İstiklal Marşı' okutmak istiyorlardı. Fakat Rıza okumuyordu. Asker Rıza’yı buna zorlayınca da Rıza birden annemi gördü ve ‘Hawar, Hawar can Hatice, gözleri mercan Hatice, ben sana kurban Hatice’ demeye başladı. Annem Rıza’nın marş okuduğunu zannederek ‘Rıza, Allah belanı versin sen nasıl marşı okursun’ diyerek söylenmeye başladı. Rıza oradaki askerlere bağırarak ‘alın size marş’ dedi. Askerler Rıza’nın bu beklenmedik tepkisine karşı kendilerini tutamadılar ve güldüler. Sonrasında Esat Oktay Yıldıran geldi ve bağırarak ‘Bunları alın, içeri götürün’ dedi.
Görüş sadece üç saniye sürüyordu
Cezaevi idaresi, her görüşe gittiğimizde bizi tek ayak üzerinde durdurmak istiyordu. Sadece içeride işkence yoktu, dışarıda da bize işkence uygulanıyordu. Görüşme süresi sadece üç saniyeydi. Bazen sopalarla bizi dövüyorlardı. Bir görüş esnasında Mazlum Doğan’ın ailesiyle yer değiştirdik ve annem Mazlum ile görüştü. Annem Mazlum’a ‘PKK’liler teslim olmuş, doğru mu’ diye sordu. Mazlum ‘Dışarıdaki DDKO’luların görüşçülerine bizi sorun, onlar size nasıl direndiğimizi anlatır’ dedi. Annem bir sonraki Cuma günü görüş öncesi cezaevi kapısının önünde Mazlum’un bahsettiği DDKO’luların ailelerine sorunca onlar da içeride 18 isim saydı. Bunların hepsinin de PKK’li olduklarını söyledi. PKK’liler dışında kimsenin direnmediğini söylediler.”
Esat Oktay Yıldıran’a tokat gibi cevap
Esat Oktay Yıldıran, Amed Zindanı’nda vahşet düzeyinde işkencelere imza atmış bir katil. Cezaevi yönetimi, aileye Rıza Altun’un artık kendilerinde olmadığını da söylemiş. Zöhre Altun “İki kez Rıza’yı çevre illere göndermek istediler. Esat Oktay anneme, ‘Rıza diye biri artık yok burada, biz oğlunu öldürdük’ dedi. Annem, ‘Benim başım sağolsun. Ben daha gencim yine doğururum. O zaman ya ölüsünü ya da dirisini almadan gitmem’ dedi. Bunun üzerine Yıldıran başladı anneme küfür etmeye. Annem de ona küfretti. Gardiyanlar bizi coplayıp dışarı attı. Rıza’nın Antep’te tam 9 ay boyunca işkencede kaldığını öğrendik” diyor.
* * *
Bana ‘niye ağlamıyorsun’ diyorlar
Şehadetlerin Kürdistan mücadelesinin bir parçası olduğunu vurgulayan Zöhre Altun, şehitleri “Zafere koşanlar” olarak tanımlıyor ve onların mücadeleyle yaşatıldığını belirtiyor. Zöhre Altun duygularını şu şekilde dile getiriyor: “Rıza’nın şehadetine gelince, nihayetinde bir savaş var ve O’nun dediği gibi savaşlar çok acımasız olabiliyor. Şehadet var, ölüm var, işkence var. Bütün bunların hepsinin farkındayız. Mesela, bana diyorlar, 'sen niye ağlamıyorsun?’ Biz buna hazırlıklıyız. Bir ülkenin meselesi var. Bu sadece bir kişiyle ele alınamaz. 'Şehadet oldu’ diye de geri adım atılmaz. Daha da ileriye gitmek gerekiyor ve daha da mücadele etmek gerekiyor. Bir süreç kapandı, yeni bir süreç başladı. Bu süreçte elbette onlara ihtiyacımız var. Onlar şehadete ulaştılar. Onlar zafere koştular. Onlara biz ‘öldü’ demiyoruz. Onlara ‘zafere koşanlar’ diyoruz. Onları mücadelemizde yaşatacağız. Önemli olan bizim onları yaşatmamızdır. Rıza ve Fuat arkadaşların şahadet haberini duyduğum zaman böyle bir soğuk ter bastı. Ondan sonra tansiyonum yükseldi. Bir şey diyemedim. Hiçbir şey diyemedim. Arkadaşlar vardı. Öylece kala kaldım. Her şeye tanık olmuşsun, nice şehitler vermişsin, Kemalleri vermişsin, Mazlumları vermişsin, Hakileri vermişsin. Rıza’yı da verebilirsin. Bu gerçekle birlikte hep yaşıyorsun. Bizim gözümüz hep radyodaydı, televizyondaydı, haberlerdeydi. Kim ne söyleyecek? Hangi gün haber çıkacak? Onun için hep hazırlıklıydık. Fuat heval için de hep öyle olduk.”
* * *
Kemal ile son görüşmem
Zöhre Altun, ölüm orucu direnişçisi Kemal Pir için de şu ifadeleri kullanıyor: “Kemal Pir bana hep ‘abla’ derdi. Bir gün haber göndermiş ‘Ablaya söyleyin duruşmama gelsin yapabilirse de duruşmalara çıkmam için Vakko’dan bir takım elbise getirsin’ demiş. Ben gittim Vakko’dan bir takım elbise aldım. Hüseyin Yıldırım kızdı ve ‘Bu elbiseleri içeri bırakmazlar’ dedi. Torpil üstüne torpil, binlerce lira harcadık ve biriyle görüştük. O elbiseyi cezaevine soktuk. Zamanı geldi, Kemal’in görüşüne gittim. Görüş kabinine geçtim, bir baktım Kemal geliyor. Üstündeki elbiseler yırtık, sakal uzamış. Kemal ile bol bol konuştum, bana ‘Burada olup bitenleri dağa taşa anlatın’ dedi. Ölüm orucuna gireceklerini söyledi. Artık görüşemeyeceğiz. Duygu dolu bir konuşmanın ardından ayrıldık oradan. Bu, Kemal ile son görüşmemdi. O götürdüğüm takım elbiseyi sadece bir kere mahkemeye çıkarken giyebilmişti.
Bir tek Kemal için ağladım
En fazla yıkıldığım an Kemal Pir’in şahadetiydi. O zaman Suriye'deydim, Kemal şehit düştüğünde ben Önderliğin evindeydim ve haberi aldığımda gizli gizli ağlıyordum. Hayatımda en çok canımın acıdığı an, o andı. O zamanda bu yana beni ayakta tutan Önderlik gerçeğiydi. Onun yanında olmam bir anlamıyla beni gerek duyguda gerekse de düşüncede ayakta tutuyordu. Önderliğin yanında yaklaşık bir buçuk yıl kaldım. Günün 24 saati toplantılar ve mücadeleyle geçiyordu. Önderliğin sessizliği bile insanı ayakta tutuyordu. Önderliğin yanındayken kendi evimdeymişim gibi hissediyordum. Mesela Mazlum Doğan heval de öyleydi. Ne kadar kızarsa kızsın gözlerinin içi gülerdi, bu bir güvendi. Önderliğin yanında olmak böyle bir şeydi. O an ölüm aklına gelmiyor.”














