OPCW teşhir oldu!

Dosya Haberleri —

Adem Uzun

Adem Uzun

KNK Dış İlişkiler Komisyonu Sözcüsü Adem Uzun:

  • Kimyasal silahın araştırılmasına engel sadece devletler değil, aynı zamanda KDP’nin kendisidir. Giden heyetleri bölgeye bırakmıyor. Irak hükümeti bu konuyu araştıracağız deyince KDP bunları oyaladı, engelledi, açık bir ihanet içerisinde yer aldı.
  • OPCW ve devletleri teşhir ettik. Devletler, Türkiye’nin kullandığı kimyasal  silahların kimler ve hangi firmalar tarafından verildiğinin açığa çıkmasından korkuyor. Buradaki suç ortaklıklarını gizlemek için böyle bir önlem alıyorlar. 

ERKAN GÜLBAHÇE

Kürt halkı bulunduğu her alanda Türk devletinin inkar ve imha politikalarına karşı mücadele ediyor. Bu mücadelenin başını çeken kurumlardan biri de Kurdistan Ulusal Kongresi (KNK). Biz de KNK Dış İlişkiler Komisyonu Sözcüsü Adem Uzun ile diplomatik çalışmalarını, Türk devletinin kimyasal silah saldırılarına karşı Avrupa  devletlerinin tutumunu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride yaklaşımları ve daha birçok konuyu konuştuk. Bugün iki bölümden oluşan söyleşinin ilk bölümüne yer veriyoruz.

2022 yılı Kürtlerin diplomatik çalışmaları açısından nasıl geçti? Öncelikli gündemleriniz ve çalışmalarınız neler oldu? Ve hedeflerinize ulaşabildiniz mi?

2022 yılı Kurdistan Özgürlük Mücadelesi açısında genel anlamda önemli, tarihi bir yıldı. Türk devleti her türlü imkanı devreye sokarak çökertme ve tasfiye planını sonuçlandırmak istiyordu. Bunun için dünyada ne kadar anti demokratik, anti ahlaki, anti uluslararası norm varsa hepsini devreye koydu. Rojava’da, Güney Kurdistan’da ve Kürtlerin yaşadığı her yerde saldırılarını sürdürdü. En son bunu Avrupa’ya taşıyarak tasfiye planını hayata geçirme planları gösterilen direniş ve halkımızın desteğiyle boşa çıkarıldı. 2022 yılında mücadelemiz büyük kazanımlar elde etti. Diplomatik anlamda da kamuoyunu, diplomasisini yaratma, ittifaklarını geliştirme, Türkiye’yi teşhir ve tecrit etme çalışmaları yürütüldü. Türkiye’nin 2022 yılında kullandığı kimyasal silah, katliam ve tutuklamalara ilişkin elimizdeki somut belgelerle ülkede verilen mücadeleye cevap olunamasa da içerisine halk diplomasisini de alınarak bir çalışma yürütüldü. Ülkede mücadele ile kıyaslandığında 2022 diplomatik çalışmalarında bir çabanın olduğunu ancak yeterli olmadığını, sürece cevap olunamadığını söyleyebiliriz.

Türk devletinin soykırım saldırıları attı. İşgal saldırılarına kimyasal saldırılar da eklendi. Buna karşı yürüttüğünüz çalışmalar hem teşhir hem de kamuoyu yaratılması için ne kadar etkili olabildi?

Türk devleti uluslararası konsept temelinde bunları yapıyor. Türkiye Avrupa Birliği'ne üye aday adayı, NATO ve Avrupa Konseyi’nin üyesidir. Uluslararası anlaşmalara taraftır. Türkiye bu kurumların hepsini kullanıyor ve uluslararası konseptle Kürtlerin üzerine saldırıyor. Özellikle kimyasalların kullanılmasına ilişkin belgeler, kanıtlar, videolar olmasına ve kamuoyu oluşturulmasına rağmen devletler bir türlü harekete geçmedi. Her devletle, dost milletvekilleri aracılığıyla devletlere bağlı parlamentolarla, devletlerin dış ilişkileri ile, birleşmiş milletlerin içinde olduğu tüm uluslararası kurumları bilgilendirdik. İstisnasız görüştüğümüz tüm devletler biz de böyle suçlamalar duyduk. Kimyasalın kullanılmasına karşıyız ama bu konuda yetkili Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'dür (OPCW) diyorlar. OPCW’ye soruyoruz. OPCW’de, “Bizim prosedürlerimiz var, devlet olmadığınız için devreye giremiyoruz” diyor, topu devletlere atıyor. Sorumluluk da kaçma gibi bir durum yaşanıyor. Bu durum Türk devletinin vahşeti uygulayabilmesi için zaman kazandırıyor, destek oluyor ve cesaret veriyor. Burada engel sadece devletler değil, aynı zamanda KDP’nin kendisidir. Giden heyetleri bölgeye bırakmıyor. Kanıtları toplamasını engelliyor. Bu da Türk devleti ile iş birliğini ve ortak çalışmasının açık bir kanıtıdır. KDP bırakmış olsaydı heyetler gidip daha somut belgeler getirebilirdi. Hatta KDP isteseydi baskı sonucu Irak Hükümeti’ni devreye koyabilirdi. Irak hükümeti bu konuyu araştıracağız deyince KDP bunları oyaladı, engelledi, açık bir ihanet içerisinde yer aldı.

Kimyasal silah kullanımına ilişkin OPCW ve devletlerin kimyasal silah kullanımına ilişkin duyumlarının olmasına rağmen sorumluluktan kaçtıklarını belirtiniz. Peki hangi gerekçelerle hareket edemediklerini belirtiyorlar?

Hukuksal prosedürlerini gerekçe gösteriyorlar. Yani bize üye iseniz ve parasal yardımda bulunuyorsanız sizi koruyabiliriz. Bize üye değilseniz size karşı kimyasalların kullanması müstahaktır. Bir anlamda, “Türkiye devleti benim üyemdir, bana fon veriyor, bundan dolayı kanunlarımı çiğneyebiliyor, uluslararası kanunları hiçe sayabilir, kimyasal silah kullanabilir” diyorlar. Bu yönlü hem kendi kanunlarını ihlal ediyorlar. Hem de topluma karşı iki yüzlü bir politika üretiyorlar. Hukuksal anlamda, uluslararası normda, siyasal anlamda baktığımızda OPCW ve diğer Avrupa kurumları suça ortak konumundadırlar. Bu kadar delil ve kanıtın ortada olmasına rağmen hareket etmemelerini bu suçun ortağı olarak görüyoruz. Bu konuda Birleşmiş Milletler’in (BM) mekanizmalarıyla ilişki içerisindeyiz. Ancak onlarda üç maymunları oynamaktadırlar. Devletler çıkarları gerektirdiğinde ya da kendisine düşman gördüğü grup ve devletler kimyasal silah kullandıklarında hemen füzeleri fırlatıyorlar. Ancak Türk devletinin yüzlerce kez Kürtlere karşı kimyasal silah kullanmasına sesini çıkarmıyorlar. Burada önemli olan sivil toplumun, halkın ve kamuoyunun vicdanıdır. Biz bu konuda toplumun, kamuoyunun ve halkın vicdanımı kazandığımızı, gündem yarattığımızı söyleyebiliriz. OPCW ve devletleri bu konuda teşhir ettiğimizi söyleyebiliriz.

Devletler Türkiye’nin kullandığı kimyasal silahların kimler ve hangi firmaların verdiği açığa çıkmasından korkuyorlar. Buradaki suç ortaklıklarını gizlemek için böyle bir önlem alıyorlar. Nitekim Halepçe’de hangi devletlerin ve hangi firmaların kimyasal gaz verdiği ortaya çıktı. İleriki süreçte de Türkiye’nin kullandığı silahlarının kimler tarafından verildiği ortaya çıkacaktır.

Tecrit de önemli bir gündem olarak Kürtlerin önünde duruyor. CPT, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumları bu konuda harekete geçirmek için neler yapıldı, bu konuda yeterince rol oynayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Tecride ilişkin gerek avukatlar ve gerekse diplomatik alanda, İşkenceyi Önleme Örgüte (CPT) nezdinde, Avrupa Konseyi'nde, Avrupa Parlamentosu'nda (AP), belediyelerde ve sivil toplum kurumlarında çalışmalar yürütüyoruz. Ancak İmralı sistemi de uluslararası konsept çerçevesinde olduğu için üç maymunu burada da oynuyorlar. Kamu nezdinde diplomatik çalışmaları ve hukuksal alanda tecridi teşhir etme noktasında çalışmalar yürütüyoruz. Avrupa, Kurdistan, Afrika ve Orta Doğu’da 2000’i aşkın avukat “Abdullah Öcalan ile görüşüp avukatlığını yapmak istiyoruz” diyerek Türk Adalet Bakanı'na başvuruda bulundular. Bu avukatlar şu anda CPT ve ülke parlamentoları azından çalışmalar yürütüyorlar. Maalesef şu ana kadar tecridi kıramadık. Sonuç alma noktasında eksik kaldığımızı ve önümüzde temel bir hedef olarak durduğunu belirtmek istiyorum.

Avrupa Parlamentosu’nda Türk devletinin işgal saldırılarına ilişkin önemli bir tepki açığa çıktı. Ancak Türkiye üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturabilmek için bunlar da yetersiz kalıyor. Ciddi bir kamuoyu oluşturabilmek adına nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?

Türkiye yıllardır Güney Kurdistan’da saldırılar düzenliyor. Bugüne dek herhangi bir tepki ortaya çıkmamıştı. Ancak son Kuzey-Doğu Suriye ve Güney Kurdistan saldırıları gündeme geldiğinde olumlu bazı tepkiler ortaya çıktı.  Tabi burada Avrupa devletleri kendi çıkarlarını göz önünde bulunduruyor. Türkiye’nin saldırıları sonucunda Kuzey-Doğu Suriye savunma güçlerinin zayıflaması sonucunda bir: DAİŞ ne olacak? Bu Avrupa için tehdittir. İki: Rusya ile olan çekişmelerin de Rusya kazançlı çıkacak. Rusya’yı Ukrayna’da yenmeye çalışırken Akdeniz ve Ortadoğu’da daha kazançlı çıkacak. Bu iki çıkarlarından dolayı tepkilerini gösterdiler.

Kamuoyunda ise kendilerini DAİŞ terör örgütüne karşı korudukları, kadın eksenli gelişen devrime inandıkları ve gerçek anlamda bir hak mücadelesi olduğunu bildikleri için ciddi ve samimi destekte bulundular. Gerek resmi kurumlar ve gerekse halk tarafından verilen destek olumluydu. Ayın 13’ünde Avrupa Parlamentosu'nda gerçekleşen resmi oturumunda genel kurulda Türkiye’nin saldırılarının ilk defa gündeme gelmesi olumluydu. Avrupa Komisyonu dışişleri temsilcisi yaptığı açıklamada bu saldırılara karşı olduklarını dile getirdi. Avrupa parlamentosu başkanı bu konuyu gündeme getirdiği için kendilerine teşekkürlerimizi de ilettik.

Finlandiya ve İsveç dışında herkes tepkisini ortaya koydu. Türkiye, Finlandiya ve İsveç üzerinde kurduğu baskıdan istediği sonucu aldığı gözüküyor. Gelen bu tepkilerden dolayı kara operasyonu ertelendi. Ancak diğer tepkilerden farklı olarak Türkiye’nin Irak’a saldırısı da kınandı. Ürdün’de Fransa ve Irak’ın öncülüğünde Türkiye ve İran’ın Irak’a karşı sınır ötesi operasyonuna karşı gerçekleştirilen zirvede olumlu sonuçlar ortaya çıktı. Türkiye faşist, Kürt düşmanı, Kürtlerin tasfiyesini hedef aldığı için bunları dikkate almıyor ve saldırılarına devam ediyor.

Dünyada yaşanan bir kaos ve ciddi bir boşluk var. Uluslararası kurumları kimse dinlemiyor. BM, AP, AB gibi kurumlar görevlerini yerine getiremiyorlar. Uluslararası kurumlar sorunları çözmek yerine herkesin kendi çıkarları için kullanılan birer kurum haline geldi. Türkiye bunu da görerek, bu boşlukta faydalanarak Kürtlere karşı saldırılarını devam edip Kürtleri tasfiye etmek istiyor. Onun için bu kurumların Türkiye’ye uyarılarını ve tepkilerini kale almıyor. Bu konularda Türkiye’nin uyarılara cevap vermesi için somut ambargonun uygulanması, somut tedbirlerin ve taleplerin uygulanması gerekiyor. Bu taleplerimiz yerine getirilirse Türkiye geri adım atar. Bunun dışında uyarıları pek dinlemez.

Almanya’ya özel bir parantez açmak gerekiyor. Yeni hükümetin Kürt politikasını, Türkiye ile ilişkilerini nasıl bir yere koyuyorsunuz? 

Almanya ile Türkiye’nin ilişkileri çok uzun bir geçmişe dayanıyor. Özellikle Kürtlerin hakkını aramasının bastırılmasında Almanya’nın çok büyük bir etkisi var. Almanya, Türkiye destek vermekle kalmıyor, Almanya’da yaşayan Kürtlerin marjinalleşmesi, terörize ve kriminalize olmasına önayak olmaktadır. Kürtler bir noktada kazanımlar elde ettiğinde Almanya Avrupa nezdinde Kürtlerin bu kazanımları önünde bir takoz görevi görmektedir. Ne yazık ki Almanya tarihinde böyle bir rol oynamıştır. Yeni hükümetle bir şeyler değişir mi, bekleyip görmek lazım. Yeni hükümetin, Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye saldırı gelişimine ve Güney Kurdistan saldırılarına karşı olumlu bir tepkisi oldu, ancak çok ciddi bir tepki değildi. Bizim bu kendilerinden beklentimiz gerçekten kadın haklarına, insan haklarına inanıyorlarsa, ki yeşiller ve sosyal demokratlar bunu iddia ediyorlar. Bu noktada Türkiye’yi ciddi bir şekilde uyarmalıdırlar. Yeni hükümet eğer olumlu bir adım atmak istiyorsa Kürtlere karşı geliştirdiği antidemokratik tutumundan ve Kürtlere karşı uyguladığı yasaklardan vazgeçmesi gerekiyor.

Kürtler Ortadoğu’da en dinamik halktır. Almanya, İran’da “Jin jiyan Azadi “sloganıyla ortaya çıkan mücadeleye övgüyle bahsederken bunun yaratıcısı Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı da tavır alması iki yüzlü bir politikadır. Bu dönem Almanya’dan hukuki, siyasi ve uluslararası alanda Erdoğan’ın, faşist, katliamcı, otoriter politikalarına onay vermemelidir. Kendi hukuksal normları içinde bunu yapmalıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de geç kalıp tarih karşısında hesap vermek istemiyorlarsa bu adamları hemen atmalılar.

Yasak devam ediyor, 129b davaları, artan baskın ve gözaltılar vs. dikkat çekiyor. Yasağın kaldırılması ve kriminalizasyonunun sona ermesi için neler yaptınız ya da yapacaksınız?

Almanya anti Kürt politikasıyla ve anti Kürt ulusal mücadelesi projesi ile kendisine göre bir sistem oluşturmuş. Her eyalette, hukuki çevresini, analistlerini, devlet koruma örgütünün ekiplerini, savcılarını, hakimlerini içinde barındıran bir masa oluşturmuş. Kısaca bir renk alanına dönüştürmüştür. Anti Kürt politikası kurumsallaşmaya gitmiş. Geliştirdiği politikayla cezaevlerini Kürtsüz bırakmıyor. Siyasal rant mekanizması çerçevesinde Kürt kurumlarını ve Kürt bireylerin evlerine baskınlar düzenliyor. Anti Kürt politikasını sistematik bir noktaya taşımış. Almanya bundan vazgeçmelidir. 

Cezaevinde koydukları insanlara Kürt mücadelesinin propagandasını yapmak, kanunu çerçevesinde ve etkinlikler gerçekleştirmek suçlamaları getiriliyor. BM tarafından tanınan hakların kendi kadar tayin hakkını ve kendi anayasasıyla çelişerek Kürtleri terör kapsamında ele alıyor. Hem Birleşmiş Milletler Beyannamesi'ni hem de kendi anayasası ile çelişiyor. İnsanlara karşı absürt ve hiçbir gerekçesi olmayan suçlamalar yapıyor. Almanya’nın Kürt düşmanlığı konusunda Alman kamuoyu, kurumları ve entelektüelleri çevresinde bu konuya ilişkin tartışmalar ve çok ciddi rahatsızlıklar, tepkiler olduğunu biliyorum. 

PKK’nin DAİŞ'e karşı verdiği mücadele ve özellikle Êzîdî halkının DAİŞ'ten kurtarılmasında verdiği mücadeleden dolayı Almanya’nın da PKK’nin terör listesinde bulmasının haksız olduğuna dair çok ciddi tartışmalar oldu. PKK’nin terör listesinden çıkarılması için ciddi bir zemin var. Bundan dolayı Almanya’da seminerler, konferanslar ve toplantılar düzenliyoruz. 129a/b kapsamında olmayan şeyleri terör göstererek, bir zemin oluşturup Kürtleri marjinalleştirme politikası ve anti Kürt politikasının bir sonucudur. Bu anlamda 129 a/b’nin Kürtlere uygulanması başlı başına bir hukuksuzluktur. Dünyadaki bütün ezilen halkların verdiği mücadele ulusal kurtuluş mücadelesi olarak görülürken, Türkiye’yle var olan ilişkilerinden dolayı Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesine karşı durmak hiçbir tarihsel perspektife ve sosyal, siyasal yaklaşımla açıklanamaz.

Almanya, sıradan Kürtlerin kurumlarına giderek dillerini geliştirme, kültürlerini öğrenme, sosyal aktivitelerini gerçekleştirmesine bile engel koyarak Kürtleri asosyalleştirmek istiyor. Bu bile başlı başına bir suçtur.

 

Yarın:

Paris Katliamı’nı kim gerçekleştirdi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.