Suriye iç savaş gerçekleri
Mihraç URAL yazdı —
- 80 şer devletinin Suriye’ye karşı yaptığı yasadışı terör ve tecavüzleri sonuçta ağır bir hezimet aldı. Kobanê’deki hezimet de buna eklenince, çözülme başladı. Geride kalan iç savaşın verileri, diktatör Erdoğan’ın askeri işgal altına aldığı ve terör şebekeleriyle yakıp yıktığı yerlerdir.
10 yıldır devam eden, kıran kırana sürüp, ölümcül dönemeçleriyle örneği az rastlanır bir kıyım ve yıkım savaşı olan Suriye’ye iç savaşı, esasında asrın vurgunu analaşmasının bir uzantısı olarak da görülmelidir. Bu savaş kirliydi, dıştan dayatılmış, desteklenmiş vahşice sürdürülmekteydi. Çünkü Suriye bölgede emperyalist çıkar planlarına karşı direnen tek devletti ve yükselen Rus-Hind-Çin gibi ekonomik güçleri kuşatmanın önünde bir engeldi. Bu savaş, aynı zamanda, asrın vurgunu adlı ”Yüzyılın Anlaşması”nda yer alan bölgenin tüm direniş güçlerini tasfiye etme planın uzantısı olarak Kürtlerin direniş gücünü yok etmek üzere sürdürülen bir ölüm kalım savaşı olmuştur. Direnen Suriye yönetimini yok etmek kadar direnen Kürt halkının her türden varlığını yok etme amacı taşıyan bu savaş, çok boyutlu, emperyalist Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) tamamlanmayan parçalarını da tamamlamayı hedeflemiştir. Bir imha savaşı olarak, herkes bir taşla on kuş vurma hesabıyla ateşe benzin dökme çabaları, kısa zamanda kanlı bir vahşet arenasını yaratmış oldu.
Bu savaşın bir boyutunda kin ve intikam yer alıyordu. Zira, Hafız Esad Suriye’sinin direnişi, BOP defalarca mezara gömmüştü. 1990 Lübnan iç savaşını sonuçlandıran C. Sarayındaki isyanı bastırması, 2000 Haziranında işgalci İsrail’in bir gece ansızın Güney Lübnan’dan kaçışı, 12 Temmuz 2006, 33 gün savaşında Hizbullah’ın İsrail’e tarihinde ilk hezimeti yaşatması. Ardından 2008-9 Gazze savaşında İsrail’in hem askeri hem siyasi hezimeti: Bütün bunlar, ABD Lübnan Büyük Elçisi “bu bölgede Suriye devletinin vidaları gevşetilmeden hiçbir proje ikame edilemez” der ve Suriye üzerine yer yüzünün tüm cehennemi güçleri çökmeye başlar. Diktatör Erdoğan bu sürecin en önemli kuklası olarak, tetikçi olarak Kürtlerden de kurtulmak üzere yeryüzünün tüm cinayet şebekelerini ruh hastası meczupları sınırları açarak Suriye’ye saldırtır ve Kürtlerin katli için pervasızca işe koyulur.
Katar gazı ve Suriye
Bu savaşın mimarları, Suriye’nin İsrail karşıtı ve direniş güçleri yanlısı olmanın yanı sıra uluslararası gaz rekabet savaşlarıyla da ilgilidir. Gaz rekabetinde, Suriye’nin Rus yanlısı tutuma bedel ödetmek istediler. Olayın derinliği 1970 sonrası dünya dengelerini kapsayan birikimleri taşıdığını da burada hatırlatmak gereklidir. 1970 ABD dış ticaret açığının dev boyutlara ulaşması, ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişi, II. Dünya Savaşı sonrası NATO masrafları, Sovyetlerin kuşatılması casusluk faaliyetleri, soğuk savaş maliyetleri yıldız savaşlarının maliyeti vb. Bu çöküş, dünyada 5 bölgede ülkeleri liberal pazarlara açıp ABD pazarı haline getirme girişim ve teorilerini gündeme getirmişti. Latin ve Orta Amerika tamamen çökertildi (Allende’nin Şili’sini hatırlayalım), Uzakdoğu, Orta Afrika da çökertildi. Ama bir tek Ortadoğu ve özellikle Suriye direnmeye devam etti. O gün bu gün Suriye bu emperyal algıların hedefi olmuştur: Buna Filistin direnişine verilen destek, ısrarlı ve kararlı İsrail’e karşı mücadele Suriye’ye bilenen işlerin nasıl bir vahşet içereceğini gösteriyordu. 1980’li yılları birlikte geçirdiğimiz başkan bu dönemi her konuşmasında ve yazısında önemle dile getirmiştir. Suriye’nin rolüne değer biçmiştir.
Bu veriler, Amerika ve Katar’ın bölge gericiliğiyle tetikçi diktatör Erdoğan’la nasıl bir kin ve intikam içinde olacaklarına da önemli bir işarettir.
Katar gazı Avrupa’ya ancak Suriye üzerinden gidebilir, en kestirme yol olan Suriye yönetiminin direnişiyle yüz yüze kalınca, terör ve kıyım ileri sürüldü. Bu aynı zamanda “Yüzyılın Anlaşması” denilen asrın vurgunu olan Rusya, Çin ve Hindistan gibi gelişen ekonomilerin kuşatılma amacına yönelikti. Bu ülkelerin tüm sınırdaşlarında yangıları yükseltme bir stratejik hedef olarak emperyalistlerin ve kuklalarının gündemine oturdu.
Olan zalim bir soy kırımıydı
Bu vahşetin devlet düzlemindeki eş başkanı ve tetikçisi olarak diktatör Erdoğan yönetimi görevlendirilmiştir. Türkiye’nin sürece katılmasıyla, geleneksel Kürt düşmanlığı, sahte gerekçeleriyle Kobanê zaferine kadar sürdü durdu. Binlerce sivil katledildi, zalim bir soy kırımıydı olan.
Bu dönemeçte alınan hezimet, artık geri dönülmeyecek adımların atıldığını gösteriyordu. Kürt halkı bu mücadelenin bir parçasıydı ve çözümünün de olmazsa olmazı haline böylece geldi. Bu başkan Öcalan’ın uzun yıllara yayılan akılcı politikasının Rojava’da yarattığı değerlerin de dolaysız sonucuydu ki, bu gün PKK’yi “Rojava’nın sırtındaki kambur” sayanların cehaletini kin ve intikamlarını ve sonuçta işe yaramaz nefret söylemlerini gösteriyor. Oysa, PKK olmadan Rojava diye bir gerçek asla olamazdı. Burada yüzyıla yakındır çalışanların hiçbir sonuç almadıklarını hesaba kattığımızda, dile getirdiğimiz tarihsel gerçeklerin ciddiyeti daha iyi anlaşılır.
Artık şer güçleri çözülüyor
80 şer devletinin Suriye’ye karşı yaptığı yasadışı terör ve tecavüzleri sonuçta ağır bir hezimet aldı. Kobanê’deki hezimet de buna eklenince, çözülme başladı. Artık şer güçleri çözülüyordu. Şam yönetimi dizginleri ele geçirince, ülkenin önemli kısma büyük kentler arasındaki yollar (Halep - Lazkiye otoyolu hariç) güvenli hale gelince, Batı pragmatizmi hemen devreye geçerek iç savaşın bittiğini ilan ettiler. Ama bu açıklamalar gerçekti iç savaşı bitirmiyordu. İç savaş kor ateştir, alevleri sönse bile közü el yakmaya devam eder.
Nispi dinginliğe yönelen iç savaş, terörün sıkışıp kaldığı her yerde can almaya, yakıp yıkmaya devam etti. Geride kalan ateşin körükleyicisi diktatör Erdoğan oldu, hala da bin bir bahaneyle özellikle Kürt düşmanlığı üzerinden buna devam ediyor.
Geride kalan iç savaşın verileri, diktatör Erdoğan’ın askeri işgal altına aldığı ve terör şebekeleriyle yakıp yıktığı yerlerdir. Zira, sivil yetkili atamaları yaparak uluslararası suç işleyen bu diktatör, Suriye topraklarında ayakta kalmak için ısrarla inatla can almaya yakıp yıkmaya ve bunu yapacak kuklaları beslemeye mecburdur.
Hiçbir uluslararası camiadan destek almayan bu kin ve düşmanlık abidesi diktatör, Suriye’de işgali altına aldığı toprakları ve gözlem noktalarını kazanılmış savaş ganimeti sayarak elde tutmaya çalışmaktadır. Bu tutuşun böylesine kanlı ve uzun oluşu, bir yandan Erdoğan’ın aldığı ağır hezimetin yüzü hürmetine bir prestij kurtuluşu anlamındadır. Diğer yandan ise korkusu olan Kürt direnişini varlığını yok etmektir. Bu durumun sürmesinde ise Rusların rolüne gelmiş oluruz. Zurnanın son deliği de burasıdır.
Diktatör Erdoğan, Rusya’yla giriştiği büyük ölçekli malı süreçlerin arkasına gizlenerek bu yasadışı işgali sürdürdüğünü belirteceğim. Burada dost Rusların ağırdan almaları yaptıkları çok iyi niyet açıklamalarına rağmen, artık Suriye halkını hiç tatmin edici olmaktan uzaktır.
Uluslararası güçler ise Suriye sahasını, ABD-Rus ilişkisine ve bu ilişkinin çok bilinmeyenli denklemlerine ait sorunlar olarak görmekle yetiniyor. Batı’nın derdi mültecilerini ya Suriye‘nin işgali altındaki topraklarında tutulması ya da Türkiye’de kalmalarıdır. Kendi demografik siyasi kültürel dengelerinin bozulmaması için de balans ayarlarını yapan, Rus ve ABD kararlarına uymayı yeterli görmekteler. Arada kaynayan Suriye vatanı ve halkanın çıkarlarıdır; bu Kürtler için de bire bir aynıyla geçerlidir.