Tarihi yeniden yazmak

Selim FERAT yazdı —

Türkiye ile Kürdistan arasında tüm zamanlar için yakın bir açı bulunmuyordu.

Şimdilerde bu açı uçurumda duruyor.

Yerine Kayyum atanan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirtaş’ın, Kürtler’in ciddi bir kırılmaya uğradığı görüşünü, devletin daha da canavarlaştığı olarak tercüme ediyorum.

Talihsiz bir açıklama mı?

Yanıtını vermek için son gelişmelere başvurmak istiyorum:

Bitlis’te Garzan Mezarlığından çıkarılıp uzun süre haber alınmayan 282 cenaze; toplumun güncel yaşamını idame ettiği, nefes aldığı, kolkola yürüdüğü kaldırımların derininde bulundu.

Bu cenazelerin tümüne yakınının gömülüş biçimi sistematik bir katliama işaret ediyor.

Haberi okuyunca, seyirci dünyasında ürpertici duygular yaratan “Hannibal“ dizisindeki sahneleri hatırladım. Hanibal Hektor’ün yönetimindeki katiller insanları öldürdükten sonra, cesetlerden “sanatvari heykeller“ yapıyorlar.

Bitlis’te katledilenler, İstanbul-Kilyos’ta saklama kaplarına dizilmişler.

Öldürülenlerin yakınları, cesetleri üstünde yürümek mecburiyetinde bırakılarak cezalandırıldılar.

Miras, Erdoğan’ın seçim kampanyalarına davet ettiği Tansu Çiller döneminden kalmış.

Cumhurbaşkanlarının hiç biri, daha öncekini aratmadı. Bu, mutlak ayrılığa kadar devam edecek bir travmaya işaret ediyor.

Mustafa Kemal’den bugüne, her dönemde aksesuarda değişen, özde reddî Kürt bir politika uygulandı.

Türk devletinin Kürt’e bakan yüzüne yazılı olan, Olağanüstü Hal’di.

Gerekli olduğu durumlarda devreye sokuldu.

Kürtler’in göreceli “uyum“ süreçlerinde Olağanüstü Hal yerini “siyasi abluka“ya bıraktı.

Yıllar önce, Diyarbekir’de avukat ve Diyarbekir İHD yöneticisi  olduğu dönemde, Berlin‘de gerçekleşen “Uluslararası Tutuklular Konferansı’nda“ Osman Baydemir’i tanıdım.

Umutluydu. Ölümün kolay yaşamanın daha zor olduğu günlerdi. Ve tetikçilik sırası hala Tansu Çiller’deydi.

Avukatlık yapan, insan hakları savunucusu Osman Baydemir’in Berlin Eyalet Parlamentosu’nun bir salonunda dönemin Berlin Belediye Başkanı Walter Momper’e hitaben yaptığı Kürtçe konuşmasının tercümesini yapmıştım.

Baydemir, Kürdistan’daki mücadelenin Türkiye siyasetinde gedik açacağını ve Kürtler açısından karanlık tarihi tünelin sona ereceğini ümit ettiğini vurgulamıştı.

Ve Osman Baydemir bir süre önce son sahnedeki görüşünü açıkladı:

“Bu devlet maalesef bizim devletimiz değil, bu meclis maalesef bizim meclisimiz değildir… benim bir coğrafyam var, adı Kürdistan. Ben bir halkım, Kemalist faşistlerin kavgasıyla, İslamist faşistlerin kavgasından bana ne, canınız cehenneme…”

Osman Baydemir iki ayrı portresini yazmıyorum.

Baydemir 1995’de 2020’de de aynı Osman Baydemir.

Bir zamanlar konuşmasına Baydemir’in de siyaset yapmasına müsade ediliyor; aynı zamanda, Kürdistan Kurtuluş Hareketi’ni bitirecek noktayı koyma planında başarı elde edeceğine inanıyordu.

Devlet Kürdistan’dan kokuyordu. Toplu mezarlıklar, Osman Baydemir’in konuşmasına “müsade“ edilen günlerde, asıl aksesuara yabancı “olağanüstü“ devlet politikasının ürünüydü.

Şimdi, toplu mezarlıklar ortaya çıkıyor; Erdoğan’ın son caydırıcı politikası oluyor: Kürtler’e, eğer söz sahibi olmaya devam ederlerse, gidecekleri yer “mezar“ olur demek mi istiyor?

Korkuyor/lar. Sonları ne olacak sorusunun yanıtlarından birini Jean Baudrillard “Terörizmin Ruhu“ adlı yapıtında veriyor: “İktidar ne kadar güçlüyse … doyuncaya kadar kendini   kandırmış olur, ya sonra …“

Komutan Mazlum Kobanê ekliyor: “Hep birlikte kazanacak, tarihi birlikte yazacağız!”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.