Çeyrek asırdır karanlıkta: Güçlükonak Katliamı

Dosya Haberleri —

  • İki gün arayla 6 köylü gözaltına alınıyor, 5 korucu ise göreve denilerek evlerinden götürülüyor. Ama bu 11 kişi aynı minibüste buluşuyor. Kimlikleri de askerlerin üzerinden çıkıyor. Aynı 11 kişi kurşunlanıp yakılıyor ama nüfus kâğıtları sapasağlam. Bu da katliamın devlet tarafından gerçekleştirildiğinin en somut kanıtlarından birisi.

MIHEME PORGEBOL/BARIŞ BALSEÇER

Çeyrek asır önce, 12 Ocak 1996 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı Gêrê (Çevrimli) ve Yatağan köyleri Taşkonak Jandarma Taburu’na bağlı askerler tarafından basıldı. Bu baskında Ramazan Oruç, Neytullah İlhan, Ahmet Kaya, Abdullah İlhan, Ali Nas ve Halit Kaya 'PKK’ye yardım ve yataklık ettikleri' gerekçesiyle gözaltına alındı. Eski korucu olan altı kişi Taşkonak Jandarma Taburu’na götürüldü. İşkenceler eşliğinde 3 gün süren gözaltının ardından askerler Koçyurdu Köyü’nde koruculuk yapan Mehmet Öner, Lokman Özdemir, Hamit Yılmaz ve Abdulhalim Yılmaz’ı da aynı tabura getirdi. 10 köylü Ramazan Nas’ın şoförlüğünü yaptığı 56 AH 320 plakalı minibüse bindirilerek jandarma taburundan gönderildi. Minibüs, jandarma taburu ile Koçyurdu arasında kalan bir mıntıkada silahlı kişiler tarafından durduruldu ve köylüler ile minibüs şoförü katledildi. Köylülerin önce kurşuna dizilmiş ardından da yakılmış cenazeleri yan yana dizilerek günlerce oracıkta bekletildi.

 

Kurşuna dizip yaktılar

Yaşanan katliamdan hemen sonra Genelkurmay Başkanlığının ayarladığı uçakla bölgeye yerli ve yabancı gazeteciler götürüldü. “Genelkurmay Başkanlığı o güne kadar yapmadığı bir uygulamayı ilk ve son kez bu olayda gerçekleştirdi" diyen gazeteci Celal Başlangıç; "Genelkurmay Halkla İlişkiler Dairesi’nden bir albay Ankara’dan aldığı yerli ve yabancı gazetecileri uçakla Diyarbakır’a, oradan da helikopterle Güçlükonak’a getirdi. Burası Taşkonak’la Koçyurdu köyleri arasında bir alandır. Koçyurdu’na daha yakın ama köyün dışında Dicle Nehri dışında kalan dar bir toprak yoldur. O yola, katledilmiş 11 korucu ve köylünün cenazeleri diziliyor. Bu 11 kişiden 10’u kurşunlandıktan sonra yanmıştı, minibüsün şoförü ise kurşunlanarak öldürülmüştü" diye aktardı. Gazetecileri Genelkurmay Başkanlığı tarafından görevlendirilen Albay Oğuz Kaleli katliam yerine götürdü.

 

Genelkurmay gazetecileri götürdü

Albay Kaleli burada gazetecilere yaptığı açıklamada saldırıyı PKK’nin gerçekleştirdiğini söyledi. Oysa gerçekler hiç de öyle değildi. Çünkü PKK 24 Aralık 1995 tarihinde gerçekleşecek olan genel seçimler dolayısıyla 15 Ağustos 1995 tarihinde tek taraflı bir ateşkes ilan etmiş ve çatışma alanlarından çekilmişti. “Bu katliam zamanlama açısından da ilginç bir döneme denk geliyordu. O dönem Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller ve Sosyalist grup milletvekilleri Türkiye ile ilgili bir önerge vermişlerdi. Katliamın gerçekleştiği tarihten iki gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda bu önerge görüşülecekti. Önergede PKK’nin ilan ettiği ateşkese Türkiye’nin ne cevap verdiği soruluyordu. Önergeye iki gün kala bu katliamın gerçekleşmesi çok düşündürücüydü” diyen Celal Başlangıç, gazetecilerin olay yerinde kalmasına bile izin verilmediğini aktardı.

 

Gazeteciler tehdit edildi

“Arkadaşların verdiği bilgiye göre gazetecilerin köylülerle konuşmalarına, soru sormalarına dahi izin verilmemişti. Sadece Genelkurmay tarafından kendilerine verilen bilgi ile yetindiklerini söylediler. Bir gariplik, anlayamadığımız bir şey var demişlerdi. Hatta askeri çalışanlar TRT çalışanlarına haberi yetiştirmeleri için zorlamışlardı. TRT çalışanları Diyarbakır’da bırakılmış, ‘Bu haber hemen çıkmazsa biz üzülürüz. Biz üzülürsek, siz de üzülürsünüz’ denilerek tehdit edilmişlerdi” diyen Celal Başlangıç, bu uygulamanın da dikkat çekici olduğunu vurguladı.

 

İlk ve son oldu

Yabancı gazeteciler Genelkurmay tarafından bölgeye götürülüp, burada onlara “Gördüğünüz gibi PKK ateşkesi bitirdi” denilmişti. Bu ısrarlı propaganda oraya götürülen herkesin dikkatini çekmişti. Durumu şüpheli karşılayan yabancı gazetecilerin kendisini aramasıyla ilk bilgilere ulaşabildiğinin söyleyen Başlangıç, “Ben aşağı yukarı 84’den beri Kürt bölgelerini takip eden gazetecilerden biriyim. Devletin asla böyle bir uygulaması olmadı. Yani Ankara’dan yabancı medya çalışanlarının toplanılarak olay yerine getirilip, apar topar olay yerinin gösterilip geri getirilmesi ilk ve son defa oldu” dedi. 

Celal Başlangıç

Devletin yaptığı çok açık

Katliamdan yaklaşık 3 hafta sonra Şanar Yurdatapan, Celal Başlangıç ve Ercan Kanar’dan oluşan bağımsız bir heyet, Barış İçin Bir Araya Çalışma Grubu adına katliamın yaşandığı bölgeye gitti. Heyet gördükleri karşısında şaşkına dönmüştü. O günü anlatan Ercan Kanar, “Biz oraya gittiğimizde hala yakılan insanların kemikleri olay yerinde duruyordu. Yakılan araba da yerinde duruyordu” dedi. “Biz o zaman olay yerine olaydan ancak 2-3 hafta sonra gidebilmiştik. Katliamın yaşandığı yer iki karakol arasında bir yerdi. O bölge tamamen ordunun hâkim olduğu bir alandı. Olay da öğleden önce, sabah saatlerinde gerçekleşiyor” diyen Kanar, katliamı devletin yaptığının çok açık olduğunu ifade etti.

 

Kopmuş ayaklar minibüsün içindeydi

Öldürülen yurttaşların tamamının ya halihazırda korucu olduğunu ya da daha önce koruculuk yaptığını belirten Kanar, ölen korucu ailelerin evine gittiklerini, ölen kişilerin ailelerinin de kendilerine "Biz PKK'ye karşıyız ama bu olayı devlet yaptı" dediklerini belirtti.

Celal Başlangıç ise katliam yerine gittiklerinde karşılaştıkları tabloyu şöyle anlattı: "Cenazeler battaniyelere sarılıp ailelere verilmişti. Sonra Genelkurmay yabancı basın mensuplarını götürdüklerinde cenazeler ailelerden toplanıp, olay yerine getirilip, dizilmişlerdi. Gittiğimizde yanmış minibüs Dicle Nehri’nin kenarındaydı. Katledilenlerin bedenlerinden kopmuş ayaklar minibüste duruyordu."

 

Köylüler her şeyi görmüştü

Köylülerin kendilerini beklediğini ve bildiklerini aktardığını belirten Başlangıç şöyle devam etti: “Yaşanan her şeyi görmüşlerdi. Yaşananları anlatmalarını istedik. Devlet yetkilileri, ‘Taşkonak Köyü’nden Koçyurdu Köyü’ne giden minibüs PKK’liler tarafından kurşunlandı ve yakıldı’ açıklamasında bulunmuşlardı. Ama oraya gittiğimizde zaten Taşkonak’ta köylü kalmamış, köy boşaltılmıştı daha önceden. Köyde sadece bir kaç ev ile askeri karakol kalmıştı. Orada Taşkonak ile Koçyurdu köyleri arasında çalışan bir minibüs yoktu. Bu iki köy arasında böyle bir ulaşım aracı bulunmuyordu. Minibüs korucuları göreve götürmek için askeriyenin tuttuğu bir araçtı. Köylüler bize bunları aktardı.

Gazeteci kılığındaki itirafçılar

Biz köylülerle konuşurken etrafımızda ellerinde fotoğraf makineleri ile gazeteci kılığında dolaşan iki kişi vardı. Bu kişileri grubumuzdan kimse tanımıyordu. ‘Kimsiniz?’ diye sorduğumuzda yerel basından olduklarını söylemişlerdi. Köylüler hemen bize gelerek bu kişilerin itirafçı olduğunu söylediler. Askerlere bu kişileri almalarını söyledik. Köylülerle rahat konuşabilmek için köy camisine girdik. Köylüler yaşananların tümünü anlattılar. Zaten verilerin tümü somuttu."

 

Her şey küle dönmüşken, nüfus kâğıtları sapasağlam

Katliamı devletin gerçekleştirdiğine dair bir başka delilin de öldürülen kişilerin kimlikleri olduğunu belirten Başlangıç şöyle devam eti: “Bu katliamın devlet tarafından gerçekleştirildiğine dair en somut verilerden birisi de şuydu. Köylülere savcılığın soruşturma başlatma için gelip, gelmediğini sorduk. Savcılık yanında kâtibi ile gelmişti. İfade almaya başlayacak iken, katledilenlerin nüfus kâğıtlarını soruyor. Öldürülen 11 kişinin üzerinde kalan eşyalar ailelere teslim edilmiş oysa. Köylüler bize göstermişlerdi. Yanık bir hesap makinesi, yanık cüzdanlar gibi eşyalardı. Ailelere teslim edilen eşyalar içerisinde nüfus kâğıtları bulunmuyordu. Özellikle ‘göreve götürüyoruz’ denilerek evlerinden alınan beş korucunun her ihtimale karşı mutlaka nüfus kâğıtlarını üzerlerinde taşımaları gerekiyordu. Savcının sorusu üzerine orada bulunan uzatmalı bir çavuş cebinden 11 kişiye ait nüfus kâğıdını çıkarıp, savcının önüne bırakıyor. Nüfus kâğıtlarının uzatmalı çavuştan çıkması üzerine savcı anlıyor ki katledilen bu 11 kişi ordunun elindeydiler. Bunun üzerin savcı ifadeleri almadan, kâtibini de yanına alarak oradan ayrılıyor. İki gün arayla 6 köylü gözaltına alınıyor, 5 korucu ise göreve denilerek evlerinden götürülüyor. Ama bu 11 kişi aynı minibüste buluşuyor. Kimlikleri de askerlerin üzerinden çıkıyor. Aynı 11 kişi kurşunlanıp yakılıyor ama nüfus kâğıtları sapasağlam. Katliamın devlet tarafından gerçekleştirildiğinin en somut kanıtlarından birisiydi.

 

Ateşkesi PKK bozdu demek için!

Ercan Kanar, katliamın PKK’nin üzerine yıkılmak istendiğini belirterek “Yakılan bu insanların hepsi korucuydu. Hepsi PKK düşmanıydı. Peki katliamın sebebi neydi? O olay olduğu dönemde PKK tek taraflı ateşkes ilan etmişti. PKK ateşkese uyuyordu. Fakat devlet bu ateşkesten memnun değildi. ‘Ateşkesi PKK bozdu’ demek için bu katliamı yaptı. Bu katliam tuzak bir katliamdı. Kumpastı. PKK'nin üzerine atılmak istendi” dedi.

Gazeteci Celal Başlangıç da “Hatırladığım kadarıyla devlet kısa vadeli bir çözüm olarak bu katliamla, Avrupa Parlamentosu’nda görüşülecek önergeyi boşa çıkarmıştı. Devlet Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümünden yana değildi. Avrupa’ya kendisini farklı anlatmaya çalışıyordu. Devlet, PKK’nin ilan ettiği ateşkesin bir oyun olduğunu, PKK’nin zor durumda kaldığı için ateşkes ilan ettiğini, bu ateşkesle kendisini toparlayıp ateşkese son vereceğini ve dolayısıyla ateşkesin kalıcı olmadığı propagandasını yapıyordu. Zaten devlet bütün ateşkeslerde bu propagandayı yürütüyordu" diye konuştu.

 

Benzerini Ceylanpınar’da da gördük

Yakın dönemde de benzer şeyler yaşandığını hatırlatan Başlangıç “Çözüm sürecinde gerçekleşen Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi olayı ile bir karşılaştırma yaptığımda iki olayın da savaş bahanesi olarak kullanıldığını görmek mümkün derken Ercan Kanar da aynı benzerliği kurdu: “Güçlükonak Katliamı, Özel Harp Dairesi tarafından Genelkurmay Başkanlığı'nın bilgisi dâhilinde gerçekleştirilen bir katliamdı. Bir benzerini Ceylanpınar'da da gördük yakın zamanda. Ateşkes süreci işlerken, yine PKK ateşkese uyarken Ceylanpınar'da bir şeyler oldu ve çözüm süreci bitirildi. Bu açıdan benzer yönleri var."

 

Bize de dava açıldı

Güçlükonak Katliamı’nın Genelkurmay Başkanlığı’nın bilgi ve talimatı dâhilinde yapıldığına dair Genelkurmay hakkında suç duyurusunda bulunduklarını belirten Ercan Kanar, suçluların değil kendilerinin yargılandığını aktardı: “Ben o zaman İnsan Hakları Derneği (İHD) başkanıydım. Biz insan hakları savunucusu heyet olarak konuyu takip etmiştik. O yıl biz Güçlükonak Katliamı'nın yaşandığı bölgeye 2 defa gittik. İstanbul'a döndüğümüzde açıklamalar yaptık. Genelkurmayı suçladık. Haklarında suç duyurusunda bulunduk. Bizim suç duyurumuzdan sonra emniyet 2 defa evime gizlice girip aramalar yaptı. Hakkımızda davalar açıldı. Biz suç duyurusunda bulunduk diye bizim hakkımızda dava açıldı. Orduya hakaretten birer buçuk yıl ceza aldık. Yargıtay ‘Savcılığa verilen bir dilekçeden dolayı aleniyet oluşmaz’ diyerek cezayı bozdu."

 

Deniz Baykal engelledi

Yılların kendilerini haklı çıkardığını belirten Kanar, Bakan Adnan Ekmen’in katliamın JİTEM tarafından yapıldığını itiraf ettiğini söyledi. O dönem CHP’nin başındaki Deniz Baykal’ın tutumuna da dikkat çeken Kanar, şu detayları paylaştı: “Sonraki yıllarda İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen olayı itiraf etti. Biz düşmanlaştırıldık. Aradan epey zaman geçtikten sonra Ekmen, ‘Bu olayı JİTEM yapmıştır. Ben o zaman anlamıştım JİTEM’in yaptığını, bakanken.’ dedi. O zaman CHP'nin başındaki Deniz Baykal'a da söylemiş. Gerek Deniz Baykal gerekse de diğer CHP'liler Adnan Ekmen'e ‘bu işi fazla kurcalama’ demişler. Tansu Çiller'e anlatmak istemiş ama Deniz Baykal ‘Tansu Çiller çok yoğundur. O bu konuyla ilgilenmez’ demiş Ekmen'e. Adnan Ekmen yıllar sonra böyle açıklama ve itiraflarda bulununca yine Şanar Yurdatapan'la birlikte İstanbul DGM'de ikinci bir suç duyurusunda bulunduk. Yıllar geçmesine rağmen daha suç duyurumuza bir yanıt verilmedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruldu. AİHM de etkin bir soruşturulma yürütmediği için Türkiye aleyhinde ihlal kararı verildi. Fakat bu hadiseden dolayı yargı önüne çıkartılıp da ceza alan olmadı.

 

Nazi hukuku Türkiye’de uygulanıyor

Güçlükonak Katliamı’na benzer katliamların hala devam ettiğini söyleyen Av. Ercan Kanar, cezasızlık politikasını eleştirdi: “Güçlükonak Katliamı’na benzer katliamlar hala sürüyor. Roboskî, Sur, Cizre vb. hukuki anlamda da bu davalar Güçlükonak Katliamı’yla aynı kaderi paylaşıyorlar. Şu an AKP'nin oturtmaya çalıştığı hukuk Nazi Almanyasının hukuku. Türkiye'de burjuva hukuku bile egemen değil. Vahşi bir hukuk var Türkiye'de. İnsanlığa karşı suç işleyen devlet görevlilerini koruyan bir hukuk sistemi var Türkiye'de. Burjuva hukukunun bile çok gerisinde. Türkiye'de egemenleri koruyan bir hukuk düzeni var."

 

Karakola 2 kilometre mesafede katliam

Cumartesi Annelerinin 719. eyleminde Güçlükonak Katliamı’nın gerçek failinin devlet olduğunu belirten Avukat Ercan Kanar, “Minibüsün yakıldığı yer Taşkonak (2 km) ve Koçyurdu (4,5 km) karakollarına çok yakındı ve askerin egemen olduğu bir bölgeydi. Katliamdan 10 gün sonra bile deliller hala ortadaydı. Yerde kemik parçaları, ayak parçaları bulduk” dedi.

 

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.