Yaşananlardan ders çıkarmanın zamanı gelmedi mi?

Fehim IŞIK yazdı —

  • Son kozlarını yaşama geçirmek için de peşmerge ile gerillanın savaşını başlatmaya odaklanmışlar. Kürtler bu büyük provokasyonun önüne geçer ise Çökertme Planları ile birlikte devletin tüm pisliklerinin de tarihin çöplüğüne gömüleceğinden kuşkunuz olmasın.

Türk devleti 2014 yılının Ekim ayında hazırladığı ‘Çökertme Planı’ ile ilk müdahaleyi iktidar kanadına yaptı. Erdoğan’a her türlü hakareti mubah gören, gece gündüz Erdoğan’a küfreden Bahçeli’yi iktidarın bir kanadına yerleştirdi. Bu yapılırken, Gülen Cemaati’nin hedefinde olan, çoğu hapsedilen Ergenekoncular perde arkasındaydı. Ergenekoncular da Erdoğan ile uzlaşmış, iktidarının en büyük yönlendiricisine, destekçisine dönüşmüşlerdi.

Bu sürecin ilk düşmanlaştırılanları Gülen Cemaati oldu. Kürtler ilk düşmanlaştıranlar oldu diyemeyiz. Nihayetinde Kürt düşmanlığı devleti yönetenlerin genetik kodlarına işlenmiş durumda. Bu nedenle Gülen Cemaati ile AKP çatışırken bile birlikte iş yapabilecek kadar Kürt düşmanıydılar.
Kürtlere dönük savaşın yeniden resmen başlatıldığı 24 Temmuz 2015’i hatırlayın. Onlarca savaş uçağı Kandil’i bombalamış, bu arada dostlar alışverişte görsün misali DAİŞ’e de bir savaş uçağı gönderilmişti.

Peki, bu duruma hangi gelişme gerekçe olarak gösterilmişti? Bunu da hatırlatalım. Urfa’nın Viranşehir ilçesinde iki polis öldürülmüş ve bu eylemi gerçekleştirenlerin PKK’li olduğu iddia edilmişti.

Yargılama uzun sürdü ama hakikati gizleyemediler. Söz konusu kumpası kurgulayan ve yaptıklarıyla devletin başındaki Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürenlerin bizzat Gülen Cemaati yanlısı yargı ve emniyet mensupları olduğu açığa çıktı. Söz konusu Cemaatçiler, Suruç’ta Kobanê direnişine destek veren HDP’li vekillerin kriminalize edilmesinde de basınıyla, yargısıyla, polisiyle, askeriyle başrolü oynuyorlardı.

Cemaat ve AKP birbirine düşman ama iş Kürtlere düşmanlık olunca, her ikisi de birbirinin kumpasından al gülüm ver gülüm yararlanıyorlardı.

Yine hatırlamakta yarar var. Söz konusu dönemde Suriye ile yürütülen savaş ekonomisinin en önemli kapılarından biri Cerablus’tu. Kent DAİŞ’in işgalindeydi. Hatay’ın Elbeyi ilçesi ile Cerablus arasında hacmi milyonlarca doları bulan bir savaş ticareti yürütülüyordu. Elbeyi’nden geçirilen mallar Cerablus’taki hangarlara konulup oradan Suriye’nin her tarafına dağıtılıyordu. Bu mallar korkunç bir karla, karaborsa olarak pazara sürülüyordu. Elbeyi’nden geçirilen malları Şam pazarında bile bulabilirdiniz.

23 Temmuz’da Suruç’tan Elbeyi’ne geçmiştik. Çekim için Elbeyi’ndeydik. DAİŞ’le yürütülen ticareti biliyorduk. Tanık bulabilir miyiz, bunu anlatan çıkar mı diye işin peşine düşmüştük. Epey bilgi aldık. Ancak kaçakçılar bize açık kimlikleriyle konuşmadı. Sadece bilgileri teyit ettiler, hangarları gösterdiler. O gün bize ilginç bir bilgi de vermişlerdi. MİT’in kendilerine Cerablus’taki hangarları boşaltma talimatı verdiğini, gece saatlerinden itibaren hangarların savaş uçakları tarafından bombalanacağını söylediler. Nitekim öyle de oldu. Türk devletinin onlarca savaş uçağı Kandil’e yol alırken, bir savaş uçağı da gecenin bir saatinde gelip boşaltılmış hangarlara birkaç bomba atıp geri dönmüştü.

Ertesi gün gazeteler, televizyonlar Türk devletinin DAİŞ ve PKK’ye karşı savaş başlattığını yazıyordu. Devlet Kandil’e onlarca savaş uçağı kaldırmış, tarihinin en ağır saldırılarından biri ile Kürtlere yönelmişti, DAİŞ’i ise önceden bilgilendirerek bir hangarlarını yıkmakla yetinmişti.

Türk basınını takip edenler bu işin böyle olduğunu bilecek durumda değillerdi. Bizlerin yaptığı haberler ise ne yazık ki herkese ulaşmıyordu. Dönemin Cemaatçi gazete ve televizyonları bile devletin bu algı operasyonunun bir aparatı gibi çalışıyordu. DAİŞ ile PKK’ye aynı düzeyde bir saldırının başlatıldığını pompalıyorlardı.

İşin özeti, her biri bir diğerine düşman olsa bile hepsinin Kürtlere düşmanlığı bakiydi. PKK işin bahanesiydi. Esas dert, Kürtlerin hak ve hukukunun kalıcı biçimde gasp edilmesiydi. Bunun için de ellerinden geleni artlarına koymadılar.

Doğrudur, Kürtler bu süreçte darbe yediler. Ancak yenilmediler, direndiler ve devletin tüm çivilerini gevşetmeyi başardılar. Gevşeyen çivilerden bazıları Sedat Peker gibi yerinden çıkmaya başladı. Artık tüm pislikleri ortalığa saçılmış durumda. Hal böyle iken ellerinde tek kozları var. Kürtleri bir iç savaşa sürüklemek.

Rojava’daki kazanımları yok etmek için olmadık saldırılara yöneldiler. Kürtlerin Kürtlere kapı kapatmasını bile başardılar. Şimdi de peşmergeyi gerillanın üzerine sürmeye uğraşıyorlar. Çökertme Planı, pisliklerinin bunca ortalığa saçılmasına rağmen eğer hala meriyette ise emin olun henüz ellerinde kullanmadıkları, kullanamadıkları kozlarının olmasındandır. Son kozlarını yaşama geçirmek için de peşmerge ile gerillanın savaşını başlatmaya odaklanmışlar. Böylece hem kendi ömürlerini uzatacak, hem de Kürt kazanımlarını kalıcı gaspın yolunu açacaklar. Eğer tersi olur yani Kürtler bu büyük provokasyonun önüne geçer ise Çökertme Planları ile birlikte devletin tüm pisliklerinin de tarihin çöplüğüne gömüleceğinden kuşkunuz olmasın.

Alınacak ders çok basit. Bahçeli bel altı küfürle yöneldiği Erdoğan’a şimdi ‘reisim’ diyor. Devlet içinde kümelenmiş binlerce Bahçeli var. Tümünün derdi, Kürtlerin analarını görmemesi.

Oysa Kürtler başkalarına düşmanlık veya başkalarını yok etmek için değil, daha mukaddes bir iş için yani kendilerinin ve bölgelerinin özgürlüğü için birlikte olmak zorundalar. Başka da şansları yok.

Bunu yapmayıp peşmergeyi Türk askerinin yanında gerillanın üzerine sürmek, Türk ordusu gerillayı bombalarken peşmergeyi gerillanın üzerine göndererek Kürt gençlerinin ölümü üzerinden alan kazanmayı kahramanlık saymak, kimse kusura bakmasın tarihin en büyük ihanetidir.

Kürtler bunu yapmamalı. Böyle bir tablonun oluşmaması için de diyalogu esas elmalı. Tarafların dışında kalanların birincil görevi de diyalogu kolaylaştırmak olmalıdır. Bunun için çaba harcamayanların Bahçeli’den bir farkının kalmayacağını bilmeliyiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.