95 yıl sonra bulunan bildiri: İhsan Nuri anlatıyor

Dosya Haberleri —

SEDAT ULUGANA

SEDAT ULUGANA

  • Şeyh Sait önderliğinde Piran’da cereyan eden Kürt ayaklanmasına dair dünya kamuoyunda Türk devletinin dezenformasyonları nedeniyle bir kafa karışıklığı vardı. İhsan Nuri, bununla mücadeleyi kendine görev bildi ve o sırada bulunduğu Bağdat’ta Kürt ayaklanmasına dair bir bildiri kaleme aldı. 1925’te yazılan ve arşivlerin çekmecelerine gömülen o bildiriyi 95 yıl sonra ilk defa yayımlıyoruz.

SEDAT ULUGANA

İhsan Nuri, 1892 yılında Bitlis kent merkezinde doğar ve Gökmeydan’daki ilkokulu bitirdikten sonra 1906 yılında Erzincan’daki askeri liseye başlar. 1907 yılında Harbiyeye giren İhsan Nuri, 1909 yılındaki Abdülhamit karşıtı askeri isyana katılır. 1910 baharında Harbiyeden subay olarak mezun olan İhsan Nuri, Rumeli’ye gönderilir ve İşkodra’da isyan eden Arnavutlara karşı savaşır. 1911’de Yemen’de isyan eden Araplara karşı savaşır. Elimizdeki daha önce hiç yayınlanmamış anılarına göre bu iki savaşta da “gerilla savaşını” ve “özgürlük isteyen halkaların tutkusunu” öğrenir. 1913 yılında İstanbul’a tekrar döndüğünde, dergi ve cemiyetler etrafında oluşan Kürt entelijansiyasına katılır. “Roji Kurd” dergisi çevresi ile tanışması onun hayatında mühim bir dönemeçe tekabül gelir. 1914 yılında Osmanlı imparatorluğu Rusya’ya savaş açınca İhsan Nuri, Kafkas cephesine gönderilir. Kendi deyimi ile savaş esnasında yüzlerce Ermeni sivilin hayatını kurtarır. Savaş bittikten sonra Iğdır’daki garnizona yüzbaşı olarak atanır. 

Yaşar Hanım ile yolları kesişir
1921 yılının soğuk bir kış gününde, İstanbul-Üsküdar’dan Karadeniz’e açılan İtalya bandıralı yolcu gemisinde, ürkek gözlerle etrafını süzen genç Yaşar Hanım da vardır. Yine daha önce yayınlanmamış, Yaşar Hanım’ın elimizdeki anılarına göre babası öldüğü için annesi ve küçük kardeşi ile birlikte İstanbul’da “sahipsiz” kalmış ve Iğdır’da askeri doktor olan kardeşi Haydar Bey’in yanına gitmeye karar vermişlerdir. Trabzon’a doğru yol alan gemide dönemin katliamcılarından Topal Osman da vardır. Yaşar Hanım kendisine musallat olan Topal Osman’ı zor bela atlatarak Trabzon’dan karayolu ile Erzurum’a gelir. Görkemli Ağrı Dağı manzarası eşliğinde Iğdır’a yaklaşırken süvari bir askeri birliğin yanından geçerler, birliğin kumandanı İhsan Nuri kalpağını çıkararak Yaşar’ın ağabeyi Doktor Haydar’ı selamlar. Doktor Haydar, annesi İffet Hanım’a dönerek, “Bu Yüzbaşı İhsan Nuri’dir. Muhteşem bir hatiptir” diyecektir. “Yakışıklı ve ciddi görünümlü” İhsan Nuri’nin ismi artık Yaşar Hanım’ın kulağına çalınmıştır. Takip eden günlerde Yaşar ile İhsan Nuri arasında mektup trafiği başlar, Tevfik Fikret’in şiirleri ile birbirlerine nazireli dörtlükler dizen ikili kısa bir süre sonra evlenir. Bu yıllar aynı zamanda İhsan Nuri’nin Erzurum merkezli “Kürt İstiklal Komitesi”nin (Azadî) içinde yer aldığı yıllardır. 

Azadî ve ‘Ağrı Dağı Generali’
Albay Cibranlı Halit Bey, Kürdistan genelinde bir başkaldırı planlıyordu lakin komitenin planları dışarıya sızdırıldı. Albay Halit Bey ile Yusuf Ziya idam edilirken İhsan Nuri dahil birçok Kürt subay da sürgün edildi. 1924 Eylülünde Beytüşşebap’taki Türk birliğe saldıran İhsan Nuri, emrindeki birlik ile birlikte Güney Kürdistan’a geçti. 1926 yılında Revanduz’a geçen İhsan Nuri, orada Şeyh Sait’in oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi ile karşılaşır ve Hoybûn’un kuruluş çalışmalarından haberdar olur. Ali Rıza Efendi’nin telkini ile Hoybûn ile bağlantı kuran İhsan Nuri, kısa bir süre sonra bölgeye “genel komutan” görevi ile gönderilir lakin Yaşar Hanım’ı da Iğdır’da, Türk ordusunun elinde bırakmak istemez. Öyle ki İhsan Nuri’nin Güney Kürdistan’a geçmesinden sonra Iğdır’da kalan Yaşar Hanım, kısa bir süre sonra devletin tacizlerine maruz kalır, kendi deyimi ile İhsan Nuri’den boşanması için tehdit edilir. Tehdit ve baskıların ardı arkası kesilmeyince Hoybûn tarafından Türkiye’den çıkarılıp Kobanê’ye, Mustafa Şahin Bey’in evine getirilir. Yaşar Hanım, 1927’de Tebriz’e, orada İhsan Nuri ile buluşup Ağrı Dağı bölgesine geçer. 1928’de şiddetlenen Ağrı direnişi, 1930 yazında Zilan Katliamı gibi korkunç bir soykırımla sonuçlandı. Kendi deyimi ile şayet devlet sivillere yönelmeseydi, Ağrı Dağındaki ateş asla sönmeyecekti. 1930 yılının sonunda Doğu Kürdistan’a geçen Kürt savaşçılar, “Kaçar Kasrı” (Qesra Qejer) denilen mıntıkada İran güçleri tarafından kurşuna dizildi. Bu süreçten sonra İhsan Nuri, diğer Kürt mültecilerden ayırarak Tahran’a götürüldü, yaklaşık 50 yıl boyunca SAVAK tarafından sıkı gözlem altında tutuldu ve 1978’de şaibeli bir trafik kazası ile yaşamını yitirdi. 

Belgenin tarihsel önemi
İhsan Nuri, 1924’ün Eylül ayında Irak’a geçtikten birkaç ay sonra, Piran’da Şeyh Sait önderliğinde bir Kürt başkaldırısı cereyan etti. Türk devletinin yoğun dezenformasyon ve askeri saldırıları ile aylar sonra bastırılabilen Kürt başkaldırısına dair kafa karışıklığı, İhsan Nuri’nin bir bildiri kaleme almasına sebep teşkil etti. 1925’te Bağdat’ta kaleme alınan o bildiri, iki yıl sonra, yani 1927’de, Hoybûn kurulduktan sonra Fransız yönetiminin dikkatini çekebildi. Son zamanlarda Fransa Dışişleri Bakanlığında bulduğumuz bildiriyi Yeni Özgür Politika gazetesi aracılığıyla ilk defa yayınlıyoruz. 
Dönemin Fransız istihbarat belgesine göre İhsan Nuri, söz konusu bildiriyi Türkçe kaleme almış, bildiri daha sonra Şam’daki Fransız politik büro departmanına gönderilmiş. Politik büro da bildirinin Fransızca çevirisini Türkçe bilen bir “S.R. ajanına” yaptırarak 5 Şubat 1927 tarihinde Hoybûn dosyası ile ilgilenen Beyrut masasına göndermiş. 
İhsan Nuri tarafından kaleme alınıp Bağdat’taki İstiklal Matbaasında basılan 17 sayfalık bildiri, “Kürt Başkaldırısı” başlığını taşıyor. İhsan Nuri, kısa bir önsözden sonra sırasıyla Şeyh Sait Direnişinin nedenleri, önemi ve örgütlenmesi hususları üzerinde duruyor. Bildiri bütünlüklü bir şekilde okunduğunda 1925’ten 2021’e kadarki yaklaşık yüz yıllık süre içinde Türkiye Cumhuriyetinin Kürt politikasında zerre kadar değişikliğin olmadığı açıkça görülüyor. Değişen tek şey, devletin elindeki savaş aygıtlarının profesyonelleşmesi ve inkar siyasetinin derinleşmesidir. 
Dönemin devlet aklının Kürt başkaldırısını itibarsızlaştırma teşebbüslerine dikkat çeken İhsan Nuri, çarpıcı örnekler veriyor. İhsan Nuri’ye göre Avrupalı devletler tarafından muazzam silahlar, uçaklar ve zırhlı araçlar ile desteklenen, Yunan ordusunu Ege denizine döken ve Ermeni Ulusal Ordusunu Erivan’a kadar kovalayan Türk ordusu, 1925’te Kürdistan dağlarında hiçbir savaş tecrübesi olmayan Şeyh Sait gibi önderlerin öncülük ettiği, hiçbir güç tarafından desteklenemeyen çok az sayıdaki Kürt direnişçi tarafından darmadağın oldu. Dahası askeri olarak yenilse de Kürt başkaldırısı, Kürt halkına özgürlük ve ulusal ruh aşılamıştır. Bu manada 95 yıl önce kaleme alınan bu cümleler tarihsel bağlamda ele alındığında Çiyager’in “Ne olursa olsun son muhteşem olacak” sözlerine benziyor ve İhsan Nuri adeta bugünü görerek bildiriyi şu sözlerle bitiriyor: “Arnavut ve Arap isyanlarının verdiği derslere rağmen kendi hatalarını düzeltmek istemeyen bugünün Türk siyasetçileri, asla bitmeyecek olan Kürt başkaldırıları karşısında diz çökecekler ve Kürtlerin haklarını tanıyacaklardır! Geç olmadan, yaptıkları hatalar ile ülkeyi kendileri ile birlikte çöküşe götürmek istemiyorlarsa Kürtlerin haklı talepleri karşısında boyun eğecekler!”

 

KÜRT BAŞKALDIRISI

Nedenleri, askeri önemi, örgütlenmesi
İhsan Nuri, 1925, El-İstiklal Basımevi, Bağdat

Önsöz
Kürtlerin ideali kendi ülkelerinde bağımsız, özgürce yaşamak; kölelikten kurtulmak ve bundan sakınmak üzere kuruludur.
Fark ettik ki bu anlamlı ve güzel dava yanlış yorumlanıyor. Bu bağlamda, şehitlere karşı işlenen hataları düzeltmeyi görev edindim.
Eşira Cibrî
“Ji mala Ali Kli”
İhsan Nuri

I. BÖLÜM 

Başkaldırının nedenleri
Kürt halkı her zaman özgürlük idealini bilmiş ve tanımıştır. 20. yüzyılda yurtseverlik ve özgürlük idealini gerçekleştirmek için büyük ölçekli bir başkaldırı gerçekleştirmeye girişmiştir. Her ne kadar komşuları tarafından yönetilse ve yabancı güçler tarafından köleleştirilmek istense de bu savaşçı halk, adet ve kültürlerini korumayı başarmıştır. 
Eğer başkaldırı ideallerini geçen yıllar içinde gerçekleştirmiş olsaydı bu halk (milyonları bulan sayısı ile) bugün boyunduruk altında ve eziyet içinde yaşamazdı. Kürtler şikâyet etmek yerine, o zamanlar çok şeye sahiptiler.

Mahkemeler ve dil 
Kürtçe, Sivas’tan Ankara’ya ve İskenderun Körfezine uzanan bu engin ülkenin şehirlerinden daha çok köylerinde konuşulur. Nadiren Türkçe bilen kişiler ile de karşılaşılır. Kaldı ki bütün resmi işler bu dil ile yapılır. Bütün hakimler bu millettendir. Bu yüzden bir sanığın mahkumiyeti ya da beraati, çevirmenin vicdanına bağlıdır. Birçok suçsuz gariban mahkûm edildi. Zira hakimleri “satın alamadıkları” için ifadeleri kötü geliştirildi. Uzun yıllar hapishanelerde süründürüldüler. Böylece birçok dürüst ve namuslu aile sefalete itildi. Birazdan anlatacağım öykü, sizin Türk hakimlerin Kürtlere karşı işlediği adaletsizlikleri daha iyi anlamanızı sağlayacak.
Bozo oğlu Temo adlı bir şahıs, bir gün İstanbul’dan memleketi Malazgirt’e döner. Hani bölgesine vardığında arkadaşları kendi aralarında kavga eder. Polis araya girer ve sormaksızın hepsini zindana atar. 30 yıl boyunca zindanın derinliklerinde sorgusuz sualsiz unutuldular. Bu zamandan (30 yıl) sonra tesadüfen onun masum olduğu anlaşılır. Özgürlüğü haber verildiğinde gözyaşlarına boğulur. Bunun nedeni sorulduğunda, “Aileme kavuşup kazandığım para ile onların hayatını garantiye almak için İstanbul’dan ayrılalı 30 yıl oldu. Suçsuzluğuma rağmen tutuklandım, o zamandan beri hayatımın büyük bir kısmı heba oldu. Siz bugün özgür olduğumu beyan ediyorsunuz. Özgür olacağım lakin artık yaşlıyım, gücüm, takatim yok, çalışamayacağım, ekmeğimi kazanamayacağım” diye cevap verir ve ağlamaya devam eder.

Eğitim 
Türklerin boyunduruğu altına girilmeden önce eğitim, bugünkünden daha iyiydi, daha gelişkindi. Kendi ülkelerindeki okullarda ve medreselerde yüksek eğitimi bitirenlerin sayısı yüzlerle ifade ediliyordu. (Bakınız: Evliya Çelebi’nin Kürdistan gezisinin Abdal Han bölümüne dair raporu) Kürtlük, Türkler tarafından mutlak bir cehalete sürüklendi; böylece bilimsel olan fakülteleri yıkıma uğratıldı. Köyler ve şehirlerindeki okulları kapatıldığı halde bu, onların yine de vergi yükümlüsü olmalarını engelleyemedi. Kürtler Ankara’nın kasasına eğitim için avuç dolusu altın vermek zorundaydı. Doğal olarak kendi anadillerinde eğitim almak daha kolay olurdu ama resmi dilin Türkçe olmasından ötürü eğitim de Türkçeydi. Bu, hiçbir zaman çocuğunun memur olmasını düşünmeyen Kürdün tamamen okulu bırakmasına neden olurdu ve böylece baştan itibaren cehalet içinde kalmaya devam ederdi. İşte Türklerin iç politika olarak uyguladığı yöntem buydu. Böylece gariban Kürtler eğitime sahip olamadıkları gibi haklarını korumaya bile cesaret edemiyorlardı.

Adaletsizlik
Sıradan Türk memurları, az çok tercih edilen metotlar ile bu fakir insanların içinde bulunduğu sefaleti daha da derinleştiriyor. Bu memurların çıkarları her şeyden önce gelir. Sadece para bu fakir insanları küçük düşmekten kurtarabilir ve bu suç arayan titiz mahkemelerden koruyabilir. 

Ordunun zorbalığı 
Kürtlere en büyük zorbalığı ordu yapıyordu. Kumandanlar halka eziyet etmek ve kötülük yapmak için sonsuz bahaneler bulabiliyorlardı. Çoluk çocuğuna yetecek kadar ekmeği tedarik etmek için yıl boyunca çalışan aile reisleri, askerlerin çocuklarının ağzından ekmeklerini aldığını gördüler. Ve çoğu zaman bu aileler, yıl boyunca sadece meşe palamudu ile beslenebildiler. Bazen makbuz karşılığında kendisine pahasının iki katı fiyatına 30 kg mal verilir, daha sonra bu borcuna karşılık çift hayvanlarına el konulurdu ve böylece tarlasını sürmesi imkansız hale geliyordu. Kürt asker ise, en ağır işler ona verilir ve kendisine “Kürt Eşeği” diye hitap edilirdi. 

Birbirine düşürme girişimleri 
Üst düzey sivil ve askeri yetkililer, siyasal olarak üç büyük Kürt bölgesi olan Şırnak, Batwan ve Dercan arasında ölümcül nifak tohumları ekmeyi ve ölümcül bir nefret yaymayı başardı. Lakin bu birbirine düşürme faaliyetlerine büyük önem veren 2. ve 7. Kolordu kurmay ve subaylarının Dih ve Şırnak’ta bulunan 18. Alaya bağlı tabur kumandanlarına gönderdiği gizli telgraflara rağmen “Kürt Komitesi” sessiz bir şekilde tarafları uzlaştırmayı başardı. 

Vergiler 
Yüzyıllardır Kürtler, bayındırlık, eğitim ve ulaşım-taşımacılık vb. vergileri vermekle yükümlüler. Bazen aynı vergiler hile ile aynı yılda iki defa alınır lakin Kürtlerin yaşadığı mahalleleri şehirlere bağlayan yollar olmadığı gibi köylerinde de okul bulunmaz. 
Türkler maliyeyi iyileştirmek için neredeyse bütün arazileri tekelleştirdi. Çiftçiler arazilerini ekip biçme konusunda isteksizler, onun için yüzlerce hektar arazi çoraklaşarak verimsiz hale geldi. 

Türklerin Kürtler üzerinde üstünlük kurması
Türkiye Cumhuriyeti, sınırları dahilinde sadece Türk milliyetini kabul etti. Lakin bu millet, coğrafyasının büyüklüğü ve barındırdığı nüfus itibariyle Kürdistan’ı görmezden gelemezdi. Lakin bu halkın eğitim almasına, koşullarının iyileştirilmesine ve sosyal yaşama katılmasına izin verilmedi. Kürt halkını yoksulluğa ve derin bir karanlığa sürüklediler. Zaten asıl amaçları da buydu. 
“Kürdistan” kelimesi tarih ve coğrafya kitaplarından tamamen çıkarılarak yasaklandı. Okullarda Türkiye ile ilgili olan çok az şey öğretmeye başladılar. Memurlar arasında Türklük tabiiyetinin tercihi için özel bir sicil tutulmuş; bu nedenle herhangi resmi bir göreve talip olan, Kürt kökenini inkâr etmeye mecbur bırakılmıştır. O kadar ileri gittiler ki, köy, dağ, dere vb. yer isimlerini dahi değiştirdiler…
Türkler, Ermeni tehcirinden sonra diyorlardı ki “‘Zo’ diyenlerden kurtulduk, şimdi ‘Lo’ diyenleri kovmalıyız.” Yunanistan’dan kovulan Türk göçmenleri Kürdistan’ın tamamına yerleştirmek istiyorlar. Bu nedenle vilayet valilerinden, bu ülkenin ihtiva edeceği insan sayısını bilmelerini sağlayacak plan ve projeler hazırlamaları istendi. 

Seçimler 
İşlerin iyi yürümesi için halkın güvendiği milletvekillerinin seçilmesi esastır. Lakin Kürdistan’da hükümet, uygun gördüğü kişiyi kendisi atıyor. Seçim gerektiğinde ise cumhuriyet hükümetinin uygun gördüğü kişiye oy vermek gerekiyor. Kaldı ki oy pusulaları tahrif ediliyor ve belirlenen adaylara zorla oy verdirtiliyor. Hiç şüphe yok ki, bu şekilde oluşturulan Meclis, halkın çıkarlarını gözetmiyor, hükümetin isteklerini yerine getiriyor. Kürt kendisine bu derece adaletsizlikle yaklaşan ve dini inançlarına karışacak kadar ileri giden bu politikalardan artık bıktı. Ülkesinin kalkınmasını engelleyen boyunduruğu kırma ihtiyacı hissetti. İsyana hazırlanırken hükümeti kendisine karşı daha adil olmaya davet etti. 
Kürtler, Dünya Savaşı veyahut Türk-Yunan Harbi esnasında kendi bağımsızlıklarını çok kolay bir şekilde elde edebilirlerdi lakin Türklerin durumunu daha da kötüleştirmemek için Kürt halkı onlara büyük bir iyilikte bulundu. En ufak bir düşmanlık eyleminde dahi bulunmadılar. İstiyorlardı ki Türkler, Rumlarla giriştikleri mücadelenin sonunda Kürtlerin çıkarlarını da gözetip onların isteklerini yerine getirsin. Elbette Kürtlerin topraklarının büyük bir kısmını Kürdistan’ın oluşturduğu Türkiye Cumhuriyetinden beklentileri vardı. 

YARIN:

* II. Bölüm: Başkaldırı
* III. Bölüm: Başkaldırının askeri önemi
* IV. Bölüm: Başkaldırının örgütlenmesi

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.