Bekaa’da iz bırakan Musa Anter
Selim FERAT yazdı —
- Bekaa’da Öcalan’ın Musa Anter anısına yaptığı konuşmayı izledim. Konuşmaya başlamadan önce, üzüntü, keder izledim. Konuşmaya başladıktan sonra, Öcalan’ın Musa Anter’in yaşamının tanığı olan, onun neredeyse her gününü izleyen bir yol arkadaşı gibi konuştuğuna şahit oldum.
Musa Anter bizden ayrıldığında (20 Eylül 1992), Bekaa’da bulunan Avrupalı üç "turist“den biriydim.
Bekaa’daydım…
Gerilla izleri taşıyan bir Lübnan vadisi.
Bekaa’ya gittikten sonra ziyaret ettiğimiz, PKK’nin 2’nci Kongresi (20-25 Ağustos 1982)’nin yapıldığı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kampına yakın bir yerdeydik.
Bekaa vadisi, Filistinli Hristiyan George Habaş’ın öncülüğünde kurulan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Naif Hawatme’nin öncülüğünü yapdığı Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (DDHKC) gerillalarının eğitim gördükleri, İsrail’e karşı savaştıkları vadi.
Bekaa’ya giderken, o döneme kadarki yaşam izlerini taşıyan hafızam yerindeydi.
Çocuklarımı geride bıraktım;
Evimden ayrıldım; iş alanımı terkettim.
Sosyal yaşamımı geride bıraktım; bir çekim alanından, daha başka bir çekim alanına doğru yol alıyordum.
İlk kez buraya yazıyorum:
Nereye gittiğimizi tahmin ediyor, ne ile karşılaşacağımı hiç mi hiç bilmiyordum.
Daha Bekaa’ya varmadan, gönüllü olarak kaderimi bana konuk olma izni verenlerin vicdanına bıraktım.
Başımı Berelias kentinde bulunan, daha inşaat halindeki bir binanın üst katlarından birinde, etrafında silahların bulunduğu bir yastığa koyarken, o gece ve ertesi sabah olanlardan bihaberdim.
Huzurluydum.
Gözlemek ve anlamak dışında bir görevim yoktu.
Meraklıydım. Ve bu meraklı iç yolculuğu yaparken, eskiye dönük hafızamı kaybetmeden, yani deyim yerindeyse hafızama, yeni bir hafızanın yüklendiğinden bihaber değildim.
Eski isimler yerine, yenileri yazılıyor.
Tanıdığım yeni simalar, eski diyarları terkinin habercisi;
Bana, kendimden yeniden haberdar olan, başka bir "Selim“ kimliği yükleniyordu.
Orada okuduğum: "Hafizasını kaybeden kimliğini, varlığını kaybeder“ cümlesi, Filistinli gerillaların mirası; not ediyorum.
Bekaa’da 1986’de kurulan Mahsum Korkmaz Akademisi’ne vardıktan sonra, manyetik bir yaşam alanındaydım ve bir anda her şey geride kaldı.
Toprak zemindeki yatağa uzandığımda, döşeğin sertliği, yastığın yüksekliği ilgim dışındaydı.
Hafızama, yeniden tanıştığım insan çehreleri yükleniyordu.
Altı yıl Kürdistan’ın o dönemine damga vuran merkezlerinden biri olan Bekaa’nın kapanması için hazırlıklar yapılıyordu.
Gerilla olmak için eğitim görenlerden edindiğim: Zafere doğu gidiş; bu tarihi durağın sona ereceğiyle ilgili hayal kırıklığı, gerçekle karşılaşma meziyeti; yola devam ve kurulacak Kürdistan yüklü duygulardı.
Ve Bekaa’nın kapanması törenlerinin hazırlık günlerinden biri olan 21 Eylül sabahı. Bir gün önce Musa Anter’in JİTEM tarafından öldürüldüğü haberi Bekaa’yı sarstı.
Bekaa’daki anfide değil, oradaki yapılardan birinde, Öcalan’ın Musa Anter anısına yaptığı konuşmayı izledim.
Konuşmaya başlamadan önce, üzüntü, keder izledim. Konuşmaya başladıktan sonra, Öcalan’ın Musa Anter’in yaşamının tanığı olan, onun neredeyse her gününü izleyen bir yol arkadaşı gibi konuştuğuna şahit oldum. Bu kadar detay bilgiyi, bu kadar kısa sürede nereden edindiğine şaşırmıştım.
"Ve cellat uyandı yatağında bir gece. Tanrım dedi, bu ne zor bilmece. Öldükçe çoğalıyor adamlar, ben tükenmekteyim öldürdükçe“ diyen Musa Anter’in idealleri için mücadeleye devam edeceklerine dair sözlerini kararlı söylemişti. Kızgın değil, olacağını beklediğinin bilincinde ve daha da olacakları bilen vakur bir sesin sahibini dinliyordum.
Kendinden emin ve tarihten sorumlu bir portreyi izliyordum.
Bu nostaljik anının ustası Musa Anter sağ olsaydı, o adama şunu söylerdi: "Oğlum Recep, Eğer benim Anadilim senin devletinin temellerini sarsıyorsa, demek ki devletini benim arsama yapmışsın“.
Musa Anter söylemiş, ben tersine tercüme ediyorum: Kürtler’in doğduğu kentlere kurşun yağmaya devam ederse, Türk’ten yurttaş olmaz, Kürdistan da Kürtsüz olmaz; Rojava da senin "Waterloo yenilgin“ olur.
