Belçika saldırısında Fidan parmağı!

Dosya Haberleri —

Hakan Fidan

Hakan Fidan

  • Tarihçi ve gazeteci Nick Brauns, ülkücülerin Kürtlere yönelik saldırıyı Belçika devletini Kürtlere karşı daha sert tavır alması için bir nevi baskı yöntemi olarak kullandığına dikkat çekti. Brauns, “Üstelik Kürt halkını bu tarz saldırılar ile kışkırtıp Türk milliyetçi kurumlarına saldırtmak ve böylece Kürt halkını kriminalize ettirmeye çalışıyorlar” dedi.
  • Belçika’daki saldırıların Türk Dışişleri Bakanı ve eski MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Belçika ziyaretinden birkaç gün sonra gerçekleşmesinin tesadüf olmadığını söyleyen Brauns, "Görünen o ki çizgiyi aşmadan ülkücülere ve Türk milliyetçilerine serbest hareket etme ve Kürtlerin eylemlerine saldırmasına müsamaha gösteriliyor" vurgusu yaptı.
Söyleşi: Gözde GÜLER

Belçika’da Newroz kutlamaların sonra evlerine dönmek isteyen Kürtleri, Türk ırkçıları aleni biçimde katliamdan geçirmek istedi. Linç girişiminin yanı sıra Kürt halkının kimliğine ve değerlerine saldırdılar. Türk devletinin kurumları da olaya müdahil olarak bir bakıma bu katliam provasının içinde olduklarını gösterdiler. Katliam provasının ardından Belçika’nın resmi makamları da Türk devletinin gönlünü hoş edecek biçimde açıklamalar yapmayı tercih etti. Son olaylar bir kez daha gösterdi ki Türk devletinin işgalci politikaları sonucu göç etmek zorunda kalan ve Avrupa’ya gelen Kürtlerin yaşamı burada da güvende değil. Belçika’daki ırkçı saldırıyı, Almanya’nın Türk ırkçı gruplarına karşı politikasını ve bu tür saldırıların Almanya’ya taşırılması ihtimalini tarihçi ve gazeteci Nick Brauns’la konuştuk. Berlin’de günlük yayımlanan Marksist Junge Welt gazetesinin redaktörlüğünü yapan, Ortadoğu tarihi, siyaset uzmanlığının yanı sıra Kürt sorunu, Türk-Alman ilişkileri hakkında yazılar ve kitaplar yazan gazeteci Nick Brauns, saldırıların perde arkasını değerlendirdi. 

Belçika’daki ırkçı saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkücülerin Belçika’da Kürtlere saldırması büyük bir ihtimal ile Kurdistan, Türkiye ve Avrupa’da kutlanan Newroz’a bir tepkidir. Söz konusu saldırı belli ki bir anlık oluşan bir tepkiden ziyade önceden planlanmış, organize edilmiş bir saldırıdır. Bu tarz saldırıların arkasında genellikte Türk istihbaratın olduğunu yakın tarihte gerçekleşen Fransa, Avusturya ve tabii ki Türkiye’deki saldırılardan biliyoruz. Belçika’daki saldırıların Dışişleri Bakanı ve eski MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Belçika ziyaretinden birkaç gün sonra gerçekleşmesi bir tesadüf olmasa gerek. Belçika devleti ve yargısı Fransa veya Almanya kadar Kürt Özgürlük Hareketi’ni kriminalize edip takip etmiyor. Belçika’nın üst mahkemesi PKK’nin sömürgeciliğe karşı yürüttüğü yasal mücadeleden ötürü ‘terör örgütü’ olarak görülmeyip bu yüzden de takip edilmemesine karar vermişti. Ayrıca KNK’nin yönetimi ve birçok önemli Kürt diplomat Belçika’da yaşıyor. Ülkücüler, Kürtlere yönelik bu saldırıyı Belçika devletini Kürtlere karşı daha sert tavır alması için bir nevi baskı yöntemi olarak kullanıyor. Üstelik Kürt halkını bu tarz saldırılar ile kışkırtıp Türk milliyetçi kurumlarına saldırtmak ve böylece Kürt halkını kriminalize ettirmeye çalışıyorlar. Belçika Başbakanı De Croo’nun PKK’yi 'yabancı terör örgütü' olarak tanımlaması ve böylelikle üst mahkemenin kararına karşı gelmesi bahsettiğimiz ülkücü hareketin bu planının gerçekleştiğini gösteriyor. Öte yandan Belçika’nın Avrupa düzeyinde PKK’nin “Avrupa terör örgütü listesi”nde bulunmasını hep onayladığını gözardı edemeyiz.

Batı Almanya, geçmişte antikomünizmle mücadele adı altında hem ülkücülerin hem de Türk İslamcıların gelişmesine, büyümesine ses çıkarmadı, hatta destek verdi. Özellikle Erdoğan’ın Türk devletinin mutlak sahibi olmasıyla hem İslamcılık hem de ülkücülük Türk devletinin resmi iktidarı haline geldi. Böyle bir durumda Alman devletinin ülkücülerin faaliyetlerini yasaklama ihtimali var mı? Bir ara yasaklamalardan söz ediliyordu. Şimdi bu tartışmalar ne aşamada?

1970’lerde Almanya, sosyalist Türk işçilerine karşı bir denge oluşturabilmek için o dönem adeta ülkücüleri davet etti. Dönemin Bavyera başkanı ve CSU genel başkanı Franz-Josef Strauß, MHP Başkanı Alparslan Türkeş’le işbirliği sonucu 70’lerin sonunda Alman istihbaratın desteğiyle ülkücülerin Almanya’da temel atmasını ve bu temelin sağlamlaştırılmasını gerçekleştirdi. O anlaşmadan bu yana Türk faşistler, Almanya’da gayet hür bırakılmaktalar. Şimdiye kadar Almanya’da ülkücülerden taraf işlenmiş iki cinayet var. Bu cinayetler solcu ve Kürt kesimlere karşı idi. Mesela 1980’de MİT’in yardımı ile ülkücü ve İslamcılar Berlin’de yaşayan komünist ve sendikacı Celalettin Kesim’i katletmişlerdi. Almanya’da yaklaşık 18.000 üyesinin olduğu tahmin edilen ülkücülerin bu sayı ve güçleri göz önüne alındığında, bugüne kadar ülke içinde az sayıda büyük saldırılar yaptıklarını da belirtmeliyiz.

Görünen o ki çizgiyi aşmadan ülkücülere ve Türk milliyetçilerine serbest hareket etme, Türk hükümetinin muhalifleri hakkında bilgi toplama ve onları korkutma veya Kürtlerin eylemlerine saldırmasına müsamaha gösteriliyor. Ancak Alman yetkililer ve Alman gizli servisleri tarafından çizilen çizgi şu gibi görünüyor: Cinayet yok, organize ayaklanma yok. Şimdiye kadar faşistler büyük ölçüde buna bağlı kaldılar, çünkü bu boyutuyla hala ihtiyaç duydukları tüm özgürlüğe sahipler.

Almanya Meclisi 2020’de ülkücülerin denetlenmesine karar vermişti. Bu karar Ankara’ya ülkenin iç siyasetine karışmaması için bariz bir mesajdı aslında. Lakin o karardan bu yana Alman resmi makamlarından bir adım atılmadı. Alman devleti, aslında rockçu bir çevreden doğmuş ve Türk gizli servisinin etkisi altında, Türk hükümeti için militan ve şiddet yanlısı bir lobi örgütüne dönüşmüş bir suç örgütü olan Osmanen Germania’yı yasaklanmasıyla, 2018'de harekete geçme konusunda bir şeyler yapabileceğini gösterdi. Osmanen Germania muhtemelen ateşli silahlarla silahlanmaya başlamıştı ve görünüşe göre yasağın arka planında da bu vardı. Buna karşın Alman hükümeti Türk faşistlerinin ideolojisine karşı herhangi bir adım atmıyor.

Kürt ve Türk nüfusunun Avrupa’da en yoğun yaşadığı ülke Almanya. Alman devletinin Belçika’daki gibi olayların yaşanmaması için sizce ne yapması gerekiyor?

Ülkü Ocakları, DİTİB ve Türk devletinin diğer ajan yapılarının dokunulmazlıklarının kaldırılması lazım. Türk casuslarına karşı tutarlı yasal işlemler yapılmalıdır. Silahlanma ya da şiddet eylemlerine dair kanıtların bulunduğu durumlarda, Bozkurt yelpazesindeki derneklerin yasaklanması da doğru bir adım olacaktır. Neredeyse tüm Alman partilerinden politikacıların seçim kampanyaları sırasında -ister fırsatçılıktan ister saflık ve cehaletten olsun- Türk faşistlerine kur yapmaları da durdurulmalıdır.

Günümüzde Gazze’de yaşanan savaş yüzünden burada yaşayan Müslümanlar büyük ırkçı bir baskı görüp ötekileştiriliyorlar. AfD ve CDU’nun sağ kesiminin 'Regmigration' (Göçmenlerden arındırma) fikrini milyonlarca yabancı uyruklu insan bir tehdit olarak algıladı. Ötekileştirmenin oluşturduğu böyle bir iklim, Türk milliyetçileri, İslamcılar ve faşistlere örgütlenme için bir zemin oluşturuyor. Bu yüzden Almanya’da antifaşist dalga, Alman faşistlerine ve Nazilere karşı durduğu gibi, mevcut hükümetin sınır dışı stratejisine ve ülkücülere de karşı durmak zorunda. Öte yandan Kürtler ve Kürt kurumları 30 yıldır Alman hükümetinden taraf mütemadiyen yasaklanıp bastırılıyor. Basında PKK, düşman olarak hedef gösteriliyor. Siyasetin bu zihniyeti Kürtlere karşı saldırıların zemini oluşturuyor ve değişmediği sürece oluşturmaya devam edecek. Kürt karşıtı ırkçılığın kökü Kürtlerin ne dünya ne de Alman siyasetinde kendine münhasır bir halk olarak görülmemesine dayanıyor.

Alman devletinin söz konusu Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar olduğunda Türk devletinin yanında saf tutmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunda sadece politik ve ekonomik çıkarlar mı belirleyici yoksa Alman devletinin Kürt karşıtı siyasetinin daha derin kökleri mi var?

Bir önemli saik jeopolitiktir. Ekonomik ilişkiler bu saikin bir elementidir. Türkiye, 19. yüzyılında kurulan Bağdat Demiryolu’ndan bu yana Ortadoğu’yu, Kafkasları ve Asya bölgesini kontrol edebilmek için Alman emperyalizmin stratejik ortağı olmuştur. İki ülkenin silah kardeşliği o zamana dayalıdır ve bugün Türkiye’nin NATO üyeliği ile devam edilmektedir. Türkiye enerji transferinde yani petrol ve gaz boru hatlarında Almanya ve Avrupa için önemli bir rol taşıyor. Bunun yanı sıra Türkiye mültecilerin Avrupa’ya göç etmemelerinde sınır güvenlik rolünü de üstlendi. Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması Berlin’i tedirgin ediyor ve kendi saflarında tutabilmeleri için Türkiye’ye ılımlı yaklaşılıyor. Bu dış ve jeopolitik meselelere ek olarak, Kürt Özgürlük Hareketi’nin sol ideolojisiyle Yakın ve Ortadoğu'da emperyalistlerin bölgedeki plan ve çıkarlarına karşı çıkan devrimci bir faktör olduğu gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz. Bu doğrultuda, sol özgürlük hareketinin Avrupa ve Almanya'daki hinterlandının kesilmesi ve burada kriminalize edilerek zayıflatılması için de girişimlerde bulunulmaktadır.

Nazi geçmişiyle hesaplaştığını iddia eden Almanya’nın, Nazi ideolojisinin Türk versiyonu olan MHP ve türevlerine karşı bu denli hoşgörülü olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Federal Cumhuriyet'in Nazi dönemiyle arasına mesafe koyması bile tartışmalıdır. Ne de olsa Bundeswehr'den gizli servislere ve adalet yönetimine kadar pek çok devlet kurumu, sadece demokratik bir kisveye bürünmüş eski Naziler tarafından kurulmuştu. Alman devleti iç ve dış politikasında defalarca eski Nazilerden ve genç faşistlerden yararlandı, Gladio'yu hatırlatmam yeterli. Günümüzde Almanya’nın Nazi geçmişi ile sözümona hesaplaşması emperyalist siyasetini ahlaki olarak devam ettirebilmesi için kullandığı bir yöntem. Almanya 25 yıl önce Sırbistan’a karşı başlattığı savaşı 'Bir daha Auschwitz olmayacak' başlığı altında gerçekleşti. Başbakan Milosewitch, Hitler’in halefi olarak görülmüştü. Ve bugün baktığımıza 'Bir daha asla' (Nie wieder) başlığı altında İsrail’in Filistinlilere uyguladığı soykırıma, silah sevkiyatı ve siyonist devlet ile dayanışma göstererek siyasi destek sunuyor. Hamas ve hatta Filistinliler yeni Naziler olarak lanse ediliyor. Ve Ukrayna’da Rusya’ya karşı NATO’nun vekalet savaşında, Almanya silah sevkiyatı yaparken Ukrayna saflarında Asow askerleri ve Yahudi katliamını gerçekleştiren Nazi işbirlikçisi olan Bandera’nın destekçilerinin olmasından rahatsızlık duymuyor. Dolayısıyla Nazi faşizminden uzaklaşmanın gerçek bir anti-faşizmle hiçbir ilgisi yoktur. Bunun örneği söz ettiğim MHP’ye olan tavırdır. Almanya’nın iç ve dış siyasetinin sağladığı çıkarlara engel olmadığı sürece hoş görülüyor ve hatta işbirliği bile yapılıyor. Ve bu yüzden MHP, Alman basını tarafından faşist bir parti olarak lanse edilmiyor, sadece aşırı milliyetçi olarak lanse edilip hafife alınması sağlanıyor.

Sosyal medyada Kürtlere karşı daha birçok saldırı olacağı ve olayların Almanya’ya taşabileceği haberleri de dolaştı. Önümüzdeki süreci Kürtler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya'daki Türk faşistler büyük bir potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Bu, ülkücülerin faşist duygularını yayan Türk Federasyonu'nun veya İslami dernek ATİB'in daha ağırbaşlı görevlileri için daha az geçerlidir, ancak bunlar esas olarak dernek çalışmalarında yer almakta ve böylece Türk diasporasının bir bölümünü Ankara'nın politikalarına bağlamaktadır. Asıl tehlike, dövüş sanatları kulüpleri, rocker benzeri kulüpler ve benzerlerinde bir araya gelen ve MİT tarafından harekete geçirilebilecek daha genç, açıkça şiddet yanlısı faşistlerden gelmektedir. Eğer ki Ankara emir iletirse, konsolosluklar ve istihbarat uygun görürse faşistlerin Kürtlere yönelik organize saldırıları yapması muhtemel. Bu yüzden Almanya’daki Kürt derneklerinin yasalar gereğince kendilerini savunma yöntemleri oluşturmaları lazım. Bu konuda Kürtleri ve solcu muhalif Türkleri buradaki polis pek desteklemez. Ülke içinde yabancılar arasında gerilim ve kavga hükümetin ve her gün güçlenen AfD’nin faşistlerinin işine yarar. Özelikle muhalif solcuları kriminalize edip kendi lehine kullanırlar. Önemli olan Kürt derneklerin Alman solcular ile antifaşist yapılandırma üzerine çalışmalar yapıp kendini savunma yöntemlerine onları da dahil etmeleridir. Çünkü edilen tecrübeler şunu gösteriyor ki ülkücüler, Kürtlere ve Türkiyeli solculara saldırmaktan çekiniyorlar. Bu savunmaya “organik Almanlar” da dahil olursa toplumun büyük kısminin dikkatini çeker ve savunma güçlenir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.