Çağrı Rojava'yı kapsıyor mu?
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- “Çağrı Rojava’yı da kapsıyor” iddiası Erdoğan’ın demokratikleşme yolunda adım atmayacağına dair tehlikeli bir işarettir. Bu işaret, kullandığı zehirli dilden daha da tehlikelidir.
Bazı iktidar sözcüleri Başkan Öcalan’ın çağrısını Rojava’yı da içine alacak biçimde yorumluyor. Bunu da çağrının son paragrafındaki "tüm gruplar" ifadesine dayandırıyor:
“Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi (…) kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.“
Burada PKK’ye bağlı HPG, YJA-Star ve irili ufaklı otonom gruplardan söz edildiği tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Ne Rojava’dan, ne Rojhilat’tan, ne de bir başka ülkedeki Apocu örgütlerden söz edilmektedir.
Bunu anlamak için yalnızca çağrıdaki son paragrafa değil, Başkan Öcalan’ın hangi devletle konuyu tartışıp müzakere ettiğine bakmak, Rojava’nın ve başka bölgelerin çağrıda neden anılmadığını anlamaya yeter de artar.
Açıklandığına göre devleti temsilen bir heyet en az bir yıldır İmralı’da Başkan Öcalan’la konuyu müzakere etmiş, sonunda devletin demokratikleştirilmesi ve buna karşılık PKK’nin silah bırakması ve kendini fesh etmesi temelinde, çağrıdaki terimle söylersek, “demokratik uzlaşma” sağlanmıştır. Bu durumda demokratikleşme yolunda güven verici adımlar atılmadan (ki bunun başında Öcalan’ın özgürlüğü gelmektedir) PKK silah bırakmayacak ve kendini fesh etmeyecektir, aynı şekilde devlet de PKK silah bırakmadıkça ve kendini fesh etmedikçe hiç bir demokratik adım atmayacaktır. Benim anladığım kadarıyla “demokratik uzlaşma” bundan ibarettir. Bir başka ifadeyle, hem devlet PKK’ye “demokratikleşeceğim” diyerek, hem de PKK devlete “silah bırakacağım ve örgütümü feshedeceğim” diyerek karşılıklı güvence vermişlerdir. Tarafların anlaştıkları adımları atabilmesi için ise, karşılıklı ateşkes zorunlu bir önkoşuldur.
Çağrıda Rojava’nın ya da bir başka devletteki bölgenin adı, Öcalan’la Suriye ya da İran, ya da Irak devleti arasında benzer bir müzakere olmadığı için geçemezdi. YPG, YPJ ve QSD’nin silah bırakması, PYD’nin kendini feshetmesi karşılığında ne Şam’daki çete koalisyonu, ne de Tahran’daki Molla rejimi, Türk devleti gibi her hangi bir demokratikleşme sözü vermemiştir. Çünkü bu devletlerle bırakalım müzakereyi, ilişki bile kurulmamıştır. O nedenle Başkan Öcalan yaptığı çağrıda sadece PKK’ye yönelik çağrıda bulunmuştur.
Buradan hareketle, özellikle Rojava özerk yönetimi “Öcalan’ın çağrısını reddetti” diye yayın yapan İktidar medyasının ve AKP sözcülerinin “çağrı Rojava’yı da kapsıyor” propagandası, çağrının demokratikleşme koşulunu yerine getirmemek için uydurulan bir bahane olarak anlaşılmalı. İktidar ve Erdoğan “Rojava silah bırakmadığına ve PYD kendini feshetmediğine göre, çağrıda dile gelen demokratik uzlaşmayı kabul etmiyoruz” demiş oluyorlar. “Çağrı Rojava’yı da kapsıyor” iddiası Erdoğan’ın demokratikleşme yolunda adım atmayacağına dair tehlikeli bir işarettir. Bu işaret, kullandığı zehirli dilden daha da tehlikelidir.
Sırrı Süreyya Önder’in “çağrı ilkesel olarak herkese yapıldı” şeklindeki demecini çarpıtarak kullandıkları görülüyor. Çağrı, elbette “silah bırakma ve fesih” dışında, içerdiği tezleriyle Apocu paradigmayı savunan, silahlı ve silahsız, legal, illegal her örgüte ve kişiye, “kendinizi değiştirin ve dönüştürün” denerek yapılmıştır. Hatta çağrıdaki bu “değişin ve dönüşün” çağrısı yalnız Apocu örgüt ve kişilere değil, dolaylı da olsa tüm sosyalist harekete yapılmış bulunuyor.
Şurası kuşkusuz açıktır: Başkan Öcalan bölgedeki bütün devletlere, o devletlerle ihtilaflı ya da çatışma halinde olan bütün demokratik örgütlere, eğer hegemonyacı güçlerin elinde oyuncak olmak istemiyorsanız, birbirinizle “demokratik uzlaşma”nın yollarını arayın çağrısını yıllardır yapıyor. Zaten Rojava da, başından beri Esad rejimiyle ve şimdi, iç yüzlerini herkesten iyi bildikleri Coloni yönetimiyle bile eşit haklı bir anlaşma yapabilmenin yollarını arıyor.
Rojava özerk yönetiminin ve PYD’nin uzlaşma arayacağı muhatabı Türk devleti değildir. Suriye devletidir. Türk devletinin muhatabı ise Suriye Arap Cumhuriyeti’dir. Çünkü Rojava, Suriye devletinin topraklarında varolan özerk bir bölgedir ve bu bölgeye karşı gerçekleşmiş tüm işgal ve ilhaklar, şu anda süren askeri saldırılar Suriye devletine karşı yapılmış ve yapılmaktadır. Aynı zamanda Türk devletinin Rojava’yla ilgili her türlü girişimi, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin içişlerine kabaca müdahaledir.
Nasıl ki, PKK ile Türk devleti arasındaki ilişkiye hiçbir devletin karışma hakkı yoksa, Suriye devleti ile PYD, QSD arasındaki ilişkiye de Türk devletinin karışma hakkı yoktur. Başkan Öcalan’ın da Şam rejimine ve Özerk yönetime demokratik uzlaşma tavsiyesi dışında her hangi bir çağrıda bulunması beklenemez. Türk devleti Öcalan’ı muhatap olarak kabul etmiştir, Şam rejimiyle Öcalan arasında ise bırakalım muhataplığı, en küçük bir ilişki bile yoktur. Bu durumda Öcalan, hiçbir demokratikleşme sözü almadığı Şam rejimi karşısında, QSD’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısını elbette yapmayacaktı ve yapmamıştır da.
Şu anda Lazkiye’de ve Alevi Arapların yaşadığı diğer yerlerde meydana gelen ve tahminlere göre bini aşkın Suriyelinin hayatını kaybettiği çatışmalara bakanlar, Şam rejiminin kimseyle demokratik uzlaşmaya yönelme niyetinde olmadığını kolayca anlarlar. Erdoğan Rojava silahsızlansın örgütlerini dağıtsın derken, olmayacak duaya amin dercesine, HTŞ’nin yapamadığı katliamlara kapı açmaya kalkışıyor.
Karşımızda çözülmesi gereken çok kritik sorunların, Öcalan’ın çağrısıyla çözülme “ihtimali” doğmuştur. Her ihtimal gibi bu da gerçekleşebilir ve gerçekleşmeyebilir. İktidarın demokratik uzlaşı çağrısına Rojava’yı katma yeltenişi, bu ihtimali ortadan kaldırmaya dönük, ciddiyetten yoksun ve kötü niyetli bir yaklaşımdır.
Ve ne yazık ki çağrıya rağmen AKP iktidarı QSD’ye ve HPG’ye karşı adeta Şam rejiminin yolunda yürüme eğilimi gösteriyor ve savaşı birkaç günde bini aşkın hava saldırısıyla, ateşkes ilanına rağmen tırmandırıyor.
Evet, devleti ya da devletin bir kesimini temsil edenlerle PKK arasında demokratik bir uzlaşma için Öcalan’ın çağrısıyla ilk büyük başlangıç yapılmıştır, ancak Erdoğan iktidarı henüz bu büyük başlangıca uygun hiçbir ciddi adım atmamıştır. Bu durumda TBMM’de temsil edilen partiler, eğer gerçekten de Öcalan’nın çağrısını destekliyorlar ise, bu gidişe acilen dur demelidirler. İktidarın tırmandırdığı savaş ortamında askerle gerilla arasında çok sayıda kayba sebep olacak ilk çatışma, belki de son şansın heba edilmesini getirecektir. Herkes ciddi olmalıdır.