Tünelin sonundaki ışık

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Çözüm sürecinin geri dönüşsüz kılınması, Cumhuriyet’in iki kolona dayanarak yasallaşması ile birlikte, Türk ve Kürt halkını, bölge halklarını uçurumun kenarından demokrasiye yani selamete çıkarmanın imkanı doğacaktır.

DEM Parti Heyeti İmralı’ya gitti ve dönüşte Başkan Öcalan’ın şu açıklamasını aktardı:

“Sınırlı şartlarda tarihi bir mesele için ciddi bir çaba sarf ediyoruz. Yıkıcı ve negatif değil, pozitif bir aşamayı geliştirmeye çalışıyoruz. Kürt olgusunun tüm boyutlarıyla Cumhuriyet’in yasallığına dahil edilmesi ve bunun için güçlü bir geçiş süreci temel alınmalıdır. Bütünsel bir olgu olarak yasallığa geçiş, Demokratik Cumhuriyet’in hukuksal temellerini sağlamlaştıracaktır.

Bugün dönemsel olarak eşiğinde olduğumuz demokratik entegrasyon imkanı hem yerellik hem evrenselliktir. Pozitif aşamaya geçebilmek için bu süreçte herkesin hassasiyet, ciddiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi hayati önemdedir.”

Bu satırlardan ne anlamalıyız?

Birincisi, bir devrim aşamasında olmadığımızı, “yerellik ve evrensellik” terimlerinin de çağrıştırdığı gibi, küresel emperyalist ve bölgesel hegemonyacı güçler arasındaki çelişkilerin dünya savaşını adım adım yeni bir aşamaya tırmandırdığı bir “karşı devrim” niteliğindeki dünya savaşı içinde olduğumuzu anlıyoruz.

Evrensellik budur.

Buna Türkiye’de iktidarla ve muhalefet arasında tehlikeli şekilde tırmanan amansız bir mücadele eklenmiştir. Barışın hüküm sürdüğü dünya koşullarında iktidarın iktidarda kalmak için ve muhalefetin de iktidara geçmek için birbirleriyle mücadelesine, hatta birinin diğerini yok etmeye kalkışmasına kimse şaşırmazdı. Hele bu çelişki ve kavgayı devrimcilerin bir devrimci imkan olarak görmesine de denecek söz olmazdı.Oysa şu anda iktidarla muhalefet arasındaki mücadeleden ne iktidar kendi iktidarını koruyarak, ne de muhalefet iktidara geçerek çıkamaz. Devrimciler de bu mücadeleden devrim umuduna kapılamaz. Bunun sonucu dünya savaşı şartlarında kaostur.

Yerellik de budur.

Başkan Apo’nun uyarılarından böyle bir sonuç çıkarıyorum.

Bu açıklamada en önemli vurgu “Cumhuriyet’in yasallığı” ile ilgilidir. Lozan Anlaşması’yla kurulan Cumhuriyet ülkenin Kürt nüfusunu dışta bıraktığı için, meşruiyeti ya da yasallığı “yarım” kalmış bir meşruiyet ve yasallıktır. Cumhuriyet Türk milletinin “devlet olma hakkı” bakımından yasaldır, Kürt milletinin dışlanması bakımından yasal değildir. Bu da yüz yıldır yaşanan isyanlar tarafından kanıtlanmıştır. Eğer Cumhuriyet, nüfusun bu iki büyük sütununa dayanarak tam bir yasallık elde etseydi, bu isyanların hiç biri gerçekleşmezdi.

Demek ki Başkan Apo, ne olmayan devrimden vazgeçiyor, ne olmayan bir devrimle Kürt sorununun çözümü yerine devletle uzlaşıyor. Bugünkü dünya ve Türkiye şartlarında her iki halkın ve Cumhuriyet’in karşı karşıya olduğu ölümcül tehlikelerden Türk ve Kürt halkını ve Cumhuriyet’i, dolayısı ile tüm Ortadoğu halklarını çıkartmanın yolunu gösteriyor. Devrim özleyenlerden biri olarak, bu tehlikelerin anaforundan çıkamayan bir ülkede ve bölgede devrimin, haklı bir barışın ve çözümün mümkün olmadığını bilecek asgari akla sahibim. Zaten Apocu harekete karşı sol yumruklarıyla havayı dövenlerin ve oturdukları yerde “Kürdistan ulus- devleti” için kendi kendilerini ajite edenlerin durumuna bakınca, bu kimselerin mezarlıktan geçerken ıslık çalanın durumuna düştüklerini görüyorum.

Şimdi bizler ve hepimiz, “uçurumun kıyısında” var güçle dengede durmaya çalıştığımızın bilincine varmalıyız. Küçük bir provokasyon ya da sabotaj sadece varolan çözüm sürecini değil, topumuzu uçurumdan aşağıya yuvarlayacaktır. O nedenle AKP’lilere, MHP’lilere, CHP’lilere ve devrim özleyen bizimkilere soruyorum: Bu tehlikeleri Başkan Apo’nun “demokratik müzakere ve demokratik entegrasyon” çözümünden farklı hangi yolla göğüsleyebiliriz? Saray ittifakı iktidarını korumanın, muhalefet iktidara geçmenin, bizimkiler devrim yapmanın Apo’nun gösterdiği yoldan farklı hangi yolla mümkün olduğunu söyleyebilir?

İktidar CHP’yi kapatmaya varan baskılarıyla, CHP erken seçimle iktidara geçmek için yaptığı mitinglerle, bizimkiler devrimci sloganlarla Türkiye’yi, Cumhuriyet’le birlikte Türk ve Kürt halkını, devrimin öznesi işçi sınıfını uçuruma düşmekten kurtarabilir mi?

Bu soruları sorduktan sonra herkesin “demokratik uzlaşma” yöntemiyle TBMM’de kurulan Komisyon’da karşı karşıya olduğumuz sorunları büyük bir ciddiyet, pozitif yaklaşımla ele almasının önemini tekrar etmek bile gereksizdir. Şu anda “terörsüz Türkiye” gibi uygunsuz terimlerle dile getirilse de, iktidar medyasında ve kimi ulusalcı medyada psikolojik savaş hala sürüyor olsa da, çözüm sürecinin tünelinden henüz çıkamasak da uzaklardan ışık görünür olmaya başlamıştır. Bu ışığın tünelden çıkıştaki gün ışığı mı, yoksa tek hatlı bu tünele karşıdan hışımla gelen bir trenin ışığı mı olduğunu henüz kesin olarak bilmesek de ışık görünmüştür.

Şu anda iki olasılık var: Ya üzerimize doğru gelen bir tren ise iktidar ona tornistan yaptırıp, geri geri gitmesini sağlayacak ya da felakete götüren bir kaza olacak. Erdoğan’ın son demeci, Erdoğan’ın izniyle konuşan danışman Uçum’un İmralı’ya Komisyon’dan bir heyetin gitmesi yönündeki yazısı, Bahçeli’nin Erdoğan’ı bu yönde baskılaması, dün de HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın tahliyesi ile ilgili “hayırlara vesile olur” demeci, tünelin sonundaki üzerimize gelen trenin ışığı ise, makinist Erdoğan’ın ya da ismi belirsiz “norm içi devletin” treni geri vitese aldığını gösteriyor olmalıdır.

O halde haklı kaygılara ve şüphelere rağmen içinde olduğumuz çözüm sürecini ayağımızı her an bir kazaya karşı frene basmaya hazır tutarak, ışığın çözüm düşmanlarıyla dolu üzerimize gelen bir trenin ışığı olduğunu kesin olarak farkedene kadar ve fark eder etmez, trenden atlayıp karşıdaki trene karşı yolu barikatlarla tıkamaya hazırlıklı olarak ileriye doğru kararlı bir şekilde ilerletmeliyiz.

Aslında barikata bile şu anda gerek kalmayacağını, karşıdaki trenin mürettebatı içinde yer alan, muhtemelen trenin kaza yapmasını önlemek için şimdilik tereddütlü tutum takınan CHP’nin şu anda atacağı kesin bir adımla trenin duracağını ve tornistan edeceğini görmek de gerekir: CHP şu anda gerek Bahçeli’nin, gerek Erdoğan’ın, gerekse Uçum’un sıçradığı yüksekliği “İmralı kapıları açılsın” diyerek aştığı anda çözüm sürecinin kazaya uğraması kesinlikle önlenecektir. Madem Saray İttifakı, yani iktidar, Başkan Öcalan’ı giderek resmi ve yasal muhatap almaya hazırlanıyor, CHP onların gerisinde kalmamalı, çıtayı daha da yükseltmelidir. 

Ama karşıdaki treni asıl durduracak olan güç, çözüm yanlılarının örgütlülüğü ve eylemleridir. Bu vesileyle önümüzdeki Cumartesi günü Köln’de yapılacak gösterinin önemini vurgulamalıyım. En büyük barikat “Öcalan’a özgürlük” diyen halkın gücüdür.

Öcalan’ın özgürlüğü ise, çözüm sürecinin geri dönüşsüz ilerlemesi için biricik teminat olacaktır.

Çözüm sürecinin geri dönüşsüz kılınması ise, Cumhuriyet’in iki kolona dayanarak yasallaşması ile birlikte, Türk ve Kürt halkını, bölge halklarını uçurumun kenarından demokrasiye yani selamete çıkarmanın imkanı doğacaktır.

Sonra?

Hele bir selamete çıkalım, ondan sonra ister AKP iktidarda kalmak için, ister muhalefet iktidara geçmek için, ister “kaba milliyetçiler” Kürt devleti kurmak için, isterse devrimciler devrim yapmak için ellerinden geleni artlarına koymadan, demokrasiyle döşenmiş kendi yollarında yürüsün, bundan felaket tehlikesi çıkmayacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.