Çaresizliğin ve mücadelenin filmi: Sîseban

Kadın Haberleri —

.

.

  • "13 dakikalık filmde bir çaresizlik var ama bir mücadele hali de var. Bir ağrıya yetişememe hali var. Ağrının ne olduğunu, gerçekten de ağrının nerede olduğunu bilmeyen bir toplumdan da bahsetmek istedim."

SUNA ALAN
LONDRA

HDP mitingine 2015’te DAİŞ tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırıda iki bacağını kaybeden Lisa Çalan, kendi hikayesini konu alan ‘Sîseban’ isimli kısa film çekti. Çalan’ın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı filmin yapımcılığını ise Kültür İçin Alan üstlendi. ‘’Bu sadece benim hikayem değil, bütün dezavantajlıların adına çekilmiş bir hikaye’ diyen Çalan ile filmini konuştuk. 
 
Film fikri nasıl şekillendi ve nasıl gelişti?

Tedavi süreçlerim ve dezavantajlı halim, bir süre üretimime engel oldu ve uzun zamandır neredeyse bireysel olarak hiçbir projede yer almadım. Dezavantajlı birey olmak, galiba dünyanın bir sorunu ki, burada daha da büyük bir sorun. Maalesef ki dezavantajlılar için aktif bir şekilde projeler formüle edilmiyor. Var olan projelerde yer bulamadım, yer edinemedim. Sadece ben değil yani dezavantajlılar adına da konuşuyorum. Bu yüzden dezavantajlı bireyler maalesef kültürel çalışmalarda çok geri plandalar ve bunların çoğu sosyal farkındalık adına yapılan projeler dışında aktif olarak cidden bir yerlerde değiller. Fikir böyle gelişti bende. Biraz insanların empati kuramamasına dair,  gözlerime bakamamasına dair bir film çekmek istedim. Teknik olarak da filme bakınca zaten kamera yukarıda duruyor ve benim gözlerimle temas kuramıyor izleyici ve izleyen taraf. Çünkü bu empatiyi kuramadı insanlar, fikir buradan geldi. İnsanların dezavantajlı bireylere dair empati kuramama hali, düşünememe hali, yalnız bırakma hali… Bunu sinemasal olarak çekmem gerekiyordu. Bu sadece benim hikayem değildi, bütün dezavantajlıların adına çekilmiş bir hikaye idi. Flu bıraktım her şeyi filmde. Tamamen empati ve düşünememe hali üzerine fikir gelişti ve çekildi bu film. 
 
Neden ‘Sîseban’ ismi?

Sîseban ismi ve hikayesi iki anlamda dezavantajlı bireyler ve benim hikayemi destekliyordu. Şöyle ki, Newala Sîsebanê deniliyor aslında. Buna dair iki ayrı bilgi var. Biri, bu nehrin Ermenistan ve Gürcistan sınırında olduğudur. Son okuduğum geniş kapsamlı bir yazıda da Newala Sîsebanê, Nusaybin’den geçen bir nehirdir deniyordu. Toplumda ise Tofanê Sîsebanê diye geçer. O dönem Kürt toplumunu Müslümanlaştırmaya yönelik büyük bir bir savaş yaşanır. Özellikle Newala Sîseban civarlarında çok şiddetli geçer. İlk savaşta halk geri püskürtür ancak ikincisinde ‘tofan’ olarak nitelendirilen çok büyük bir yıkım ve katliam ile Kürt toplumu Müslümanlaştırılır. Tarihte bu yüzden Tofanê Sîsebanê diye geçer. Yani inancı yüzünden katledilen Kürt toplumunun hikayesi. Sîseban adı da, hiç güneş görmeyen nehir, yani yeri gölge olan ‘ban’dan gelir.  

İşte benim mağduru olduğum 2015’te Amed’deki patlama da öyleydi. DAİŞ adına yapılmış politik bir eylemdi bu. Diğer yandan da, dezavantajlı bireylerin tamamı neredeyse ömrünü evde geçiriyor. Böyle gölgeli evlerde, güneş görmeden yaşıyorlar. Bu çağrışımından da dolayı, Sîseban isminin filme oldukça denk düştüğüne kanaat getirdim. 
 
Filmde kullandığınız tekniğe dair bilgi verebilir misiniz?

Ben yakın zamanda bir viar, yani sanal gerçeklik atölyesine katıldım. Zaten dünyada viar gözlükleri ile izlenen filmler ve sanal gerçeklik çok yeni. Sinemasal uyarlaması da çok yeni. Reklamlarda, oyunlarda bunu çok sık görüyoruz ama sinemasal olarak estetik bir bakış açısı, perspektifiyle ya da fikirsel olarak başka bir derdi anlatmada sanal gerçeklik ve viar çok yeni. Biraz gerçekliğe de daha yakın. Aslında izleyiciyi hikayenin tam içine sokmaya çalıştığın, mekânın içine dahil ettiğin bir teknik. 
 
Neden bu teknik?

Dezavantajlı bireylerin hayatına dışarıdan ve yukarıdan bakılıyor. Perspektif olarak kamerayı yukarıda tutmamın, bu tekniği kullanmamın her biri bir mesajdı. Bilmiyorum viar gözlüğü ile izleme şansı olur mu insanların bu filmi? Ama aynı çaresizliği yaşamalarını istedim. Çaresizlik nedir? Ama sadece çaresizlik de değil, bu çaresizlik ile baş etmenin yolları nedir? Herkes empati kurduğunu söylüyor, herkes yanımda olduğunu söylüyor, herkes bunu anladığını söylüyor. Ama totalde bakıldığında pek de anlaşılmıyor, empati kurulmuyor, pek de düşünülmüyor. 

Empati kurduğunu söyleyen hiç kimse hatta aile bireyleri bile bu empatiyi kuramıyor ve orada duramıyor. Yani gözlükle izleme fırsatı bulan herkes aslında odamda olacaktı ama asla bana erişemeyeceklerdi, asla göz teması kuramayacaklardı. Ben de tam da bu anlamda, viar ve sanal gerçekliği kullanmak istedim. Çünkü sanal gerçekliğin çıkması, viar gözlüklerinin gelişmesi tamamen bireylerin daha da empatik yaklaşmasını sağlaması için çıkan bir teknik. Yani asıl çıkış noktası empatiydi. Benim hikayemin de vurucu noktası empatiydi. Bu yüzden sanal gerçeklik olarak çektim.  
 
Çekimler sırasında duygusal ya da fiziksel zorlanmalarınız var. Mesajın bir parçası burada saklı diyebilir miyiz? 

Fiziksel olarak tabii ki zorlandım. Çünkü gerçeklikte de ben o yataktan inemiyorum. Bunu daha önce çok kez deneyimlemek zorunda kaldığım için aynı şeyi tekrar yapmak ve çekmek istedim. Oysa, daha da kolay olabilirdi, en azından kendi evinde bu kolaylığı yaşayabilirdi. Ama tüm bunlar maliyet olduğu için ancak herkes kendi bütçesine göre bazı düzenlemeler yapmak zorunda kalıyor.

Bunlar hiç kimsenin düşünmediği çok ince detaylar ama hayatımızı kolaylaştırabilecek detaylar. Haliyle o zorluğu herkesin yaşamasını istedim. Yani gözlüğü takıp o filmi izleyen herkes o yataktan inemesin istedim. Kurgusal bir şey yoktu orada. Hatta en son kullandığım planda gerçekten düşüyorum. Hesap ettiğim gibi yastığı fırlatıyorum ve yastık hesaplamaya çalıştığım noktada durmadı. Ben o noktada, bu sefer gerçekten nasıl ineceğim diye birkaç saniye bekledim. Düşüyorum ve tehlikeli bir durum da var, bacaklarımda implantlar var. Çok yürekler ağızda bir halde çekimleri yaptık biz.

Beş tekrar çekim yaptık. İsteseydim de daha fazla yapamayacaktım. Çünkü arkadaşlar izin vermedi. Oldukça zordu zaten. Tam da anlatmak istediğim buydu. Zor! Bizler zor yaşıyoruz, kendi evimizde de zorlanıyoruz. Hayat her anlamda zorlaşıyor. Ben yapabildiğim ya da yapamadığım için değil, hayat dezavantajlı bireyler için tasarlanmadığından zor. Ben bunları yapabilecek güçteyim. Ama sadece ona göre tasarlanıp dizayn edilmesi gerekiyor. Bu engel, benim fiziksel engelimle alakalı değil, yaratılan engel ile alakalı bir durum. Böylelikle çok gerçekçi bir film çıktı.  
 

  • Filmin sonunda ben yine odamda yalnız kaldım. Yani bu süreçte, savaş mağduru olan ve savaşla mücadele eden herkes belli dönemlerde yalnız kaldı ve acısıyla yalnız mücadele etmek zorunda kaldı.
    Dezavantajlı bir yönetmen ve aktivist olmayı anlatır mısın bize?

Dediğim gibi çekim sırasında beni etkileyen şey yataktan inememe haliydi. Daha önce de Avrupa’da yaşadığım süreçlerde, tedavi sırasında yalnız kaldığım dönemlerde de çok yaşadım bu süreçleri. Yere düşüp kalkamama hali ve tekerlekli sandalyenin bunun için yeterli olmaması hali. Zaten tüm bu anılarla da şekillendi bu film. Tüm bu birikmiş anılar, yaşanmış zorluklar, görülmeme, duyulmama hali sonucunda şekillendi  filmim. Her saniyesi bir anıydı aslında, yaşanmış şeylerdi. Kendini tekrar eden  ve belki ileriki süreçlerde de sürekli yaşamaya maruz kalacağım durumlardı. Zaten yeterince ve birçok zaman etkileniyorum. Kendime dair değil, sokakta gördüğüm ve zorluk yaşayan herkes adına etkileniyorum ve tüm bunları düşünüyorum. Yorucu da bunları düşünmek, çünkü çare bulamıyorsun. Bu bilinci sağlayamıyorsun. Evet bir aktivist rolündesin ama yeterli değil bu. Tek başına olabilecek bir şey değil. Kendi mücadelen ilham veriyor birçok insana ama ilham dışında toplumda bu düzeni değiştirebilecek bir güce sahip olamamak üzücü.  

Tamamen izleyicinin gözünden çekerek duruma farklı bir bakış açısı geliştirmeye çalıştım. Yani kaygıyı, endişeyi, tedirginliği hissettirmek istedim. Yani izleyici, bu gözlüğü takıp  filme dahil olduğunda, çaresizliğin ne olduğunu ama aynı zamanda çaresizlikle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini de hissedecek ve onu algılayacak. Tabii ki bunu üzerimdeki t-shirtten tutun yatağımın rengine, duvara astığım fotoğraflara kadar her birinde bir mesaj vardı. Çünkü sinema böyle bir şey; oraya koyduğun kalemin, kullandığın çarşafın bile bir mesajı vardır.

 13 dakikalık filmde bir çaresizlik var ama bir mücadele hali de var. Bir ağrıya yetişememe hali var. Ağrının ne olduğunu, gerçekten de ağrının nerede olduğunu bilmeyen bir toplumdan da bahsetmek istedim. Benim fantom ağrılarım mesela... Fantom ağrıları olmayan iki bacaktır, benim sadece hissettiğim şeydir. Toplumda da böyle bir şey var, toplumun eli insanların ağrılarına yetişmiyor, yetişemiyor. Filmin sonunda oyunculardan Nesibe’ye ‘’Ağrımı kaşımaya çalışıyorum ama senin elin acılarıma yetişemez’’ dedim. Mesela orada sadece kendi adıma değil, toplumsal bir eleştiride bulunuyordum metafor olarak fantom ağrısı üzerinden. 
 
İzleyicinin her köşesine özgürce yöneldiği ve izleyebildiği evde sen hangi konumdasın? 

Filmin sonunda ben yine odamda yalnız kaldım. Yani bu süreçte, savaş mağduru olan ve savaşla mücadele eden herkes belli dönemlerde yalnız kaldı ve acısıyla yalnız mücadele etmek zorunda kaldı. Filmin bir diğer mesajı da buydu. Umarım doğru anlaşılmıştır, doğru okunmuştur film, ve umarım bunu verebilmişimdir. Yani 360 derece çekimde, insanlar çok özgür hissetti. Çünkü istediği yöne bakabiliyordu filmin içinde.  Duvara bakmak istediklerinde duvara bakıyorlar, bana bakmak istediklerinde bana, başka bir yere bakmak istediklerinde oraya... Bir film izlerkenki özgürlüğü, ama gerçeklikte de o özgürlüğe sahip olmama hali içinde bu tekniği kullanmak istedim. Çünkü sadece bakmak istediğimiz yere bakıp orayı görüyoruz. Kafamızı çevirip diğer hayatlara, diğer problemlere, diğer sorunlara bakamıyoruz. Ben ise dört duvar arasında sıkışmış kalmış haldeydim. Filmin aslında çok mesajı var. Ama umarım doğru anlaşılmıştır. Sondaki fantom ağrısı meselesi ve kameranın durduğu nokta, 360 derece bakabilmek, tüm bunlar bilinçli olarak seçtiğim ve yapmak istediğim bir şeydi. 

  • Bir film izlerkenki özgürlüğü, ama gerçeklikte de o özgürlüğe sahip olmama hali içinde bu tekniği kullanmak istedim. Çünkü sadece bakmak istediğimiz yere bakıp orayı görüyoruz. Kafamızı çevirip diğer hayatlara, diğer problemlere, diğer sorunlara bakamıyoruz.

Önümüzdeki günlerde filmin gösterimi olacak mı?

Online gösterim yapılabilir. Ama öncelikle Viar Sanal Gerçeklik Festivalleri var. Yalnız filmin hala post prodüksiyon anlamda ihtiyaçları var. Ayrıca filmin dağıtımını yapmak, filmi gerekli festivallere göndermek ve sonra da herkesin izleyebileceği bir noktaya getirmek için bir fon yaratmak gerekecek.  

Film oldukça yeni, ancak aynı teknikle kadınlara yönelik cinsel saldırı, şiddet ve cinayet üzerine bir film daha yapmak istiyorum. Eğer post prodüksiyonu destekleyecek bir fon bulabilirsem… 
 
Sîseban filmi şu linkten izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=WhFal_F7wQY&feature=youtu.be

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.