Diyarbekir’den Engerek’e rest

Selim FERAT yazdı —

  • Erdoğan Diyarbekir’e her ayak bastığında, kendisini bekleyenin ne olduğunu bilecek değildi. Bunu bilmesi için ayaklarının yere basması gerekiyordu. Bir kolonizatör gibi atıp tuttu.

Erdoğan’ın Diyarbekir’den kovalanacağı günün yakın olduğunu, kendisi son Diyarbekir yolculuğunda biliyordu.

Diyarbekir’e daha ayak basmadan, partisi, gelişini haber veren afişte, Şehmus Diken’in kitabının logosu  'Sırlarını Surlara Fısıldayan Şehir'i çalarak işe başladı.

Sonrasında Erdoğan, Ahmed Arif’in „Adiloş Bebe“ şiirinin sekiz mısrasını atladıktan sonra, namlunun kendisine döneceğinin farkında olmadan: "Bunlar engerekler ve çıyanlardır“ satırlarından medet umdu.

Dizeleri katl gibi bir işgüzarlık yaptığını bir yana bırakayım.

Musa Anter olsaydı: "Oğlum sen kimi kandırıyorsun, kendini mi, bizi mi?“ der geçerdi.

Engerek derken. Orada olmak isterdim.

Eğer dinleyenler arasında bir Diyarbekirli vardıysa, mutlaka kendisine bakıp, "seni senden daha iyi tarif edecek bir sanatçı bulmak gerçekten zor“ demiştir.

 "Doğdun, üç gün aç tuttuk“la başlayan şiirde ana kapılar Diyarbekir’e açılıyor.

Ahmed Arif Diyarbekir’i tarif etmiş:

"Anam sır gibi saklar siyatiğini“.

Yürümesini engelleyen biri engerek, diğeri çıyan siyatik’in son sinoniminin Erdoğan olduğunu bilmeyen bir Diyarbekirli mi kaldı?

Ahmet Arif’e göre, surlara "kara ferman“ çıkaran ve Tahir Elçi’yi Sur gölgesinde katlini azmetttirenin kim olduğunu Diyarbekirlilerden daha iyi kim bilebilir ki?

Diyarbekirlilerin halinden Arif’in deyimiyle, bir "kurd“un bilmesini beklemek nafile olurdu.

Erdoğan Diyarbekir’e her ayak bastığında, kendisini bekleyenin ne olduğunu bilecek değildi. Bunu bilmesi için ayaklarının yere basması gerekiyordu.

Bir kolonizatör gibi atıp tuttu.

Kürtler’in gözlerinin içine bakarak, "engerek, çıyan“ sözlerinin altında yatan sırrı bilmeden, ayakları havada konuştu, konuştu;  bir dostumun deyimiyle, konuşmadı; çünkü Diyarbekirlilerin kulağı ona göre değildi.

Ahmed Arif, Erdoğan serüveninin Diyarbekir’de biteceğini sanki 55 yıl önce bilir gibi yazmış.

Diyarbekir’de Erdoğan’ı neyin beklediğini:

"Ayağım pusu“ olarak tarif etmiş Ahmed Arif.

Erdoğan pusuyu görmedi.

"Bir ben bileceğim“ dediğinde, Diyarbekir’in sakladığı bir sırrının olduğunu anlatmış ol hikayede.

Ve sonra "Bir de ağzı var dili yok; Diyarbekir Kalesi“ gibi tarihi bir not düşmüş.

Bu mısradan, faillerin fiillerini not eden, sessiz bir hafızadan bahsediyor Ahmed Arif.

"Seni baharmışsın gibi düşünüyorum“ dizesi, bu bahar için yazılmış gibi.

Ahmet Arif, Adiloş Bebe’yi tüm zamanlar için yazmış:

Bahar‘ı

"…Diyarbekir gibi“ düşünmüş.

Ve bu kadim kentin günün birinde, o siyatikten kurtulacağı kudreti göstereceğinden hiç şüphe etmemiş.
Diyarbekir için: "Nelere nelere baskın gelmez ki“ dedikten sonra;

"Bu namustur!“ noktasını koymuş.

Erdoğan Diyarbekir’de beyhude yüksek düzeyde bir poza bürünerek: "baldıran zehiri içme pahasına" çözüm sürecini yürüttüklerini savunmuş.

Bu kez de, Hannah Arendt’ın "kötülüğün sıradanlığı“ tezinin her yerde geçerli olduğunu anımsayan Feylezof Philip Kovce’nin yorumuna çarpıyor Erdoğan:

"Ne zaman yaptığım ya da yapmadığım şeyler için başkalarını suçlasam, kendi kendime özümsediğim bu ahlaki olgunlaşmamışlık yüzünden, kötülüğün sıradanlığına giden kapıları açıyorum“.

Ve bu da, Diyarbekir’in kötülüğü sıradanlaştıran, Engerek ve Çıyanlara rest çekeceğini müjdeliyor!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.