Hepimiz bir diğerimizin anısıyız

Dosya Haberleri —

İsa Balcı

İsa Balcı

  • Roni; Taybet Ana öyküsüyle başlıyor, bu kitapta da madenci öyküsü, hapishane öyküsü, yüksel direnişi öyküsü, kadın öyküsü, seçim öyküsü, devlet tarafından katledilmiş Ceylan, Uğur, Nihat, Berkin… çocukların öyküsü. Sanırım Gezi'den 15 Temmuz’a kadar bir tarih aralığı verilebilir.
  • Derdim bellek yaratmak. İleride birilerinin eline geçtiğinde kitaplar bunlar da yaşanmış desin. Artık silmek çok kolay! Ve bu tehlikeli bir yere gidiyor. Hepimiz bir diğerimizin anısıyız. Paylaşılabilir anılar yaratmaktan kaçındığımız için büyük acılar çekiyoruz.
  • Özellikle olumsuz konuşmak istemiyorum ama mevcut edebiyatımız en azından popüler olandan bahsediyorum bana banka telefonculuğu gibi geliyor. Acilen sosyalist ya da demokrat yazarların bir araya gelerek bu popüler ve yozlaştıran edebiyata karşı bir yerde konumlanmaları gerekiyor.

ABDÜLHALİM KARAOSMANOĞLU

 

İsa Balcı, son dönemlerin en üretken yazarlarından biri. Ağırlıklı olarak öykü türünde eserler üreten Balcı’nın edebiyat alanında yayımlanmış dört kitabı da “40 Kitap”tan çıktı. Kalemiyle bugünü yarına taşıyan ve tarihe not düşüne Balcı'nın kitaplarında hakikate tanıklık ediyorsunuz. Halk ve toplum için yazdığını özellikle belirten Balcı, “Hepsinde olmasa bile durum öykülerinde karamsarlık yazmamaya çalışıyorum. Umut olmalı. Arabesk edebiyat ya da kaderci ya da bu da güzeldi be demek istemiyorum. Dünyada direnişler dışında güzel olan tek an yok” diyor. Biz de İsa Balcı’yla edebiyatı ve yaşama bakışı üzerine sohbet ettik.

Kitaplarınızda her şey çok hızlı ilerliyor gibi. Bir olay, çok hızlı gerçekleştiğinde, cümleleriniz genişliyor ve iki üç sayfaya yayılıyor. Bu, hayatın beklenmedik anlarını karakterize eden tuhaf bir zaman çarpıklığının cisimleşmesi gibi geliyor bana. Yazınızın dili, sanki kaleme aldığı bedenlerin bir devamıymış gibi titreşiyor. Yazınızdaki bu ritmi merak ediyorum…

Çok hızlı ilerlemesinin nedeni şöyle anlatayım. Bence öykü dediğimiz tür bunu kaldıracak bir metin tarzı değil. Küçük bir alanda küçük bir anı büyütmeye çalışıyorsunuz. Okuyucu boş lafla sıkıp oyalamak istemiyorum. Büyük acılar çektiriliyor canlılara ve bence öykülerin ritmi buradan geliyor. Akılda kalması için bellek oluşturması için bir tempo düzleminde tutmaya çabalıyorum. Genelde olay öyküsü yazıyorum bir bakıma yaşamını kaybetmiş ya da hayatın artık onun yerini dolduracak başka bir şey bulmuşken ondan geriye kalanı ileride başka birinin gözüne değmesini sağlamak istiyorum. Sanat ölülerin nefes almaya devam edebildiği yegane yer. Bir ritim varsa sanırım enstrümanı direniş.

Yazdığınız dört kitabı bütünlük açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin gözünüzde özel bir birlik oluşturuyorlar mı? Kitaplarınızı birbirine ören ipler olduğu izlenimini edindim…

Bir bütünlük olmasına özen gösteriyorum. İlk kitap Taze Yasin Davası 12 Eylül’ü simgeleyen Bekçi Düdüğü adlı öyküyle başlıyor. Ve içinde yine işçi öyküsü, idam öyküsü, hasta tutsak öyküsü, kadın öyküsü, travesti öyküsü ve gezi direnişi esnasında hayatını kaybedenler için yazılmış öyküyle son buluyor. Diyebilirim ki 12 Eylül’den Gezi’ye kadar bir bellek.

Roni; Taybet Ana öyküsüyle başlıyor, bu kitapta da madenci öyküsü, hapishane öyküsü, yüksel direnişi öyküsü, kadın öyküsü, seçim öyküsü, devlet tarafından katledilmiş Ceylan, Uğur, Nihat, Berkin… çocukların öyküsü. Sanırım Gezi’den 15 Temmuz’a kadar bir tarih aralığı verilebilir. Bisikletçiyi oluşturan öyküler, devrimcilerin kurduğu ve yaşadığı bir mahallede çocukluğunu yaşayan Can adlı karakterin yine politik ama biraz daha mizah dozu fazla öykülerinden oluşuyor. İnek üzerinde çalışırken ve yazarken derdim ülkenin demokratlarının ve aydınlarının esasında kendi topraklarına ne kadar yabancılaştığını anlatma derdindeydim ki bu yüzden öykü de ki karakterlerden olayların geçtiği yerlere kadar her şeyi başka bir ülke üzerinden verdim. Baskıları, hak ihlallerini neredeyse Hitler Almanyası üzerinden açıkladık hep nedense oradaki direniş ve direnişçileri aklımıza getirmedik. Hiç unutmamamız gereken şu Hitlere kaldığı sığınakta başına dayadı silahı ateşleyen birileri vardı.

Bir kitap üzerinde çalışmaya başladığınızda, bunun kurgudan başka bir şey olduğunun farkında mısınız? Çünkü kitaplarınız adeta belgesel niteliğindeler. Hatta yazdıklarınızın gerçeklerden bile daha doğru olduğunu söyleyebilirim.

Ben bir bellek oluşturmaya çalışıyorum. İyi gün de bitiyor, kötü günde! Bitmeyen gün yok. bugünlerde bitecek ve benim derdim daha önce söyledim bellek yaratmak. Bu belleği yaşanan bu gerçeği sadece elimden geldiğince estetik halde yazmaya çalışıyorum.

Her yazar hakkında merak edilen bir şeydir, yazılarında otobiyografik izler olup, olmadığı. Ama sizin öyküleriniz aslında hepimizin biyografisi gibi. Kolektif hafızamızdan beslendiğinizi söyleyebilir miyiz?

Tekrara düşmeyeyim ama derdim bellek yaratmak. İleride birilerinin eline geçtiğinde kitaplar bunlarda yaşanmış desin. Artık silmek çok kolay! Ve bu tehlikeli bir yere gidiyor. İsteyelim ya da istemeyelim beraber yaşıyoruz ve bu çağ çok temaslı bir çağ. Her anlamda hem nüfus kalabalığı hem görünürlüğün artması anlamında. Her anımızı gösteriyoruz birbirimize. Hatta özellikle bu an şuradayım deme çabamız var. Ben uzun yıllar garsonluk yaptım ve birçok insanın fotoğraf karesinde varım, hemen arkalarında elimde bira bardağı taşırken, ya da küllük değiştirirken veya arka masadan hesap alırken. Birçok fotoğraf karesi benim yüzümden silindi. Çünkü ahengi bozan bir nesneyim o karede. “Arkada adam hesap alıyor, fotoğrafı sil.” “Garson göründü fotoğrafı sil” Mesele biraz bu yaşadığımız bu anları şu an kullandığımız cihaz gibi beğenmedik diye silebiliyor muyuz? O garsonda o an mekanda ve beraber sizinle bir şey yaşıyor. Hepimiz bir diğerimizin anısıyız. Paylaşılabilir anılar yaratmaktan kaçındığımız için büyük acılar çektiriliyoruz.

Uzun yıllar işçilik yaptınız. İçinizdeki yazar, işçi sınıfıyla nasıl bir bağ kuruyor?

Orhan Veli “Bir yazarın edebi hüviyetini onun işçiliği tayin eder” der. Ben işçiyim. Ve tarafım ezilenlerden yana. Çok uzun uzadıya anlatmama gerek yok, işçi öyküsü yazmam ya da ezilen öyküsü yazmam çok anlaşılır. Madenci öyküsü nasıl yazmam sobalı evde büyüdüm, inşaat işçi öyküsü yazmalıyım babam ameleydi, gündelikçi kadın öyküsü yazmalıyım annem bankanın temizliğini yapıyordu. Sadece işçi sınıfı bilinci değil sınıf kinimi de diri tutmaya çalışıyorum. Peki genel olarak işçi sınıfıyla bir bağ var mı edebiyatın! Yok bunu içinde şu an çok satan okuru aptal eden edebiyat dergileri var. Gezi Direnişi'nden sonra çıkmaları bir tesadüf olamaz. Birkaç tanesi hariç Gezi sonrası çıkan dergiler şu yüzden var, bu gençler 68 ve 78  kuşağı gibi sosyalist kitap ve yazarla tanışmadan okuyacakları bir şeyler çıkmalı. Çıkan dergilerde içinde herkesin yazdığı ve herkesin okuduğu, ne olduğu ve ne oldukları belli olmayan yazı ve yazarlar. İşçi sınıfında uzak popüler insanlar. 

Yeğeniniz Roni’yi bir kitabınıza adını verecek kadar çok sevdiğinizi biliyorum. 12 yaşındaki bir çocuğa hangi kitabı verirdiniz? Hatta bu çocuk kendiniz olsaydı, hangi kitap olurdu?

Şu an Roni’ye Macar yazar Molnar’ın Pal sokağı çocukları adlı kitabını almayı düşünüyorum. Yeri gelmişken söyleyeyim tek yeğenim değil. Oldukça kalabalık bir yeğen kitlem var; Tolga, Berivan, Utku, Baran, Barış, Nefes, Nehir, Aze Mavi, Ilgın Deniz, Miran.

Öykülerinizde devlet dersinde ölen çocuklar ve kadınlar var. Ölümlülüğümüz hakkında düşünürken size teselli veren yaratıcı işler var mı?

Ölümü ya da ölülerimizi aslında şuna benzetiyorum küçük kağıda yazılmış bir not. Ölüm insan yaşamını hayatta kalanlara bir not olarak bırakır. Ölülerimiz daha akıllıymış gibi, onlardan daha çok ders çıkartıyoruz, çıkarmalıyız da. Her şey sınıfsaldır, ölüm de buna dahil. O yüzden “Her sınıf kendi ölüsüne ağlar, kime ağlayacağını bilemeyenler için tarih iyi bir öğretmendir” diyor Lenin. Sanat anlamında tek tesellim demiyeyim ama mutlu eden olaylardan biri Nikaragua diktatörünü genç şair Rigeberto Lopez Perez’in vurmuş olması.  

Özgürlük, öykülerinizde temel bir kaygı olarak görülüyor. Onu nasıl tanımlarsınız?

Hepsinde olmasa bile durum öykülerinde karamsarlık yazmamaya çalışıyorum. Umut olmalı. Arabesk edebiyat ya da kaderci ya da bu da güzeldi be demek istemiyorum. Dünya da direnişler dışında güzel olan tek an yok. 15-16 Haziran, tekel, büyük madenci yürüyüşü, gezi… Anlaşıldığı üzere direndikçe özgürüz. Spinoza bilimsel olmayan kitabı okumam diye cevap vermiş kendisine kutsal kitabı okuyup okumadığı sorulduğunda. Edebiyatımızın belki başka bir izahı hep dram ama hep melankoli hep kişisel bunalım. Bir güzelleme var doksanlar ya da eskiler çok güzeldi. Bugün Cumartesi Annelerine üzülen birine not olsun “çocuklarınızı cebimden mi çıkartayım” Süleyman Demirel. Çok mu güzelmiş eskiler “bu kadar insan futbol maçında da ölüyor” Sivas katliamı sonrası Tansu Çiller. Belki fakirdik ama mutluyduk diye kandırıyorlar. Bu cümlenin bu tesellinin içinde hesap sormak yok. Başka bir din, modern ayet gibi. Mevcut edebiyat toplumu bencilleştiriyor.

Haberleri izlediğimizde veya okuduğumuzda kanımızın donduğu bir süreç yaşadık darbe sonrasında. Peki bu size ne zaman bir kitap haline getirebileceğiniz bir fikir gibi geldi?

Şu zaman kitap olsun diye düşünmedim, açıkçası sizin de çok elinizde değil. Şakayla karışık söylüyorum kitabın bir sayfa sayısı olması zorunda. Yoksa ülke de yazmaya başladıktan sonra kitap bitirmek zor. Ülkede sürekli faşizm var.

Kendi sesinizi bulmanızda hangi yazarlar sizin için önemliydi?

Günün birinde illa biri gibi yazacaksam iki tane yazarım var biri John Fante, diğeri Deniz Faruk Zeren. Bu diyeceklerim beni bağlar ve sorumlusu benim, Deniz Faruk Zeren İnce Memed öyküleri yazıyor. 

Bir yazar olarak şimdiki anı nasıl karakterize edersiniz?

Mevcut andan bahsediyorsak; bu biz ezilenler için arınma çağı. Arınıyoruz. Sancılı ve ağır geçiyor ama eksik ve olumsuz yanlarımızı görüp bırakacağımız çağ. Bir taraftan da  Eric Hobsbawn’ın dediği gibi “Asılların  ipe çekildiği taklitlerin takdir edildiği bir çağ.”

Kitaplarınızda olay akışını nasıl düzenliyorsunuz?

Bir öyküye başlarken şöyle düşünüyorum ne yazacağım neyle yazacağım. Ne yazacağım öykünün konusu, neyle yazacağım ise sahneler yani başlangıcı ve sonu. Kitap içinse öyküleri sıralamak şöyle en vurucu olduğunu düşündüğüm öyküyü ilk sıraya koyarım.

Son zamanlarda hangi klasik romanı yeniden okudunuz?

Gazap üzümleri.

Nerede yazmayı tercih ediyorsunuz? Kalem kağıtla haşır neşir misiniz?

Bilgisayarda. Bazen not aldığımda kağıt kalem kullanıyorum.

Öykülerinize başlık seçerken zorlanıyor musunuz?

Pek zorlanmıyorum, açıkçası başlarken nerdeyse aklımda oluyor ama metin ilerledikçe değiştiği oluyor.

Bir yazar olarak ütopyalara mı daha çok meyillisiniz, yoksa distopyalara mı?

Ütopyalara daha meyilliyim, sanırım mevcut koşullarda hepimiz böyleyiz.

Yerel edebiyat dünyamızın hangi yönlerini katlanılmaz buluyorsunuz?

Özellikle olumsuz konuşmak istemiyorum ama mevcut edebiyatımız en azından popüler olandan bahsediyorum bana banka telefonculuğu gibi geliyor. Telefonun diğer ucundaki çalışan çok sakin ve tane tane konuşuyor ama sizin derdinize derman değil. Hatta işleminiz sonuçlanmadığı için sinirlenseniz dahi sakinliğini koruyor. Edebiyatımızı buna benzetiyorum. Çok iyi editlenmiş metinler ama derdimize çare ya da ortak değil. Acilen sosyalist ya da demokrat yazarların bir araya gelerek bu popüler ve yozlaştıran edebiyata karşı bir yerde konumlanmaları gerekiyor.

Yazarken kendiniz hakkında bir şeyler öğrendiniz mi?

Sabırsız olduğumu fark ettim. Aslında öyleyim ama yazarken bunu daha iyi idrak ettim.

Okurlarınızdan geri dönüşleri hangi şekilde alıyorsunuz?

Olumlu dönüşler aldığımı söyle bilirim. Birkaç defa açıkçası sosyal medyanın etkisi de bunda çünkü o alanı daha çok eğlenmek için kullanıyorum ve oradan yola çıkarak kitapları okuyan insanlardan “mizah kitabı değil” diyenler oldu. Onun dışında eleştiri kültürümüz çok gelişmediği içinde insanlar belki sadece beğendim deyip geçiştirmiş olabilir.

Yazarken müzik dinler misiniz? Evet ise neler dinlersiniz?

Bazen yakıştırdığım oluyor daha doğrusu yazmaya başlarken öyküyü şu şarkı daha motive eder diye dinlediğim olur. Genelde film müzikleri ya da Metal müzik dinlerim yazarken.

Ve son olarak: Kendinizle röportaj yapıyor olsaydınız hangi soruyu sorardınız?

Kendime en baştan beri sorduğum bir soru var. Hala soruyorum, sanırım cevabı değişince bırakmış olurum ya da aynı kişi olarak devam etmiş olmayacağım. Soru şu; Neden yazıyorum. 

O halde ben de sorayım: Neden yazıyorsunuz?

Halk ve  toplum için.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.