Kürt politikasında yeni bir şey var mı?

Tekoşin OZAN Haberleri —

  • Önümüzdeki seçim değişim için, yenilenmek için, demokrasiye kapı aralamak için fırsattır. Yani sadece Erdoğan’ın ve AKP-MHP iktidarının gitmesi hedeflenmemeli, eski zihniyetin yeni isimlerle sürdürülmesi esas alınmamalıdır. 

Türkiye’de yakın tarihte yapılması planlanan seçimler, olağan tarihinde gerçekleşecek olağanüstü öneme sahip bir seçim olacak. Bir dönüm noktası olma ihtimalinden dolayı önemlidir. Lozan anlaşmasından sonra ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı ve MHP ile pekişen AKP iktidarının 20. yılı aşılacaktır. Bu durum iyi değerlendirilip yeni bir süreç başlatılabilecek midir? Bu soruya verilecek cevap, Türkiye’nin sorunlarını köklü ele almayı ve köklü cevaplar vermeyi gerektirir. Cumhuriyetin yüz yıllık geçmişinden doğru sonuçlar çıkarılırsa doğru cevaplar geliştirilebilir ve demokratik değişime açık olunabilir. Tabi değişim, büyük sorumluluk gerektirir. Türkiye’nin temel sorunlarındaki yanlışları görebilmeyi, yeni çözüm yolları bulmayı ve uygulama iradesini göstermeyi gerektirir. Seçim öncesi böyle bir değişime işaret eden gelişmeler var mı? HDP çevresi dışında Muhalefet de umut vaat eden bir gelişme görülmese de durumun ciddiyetine işaret etmek önemlidir. Demokratikleşme süreci başlayacak mı yoksa 'böyle gelmiş böyle gider' deyip artık taşınamaz hale gelen sorunların kaçınılmaz sona götürmesine yol mu alınacak?

Açık ki, Türkiye’nin temel sorunu Kürt sorunudur. Şark Islahatlar’la başlayan ve AKP-MHP faşizmiyle devam eden Kürt sorunu derinleşmiştir. Çünkü her yeni iktidar yeni bir zihniyetle ve demokratik yöntemlerle sorunu ele almak yerine aynı soykırımcı zihniyetle bir önceki iktidarın uygulama eksiğini tamamlamayı esas almış, özünü hiç değiştirmemiştir.

Kimyasal bombalı saldırılar bile yeni değildir. İlk Dersim’de uygulanmıştır. İnönü’nün köy köy, kasaba kasaba, aşiret aşiret ele alıp demografik haritayı değiştiren, asimilasyonu en ince ayrıntılarıyla uygulayan, Kürtleri dünyadan izole eden ve en küçük itirazları bile şiddetle bastıran uygulamaları güncel haliyle devam etmektedir. Günübirlik çocuk, kadın, yaşlı genç katliamı; Kürt isyanlarını kanlı bastırmanın sürdürülmesidir.

Soykırım politikalarının başarılı olduğunu düşünerek kendini kandırma örnekleri de az değildir. Ağrı isyanının son isyan olduğunu sanıp, bir mezarın üstüne ‘’menfur Kürdistan burada yatıyor’’ diye yazmak bir gafletin ifadesidir. 1950’de 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Amed ziyareti sırasında Kürtlük bilincinin tamamen silindiğini zannedip ‘’bundan sonra size Kürt diyen olursa yüzüne tükürün’’ hakaretinde bulunma cahilliğini sergileyebilmiştir. 'Ya bitireceğiz ya bitireceğiz' diye onurlu Kürt direnişçilerini asit kuyularında yok eden, binlerce köyü yakıp yıkıp boşaltan, ordunun bütün kollarını sınır içi ve sınır dışı operasyonlara odaklayan Tansu Çiller ve Doğan Güreş ekibi tarihin çöp sepetine gitmiş ve Kürt halkının direnişi büyümüştür.

AKP-MHP’nin farkı, sorunun özüne ilişkin değildir. Şark Islahatı’nı daha fanatik, daha faşizan bir tarzda uygulamak dışında yeni bir şey yoktur. Kürt sorununu takiyye yaparak çözmeyi esas almış ama Kürtleri kandıramayınca fabrika ayarlarına dönmüştür. ‘’Kimsenin yapamadığını biz yaparak bu işi bitireceğiz’’ deyip durmuş, devletin bütün imkanlarını, araçlarını, gündemlerini Kürtlerin soykırımını tamamlamaya bağlamıştır.

Erdoğan döneminde Kürtlerin çok büyük acılar çektiği açıktır. Peki Türkiye’ye bu durum ne kazandırmıştır? Farklı hiçbir sese tahammülü olmayan diktatör bir rejim, parçalanmış-gergin-cinayetlerle yüklü bir toplumsal ruh hali, ekonomik çöküş ve hızla büyüyen bir beyin göçü!.. Öyle ki 'Türkiye’ye ne kazandırdı?' sorusu bile anlamlı değildir. Listede sadece Türkiye’ye kaybettirdikleri vardır. Kürt sorunu her şeyi belirlemektedir. Türkiye ekonomisi Kürtlerle savaşa endekslidir. Toplumsal parçalanmışlık ve şiddet eğiliminin artması Kürt düşmanlığıyla paralel büyümektedir. Kadın cinayetlerinin bu kadar yoğun olmasını da Kürtlere karşı gelişen faşizan, tekçi, iktidarcı, cinsiyetçi anlayıştan kopuk ele almak mümkün değildir. Eğitim, sağlık, siyaset, eğlence, sanat alanlarında etkisinin olmadığını belirtmek mümkün mü? Yani Türkiye’nin sağlığında da sağlıksızlığında da Kürt sorunu temel etkendir.Türkiye’nin diktatörleşmesini de demokrasiye açık hale gelmesini de Kürt sorununa yaklaşım belirlemektedir.

Unutulmamalı ki 2002’de Erdoğan’ın büyük destek almasını sağlayan en önemli neden, Kürt sorununu demokratik yollarla çözme imajı vermesiydi. Erdoğan’ın şimdilerde ciddi oy kaybına uğraması ve bütün iddialarını kaybetmekle yüz yüze olmasının temel nedeni de Kürt düşmanlığıdır. Türkiye’yi Kürt soykırım politikasına bağımlı fanatik devlet haline getirmesi AKP’nin sonunu getirmiştir.

İttihat Terakki Lideri Talat Paşa’ya Ermeni Başpiskoposu’nun söylediklerini tarih doğrulamıştır. Başpiskopokos 1914’de ‘’Rumlar ve Ermenileri sürüp bu topraklardan atsanız da Kürtleri asimile edip yok edemeyeceğiniz için soykırım politikası başarılı olmayacak’’ öngörüsünde bulunmuştu. Bu öngörü doğrulanmıştır. Rumların da, Lazların da, Süryanilerin de, Çerkezlerin de, Ermenilerin de tümüyle yok olmamasını sağlayan Kürt direnişidir. Başpiskopos, soykırım politikasının başarısızlığını Kürt gerçeğine bağlamıştır çünkü Kürt halkının bazı özgünlükleri vardır. Kürt halkı toplumsallığın ilk mayasından doğmuştur. Dayanakları köklüdür. Yine tarih boyunca dağlara dayanmış, devlet ve iktidar sisteminden uzak kalmış ve kendine yeten köy yaşam kültürüyle varlığını koruma imkanı bulmuştur. Toplumsal karakteri bu nedenlerden dolayı son derece inatçıdır. Modernizmin yayıldığı, dağa dayalı köylerin boşaltıldığı ve ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığı son 50 yıl içinde de PKK’nin ideolojik-politik-meşru savunma anlayışı ve örgütlenme kabiliyetiyle donanmış ve sadece savunma değil, kendini yeniden yapılandırma gücüne kavuşmuştur. Yani varlığını koruma ve geliştirme refleksleri yüzyıllık soykırıma rağmen her zamankinden daha fazladır. Kürtleri yok etme hedefinin geldiği nokta; direnişi efsaneleşen, mücadelesi evrenselleşen, iradesi çelikleşmiş bir Kürt gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktır. Bu nedenle Kürt sorununa doğru yaklaşılmalıdır. Geçen yüzyılın açığa çıkardığı en önemli sonuç; Kürt soykırım politikasının bayatladığı, koktuğu ve sonuç alamadığıdır. Doğru olan Kürt soykırım politikalarından vazgeçilmesi ve demokratik yaşam haklarına saygılı olunmasıdır.

Bu anlamda önümüzdeki seçim sürecini partilerin iktidar değişimi temelinde ele almak doğru olmayacaktır. Türk devletinin demokrasiye açık olma süreci ya da demokrasiye kapalı olmaya devam etme durumu olarak değerlendirmek gerekir. Seçime giren hiçbir parti Türkiye tarihindeki yanlışları göz ardı etmemelidir. Türkiye’de bu savaş halinin bitmesi ve sorunların sağlıklı bir zeminde çözüme kavuşması için demokratik bir zihniyete, demokratik siyasete ihtiyaç vardır. Önümüzdeki seçim değişim için, yenilenmek için, demokrasiye kapı aralamak için fırsattır. Yani sadece Erdoğan’ın ve AKP-MHP iktidarının gitmesi hedeflenmemeli, eski zihniyetin yeni isimlerle sürdürülmesi esas alınmamalıdır. Yeni iktidarın Demokratik Türkiye sürecini başlatması hedeflenmek durumundadır. Kuşkusuz bunu partilere dayatacak olan Türkiye halkları olacaktır. Türkiye halkının bu bilinçle partileri demokrasiye zorlaması ve sandığa bu bilinçle gitmesi Türkiye’nin kaderini değiştirecektir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.