Soykırım tanınıyor, Êzîdî iradesi de tanınacak mı?

Tekoşin OZAN Haberleri —

  • Açık ki soykırımın yarattığı toplumsal yaralar öz gücün yeniden açığa çıkarılmasıyla kabuk bağlayabilir. Başta Almanya olmak üzere soykırımı tanıyan ülkelerin öncelikle Êzîdî halkının toplumsal iradesini tanıması gerekir.

Almanya gecikmeli olarak da olsa 2014’de DAİŞ’in Êzîdîler’i yok etme amaçlı yaptığı saldırıyı soykırım suçu olarak tanıdı. Soykırımdan 9 yıl sonra geldi bu karar. Olayın soykırım olduğundan kimsenin şüphesi zaten yoktu. Çünkü Şengal’de yaşananlar dünyanın gözü önünde cereyan etmişti. Alman parlamentosunda gündeme bir kere alınınca soldan-sağa siyasi yelpazenin bütün partilerinin oy birliğiyle tasarıyı kabul etmeleri, herkesin hem fikir olduğunu gösteriyordu. Demek ki sadece gündeme gelmesi gerekiyormuş. Elbette Almanya’nın Êzîdî soykırımını gündemine bu kadar geç alması siyasi çıkarlarıyla ilgilidir. Her şey gibi soykırım konuları da siyasi malzeme haline getirilebiliyor. ABD’nin her yıl 24 Nisan’da Ermeni soykırımını siyasi sopa olarak kullanması ve bu durumun kısır bir tiyatroya dönüşmüş olması gibi.

Almanya’nın yaklaşımı Kürt politikasıyla ilgilidir. Özgür Kürtler’i tehlikeli, sisteme entegre edilmiş-uysallaştırılmış Kürtler’i ise gerekli yerlerde kullanılabilme politikasıdır. Kürt siyasi iradesinin güçlenmesi bölgedeki çıkarlarına uygun düşmemektedir. Bu nedenle Türk faşist devletinin en büyük destekçisi her zaman Alman devleti olmuştur. Êzîdî soykırım suçunu görmezden gelmek Alman devletinin Türk faşist devletiyle uyumlu politikalarının yansımasıydı. Şimdi soykırımı tanıyor olması ise AKP-MHP hükümetinin baş aşağı gidişiyle ve daha da önemlisi Kürt halkının ve dostlarının kadın öncülüğünde yürüttüğü evrenselleşen direnişiyle ve bu temelde sömürgeci-soykırımcı düşmanı teşhir etmesiyle ilgilidir.

Türk devletinin Şengal’e düşmanlığı sadece güncel politikayla ilgili değildir. Aynı zamanda dinsel bir nefret içerir. Erdoğan sık sık PKK’nin Müslüman olmadığına, Êzîdî-Zerdeşti olduğuna, yani İslami literatüre göre ‘kafir’ olduğuna işaret ediyordu. Kafirin katlinin helal kılındığını bizzat yaşayan Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Êzîdîler, Aleviler ve Müslüman olsa dahi Sünni Kürtler iyi bilir.

Êzîdî soykırımında DAİŞ ile Türk devletinin bağlantılarına ilişkin veriler az değildi. O dönem Türkiye ile çelişkilerinden dolayı Rusya, Türk devleti ile DAİŞ işbirliğini kanıtlarıyla ortaya sermişti. Buna rağmen NATO üyesi olan Türk faşist devletinin soykırım naraları görmezden gelindi. Bu zeminden faydalanan Türk faşizmi, Êzîdîler’i koruyan PKK’yi gerekçe yaparak DAİŞ’in yarım bıraktığını bitirmeye çalıştı. KDP’de saldırıları kolaylaştırdı. Çünkü onun da Êzîdî soykırımında rolü vardı ve Şengal’de kaybettiği iktidarını yeniden elde etmek istiyordu. KDP istihbarat sağladı, Türk devleti vurdu. Şengal’deki KDP temsilcisi Kasım Şeşo’nun noktası MİT noktasına dönüştürüldü.

Türk faşist devleti doğrudan saldırılarla, KDP ise özel savaş yöntemleriyle oldukça yıpranmış olan Êzîdîler’i ruhsal ve fiziksel olarak tamamen sindirmeye çalıştılar. Onurlu ve çok değerli Êzîdî gençleri katledildi. Hastaneler vuruldu, halk meclisleri vuruldu, şehrin ortasına savaş uçaklarıyla saldırıldı, küçücük çocuklar katledildi. Durumu yakından takip eden BM temsilcileri, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri gözlerini yumdu. 

Kürtler ve onların kökü olan Êzîdîler’in gelişen özgürlük bilinci sayesinde sonuç alamadılar. Göz yumma politikası da tutmadı. Soykırımın tanınması kararı Kürt halkının kesintisiz mücadelesi ve dostlarının desteği sayesinde çıktı. Türk faşist devletinin Kürt düşmanlığı devletler tarafından görmezden gelinse de Kürtler’in DAİŞ’e ve Türk faşizmine karşı direnişi dünya kamuoyunda önemli bir destek buldu. Türk devletini açıktan destekleyen hükümetler kendi kamuoylarıyla karşı karşıya geldiler. Amerika’da, Almanya’da, Fransa’da, İsveç’te yaşanan budur.

Soykırımı suç olarak tanıma kararı tabii ki olumludur. Ancak Êzîdî halkının da belirttiği gibi yetmez. Suçluların cezalandırılması, Êzîdîler’in güvenlik hakkına saygı duyulması, öz değerleriyle gelişmesinin engellenmemesi ve tabii soykırımın yarattığı fiziksel-ruhsal-kültürel tahribatların tedavisi için gerekli zeminin oluşmasında sorumluluk üstlenilmesi gerekir.

Almanya, soykırım konusunda tarihsel bilinci en uyanık olan ülkedir. Bir toplumun başına gelebilecek en ağır durum olduğunu iyi bilir. Soykırım öylesine yaşanılıp geçilen bir olay değildir. Soykırıma uğrayan halk, ölümcül yaralar alır.  Toplumsallığını oluşturan her şeyi kırılır. Fiziki ve ruhsal olarak dağılır. Yaşam, ölüm, inanç, güven, özgüven, kendine yeterlilik, dostluk, toplumsal ilişkiler, kadın-erkek ilişkileri, ebeveyn-çocuk ilişkileri, maddi dünya ile manevi dünya arası denge param parça olur. Kendini koruma refleksi felç olur, geleceğini inşa etme umudu kararır. Hatta giyim-kuşam, yeme-içme, ahlak-estetik algısı gibi gelenekler de eskisi gibi sürdürülemez. Geleneklere uygun yas bile tutulamaz.

Yas tutmak, çok temel bir toplumsal işlevdir. Kaybın verdiği negatif duyguları boşaltarak, geçmişiyle bağlarını güçlendirme ve geleceğini bunun üzerinden inşa etme rolünü oynar. Yas tutmak, toplumun ruhsal sağlığı için gereklidir. Soykırımın yarattığı sonuç tam tersidir. Büyük çoğunluğunu, toplumsal değerlerini ve bütünlüğünü soykırımda kaybetmiş Êzîdî halkı kime yas tutsun kime tutmasın? Negatif duygularını nasıl atsın?  Kendini nasıl iyileştirsin? Bundan sonra soykırımların yaşanmayacağının garantisi olmadan yarınını nasıl inşa etsin? Yas bile tutamayan Êzîdîler varlık ile yokluk arasında gidip gelirken soykırım gerçeğiyle nasıl baş edecek? Madem soykırım suçu tanındı bu gerçekliğin de farkında olunmalıdır.

Açık ki soykırımın yarattığı toplumsal yaralar öz gücün yeniden açığa çıkarılmasıyla kabuk bağlayabilir. Başta Almanya olmak üzere soykırımı tanıyan ülkelerin öncelikle Êzîdî halkının toplumsal iradesini tanıması gerekir. Soykırım suçunu tanıyıp soykırım yaşayanların iradesini tanımamak olmaz. Êzîdîler’in kendi haklarında karar verme, kendi adlarına konuşma, kendilerini yönetme ve kendilerini savunma hakkına saygılı olunmalıdır.

Elbette ki, Irak devleti, KDP ve Türk faşizminin; Êzîdî iradesine rağmen aldığı ucube 9 Ekim Anlaşması derhal durdurulmalıdır. Türk faşist devletinin ve KDP’nin saldırılarına güçlü tutum konulmalıdır. Êzîdîler’in soykırım sürecinde tutunduğu tek dal olan Rêber APO’nun paradigması üzerinden kendini yeniden inşa etmesine, yani demokratik özerk iradelerini örgütlemelerine engel olunmamalıdır. Artık Êzîdîler’i dinleme zamanıdır.

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.