Netanyahu ve Erdoğan 

Cafer TAR yazdı —

  • Netanyahu, İsrail’de yolsuzluk soruşturması açılan ilk başbakan oldu. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan ve Netanyahu inanılmaz derecede birbirlerine benziyor. Erdoğan da 17-25 Aralık operasyonlarına rağmen görevde kalmayı başarmıştı. 

Amerika Birleşik Devletleri’nin 1969’dan 1974 yılına kadar görev yapan başkanı Richard Nixon’un uzun yıllar danışmanlığını yapan Arthur Finkelstein “Seçimde işinize en çok yarayacak konunun üzerinden kutuplaştırma yapmalısınız!” der.

Dünyanın birçok sağ popülist politikacısı Finkelstein’ın bu önerisini takip etmiş ve seçim kazanabilmek için kitleleri karşılıklı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten uzak durmamışlardır. Erdoğan ve Netanyahu ve hatta Hamas bu siyasetin Ortadoğu’daki en çok göze batan temsilcileri durumundadırlar. 

Özellikle bilinçli yurtsever pozisyonundaki Kürt seçmen Türkiye’de Erdoğan’ın en çok nefret ettiği çevrelerin başında gelmektedir. Erdoğan bu nefretini her fırsatta yenilemekte hiçbir bahis görmüyor. 7 Haziran sonrası istisnasız her seçim öncesi Erdoğan aynı iç düşman retoriğini kullanıyor. 

Şimdi mecliste HEDEP olarak yer alan siyasal geleneğe yönelik Erdoğan’ın suçlamalarından bazı örnekler yukarıda altını çizdiğimiz yaklaşımın anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.  

İşte size Erdoğan klasiklerinden birkaç örnek: “Terör örgütünün temsilcisi durumunda olan siyasi yapılanma, terör örgütünü arkasına almış bu siyasi parti, bölücü örgütün güdümündeki siyasi organizasyon!” gibi ifadelerle başta Kürtler olmak üzere HEDEP içerisinde bir araya gelmiş insanları iç düşman olarak tanımlayan Erdoğan kimi zaman aşağıdaki gibi el artırmakta ve Türkiye toplumuna Kürtler ve muhalifleri aynı zamanda dış düşman olarak da lanse etmektedir. 

Birkaç örnek: “Terör örgütünü arkasına almış olan bu siyasi parti okullarımızı yaktı mı? Yaktı. Camilerimizi yaktı mı? Yaktı. Bunların Fransa’da Almanya’da, şurada burada camilerimizi, evlerimizi kundaklayanlardan ne farkı var?”diyerek el artırmakta ve HEDEP’de bir araya gelmiş insanları aynı zamanda dış düşmanla eş tutmaktadır.  

Bu ve benzeri ifadelerle Erdoğan defalarca Türkiye halklarını Kürtlere ve HEDEP’e oy verenlere karşı kışkırtmıştır. Halbuki Türk Ceza Kanunu’nun “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” başlıklı 216. Maddesinin 2. Fıkrasına göre “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır!” demektedir. 

Bu durumda savcıların mutlaka harekete geçmesi ve başta Erdoğan olmak üzere birçok politikacı hakkında söz konusu maddeden kovuşturma başlatması gerekmektedir. Fakat hepimiz de biliyoruz ki bugünkü yargı sistemi içerisinde bunu yapabilecek bir savcı yoktur. 

Hiçbir savcı böyle bir iddianame düzenleyemez, velev ki düzenledi, hiçbir mahkeme bu iddianameyi kabul edemez.  

Şimdi gelelim Netanyahu’ya. 

Son yirmi yılda İsrail sayısız kere seçimlere gitti; fakat bunların bir çoğunda Netanyahu’suz bir alternatif oluşturulamadı. Bundan dolayı Benyamin Netanyahu on beş yıl boyunca koltuğunu korumayı başardı; halbuki Netanyahu hakkında sayısız yolsuzluk dosyası bulunmaktadır. Benyamin Netanyahu’nun İsrail’de görevdeyken yolsuzluk soruşturması yaşayan tek başbakanı olduğunun da altını çizelim. 

Fakat buna rağmen Netanyahu olmadan İsrail’de bir iktidar alternatifi oluşturulamadı; bu açıdan bakıldığında Erdoğan ve Netanyahu inanılmaz derecede birbirlerine benzemektedirler. Erdoğan da 17-25 Aralık operasyonlarına rağmen görevde kalmayı başarmıştı. 

Netanyahu görevde olduğu yıllar boyunca koalisyon ortakları ile birlikte İsrail’de sağcı, dindar, milliyetçi bir dil kullanarak İsrail siyasetini sağa çekerek kendisine uygun bir politik atmosfer yarattı. Bu yeni durum her defasında Netanyahu’yu iktidarda tuttu ve böylece İsrail siyaseti hızla Yahudi kimliğini önceleyen, Arapları dışlayan, tek devletli bir modele doğru yol aldı.  

Bunda Hamas ve İran’ın İsrail’in Ortadoğu’daki varlığını yok hükmünde kabul eden saldırgan dilinin de payı olduğunu belirtmek gerekir. Hem Hamas hem de İran’ın kullandığı dil İsrailli endişeli seçmenin korkularını artırarak Netanyahu gibi sağcı partilerin yanında pozisyon almalarını kolaylaştırdı.   

Netanyahu ve ortakları tarafından domine edilen siyasal alan İsrailli demokratların, liberallerin, sosyalistlerin ve İsrailli Arapların İsrail siyasetindeki etkisini azalttı. Böylece hem İsrail/Filistin gerilimi hem de Ortadoğu barışı her geçen gün daha fazla çözümsüz bir noktaya savruldu.  

Ötekileştirme her iki ülkede de o kadar ileri noktalara varmış ki; kimin hayatının değerli, kiminkinin ise değersiz olduğuna her iki ülkede de devlete hâkim olan sağcı yönetici elit karar veriyor.

Hamas’ın yaptığı katliama İsrail’in soykırıma varan bir şiddetle cevap vermesi, Türkiye’nin Rojava ve diğer Kürt bölgelerinde halka karşı işlediği suçların hem iç hem dış kamuoyunda görmemezlikten gelinmesi bunun en açık örneği oluşturmaktadır.  

Ortadoğu’da birikmiş problemler sağcılaşarak çözülemez; tam tersine herkesin kendi gibi yaşayabildiği demokratik konfederalizmle çözülür.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.