Öcalan dosyası yeniden AİHM’e gönderilebilir

  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuran TOHAV Yönetim Kurulu üyesi Ayşe Bingöl Demir, “Komite Öcalan’a farklı yaklaşmazsa, dosya tekrar AİHM’e gönderilebilir” dedi. 

MEHMET ASLAN - MA/İSTANBUL

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), İnsan Hakları Derneği (İHD) ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile tutuklu Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile ilgili ihlal kararlarını acil gündemine alması için 29 Temmuz’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) başvuruda bulundu. Başvuruda, AİHM’in Öcalan, Kaytan, Gurban ve Boltan hakkında verdiği şartlı salıverilme olasılığı olmaksızın, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olmalarının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3’üncü maddesine aykırı olduğu yönündeki ihlal kararlarının komite tarafından haftalık ve dönemsel tüm toplantıların gündemine alınması talep edildi.

Başvurucular açısından öncül olan Öcalan kararının üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin salıverilme şartı olmaksızın, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ilgili “umut hakkını” doğuracak yasal bir düzenlemeye gidilmediği gibi, Bakanlar Komitesi AİHM kararının uygulanıp uygulanmadığı konusunu da almadı. 

Öcalan, Kaytan, Gurban ve Boltan için “umut hakkı” bağlamında kurumsal düzeyde yapılan ve ilk olma özelliğini taşıyan başvuruya ilişkin Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) Yönetim Kurulu üyesi avukat Ayşe Bingöl Demir Mezopotamya Ajansı’na konuştu. 

Bin tutuklu var

Türkiye’de ceza hukukunun, ceza infaz rejiminin en can alıcı sorunlarından birinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve bunun uygulama biçimi olduğunu belirten Demir, Türkiye'de Öcalan gibi yaklaşık bin tutuklunun olduğunu kaydetti. Türkiye’nin ağırlaştırılmış hapis ceza verilen kişiler hakkında bilgi vermediğini, ayrıca Olağanüstü Hal (OHAL) süreciyle birlikte bu sayının çok daha fazla arttığına dikkat çeken Demir, “Çok can alıcı, önemli bir mesele olarak karşımızda duruyor. AİHM’in bu konuda verdiği çok önemli kararlar var. Türkiye uygulandığı haliyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını, AİHS'in 3’üncü maddesinde düzenlenen kötü muamele kapsamında değerlendiriyor. Verilen kararlar çerçevesinde Türkiye’den bu kararları yerine getirmesi için bazı adımlar atması bekleniyor” dedi.

 AİHM’in 4 kararı 

Türkiye’nin adım atması için sivil toplum örgütleri, hak ve hukuk savunucularının çok ciddi bir mücadele yürüttüğünü belirten Demir, başvurularında da belirtikleri üzere AİHM’in bu konuda verdiği 4 karar şöyle sıraladı: “Bu karalardan ilki ‘Öcalan-Türkiye’ kararı. Bu karar Mart 2014’te verildi. Kesinleşme kararı ise Ekim 2014 olarak Bakanlar Komitesi’nde yer alıyor. Daha sonra verilen başka kararlar da var. Daha sonra Aralık 2015’te kesinleşen Kaytan kararı var. Mart 2016’da kesinleşen Gurban kararı var. Mayıs 2019’da kesinleşen Boltan kararı var. Bu dört karar verildiği zaman Türkiye’de şöyle bir algı vardı; tazminat ödenir ve süreç kapanır algısı vardı.” 

Başvuru neden yapıldı?

Söz konusu algının yanlış olduğunu dile getiren Demir, mahkemenin verdiği ihlal kararı sonrası kararların niteliğine, kapsamına ve çerçevesine göre o ihlale neden olan sebeplerin ortadan kaldırılması gerektiğinin altını çizdi. “Yani ‘Öcalan-Türkiye’ kararında mahkemenin verdiği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ‘3’üncü maddeye aykırıdır’ kararı sonrası, Türkiye’de bu rejimin mahkemenin değerlendirdiği çerçevede gözden geçirmesi gerekiyordu” diyen Demir, bu durumu denetleyen mekanizmanın da başvuruda bulundukları komite olduğuna ifade etti. Demir, “AİHM’in kararlarının bireysel ve genel önlemler acısından yerine getirilmesi ve infaz sürecini denetleyen mekanizma kendisi olan komiteye başvuruda bulunduk. Biz de Bakanlar Komitesi'nde 9/2 kuralında yer alan, 'STK'lar da sürece dahil olabilir' kısmını esas alarak başvuruda bulunduk. Böylelikle AİHM’in verdiği bir kararın icrasını takip etme, yerine getirilip getirilmediği, getirilmedi ise niçin yerine getirilmedi gibi konularda STK’lar bildirim de bulunuyorlar” ifadelerini kullandı.

Türkiye kararları uygulamıyor 

Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne üye ve aynı zamanda insan hakları sözleşmelerin tarafı olduğunu hatırlatan Demir, konseyde yer alan diğer ülkelerden farklı olarak insan hakları konusunda çok daha geride ve zayıf bir yerde durduğunu söyledi. AİHM’den en çok ihlal kararları alan ülkeler arasında genelde Türkiye’nin yer aldığını, aynı zamanda AİHM kararlarını icra etme, yerine getirmeme konusunda en sorunlu ülkeler arasında da yer aldığına değinen Demir, “Komitenin önünde çok sayıda Türkiye tarafından icra edilmesi beklenen dosya var. Bu dosyalar arasında önemli ve sistemli hak ihlalleri var. Bu grupta olduğu gibi 3’üncü maddeye ilişkin Türkiye tarafından yerine getirilmeyen çok sayıda karar var” diye belirtti.

Ağırlaştırılmış infaz rejimi

Komitenin bu gruba yaklaşımının, diğer takip ve denetimini sağladığı gruplara yaklaşımından farklı olduğuna dikkati çeken Demir, “Bu grup içerisinde Gurban kararı öncü rolünde. Komite tarafından nitelikli denetim çerçevesinde takip edilen bir süreç. Bu da şu oluyor; öncü olan bir kararda, komitede sistemsel ve yapısal bir sorun olduğunu kabul etmiş oluyor. Bu önemli bir nokta. Komite, Türkiye’deki ağırlaştırılmış infaz rejiminin yapısal sorun olduğunu ve çözülmesi için yapısal adımlar atması gerektiğinin farkında” dedi. 

Bakanlar Komitesi’nin her üç ayda bir rutin insan hakları toplantıları olduğu bilgisini paylaşan Demir, ajandasında bu kararlara yer verdiğini kaydetti. Yılda bir kere de olsa komitenin bu kararları gündemine almasının beklendiğini ifade eden Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Komite gündemine aldıktan sonra bundan hükümetin de haberi oluyor. Yine bu davaları takip eden STK’ların da haberi oluyor. Etkili bir iletişim ve bilgi akışı söz konusu oluyor. Ancak bu grupta gördüğümüz şu, Bakanlar Komitesi bu grubu gündemine almıyor. Ama ikili ilişkilerde, birebir iletişim ile bir şekilde bu denetim sürecini sürdürüyor. Bu bildirimlerde yapılan taleplerden birisi de Bakanlar Komitesi'nin artık aradan geçen süre de dikkate alınarak, bu dosyalarının kararlarının denetimini düzenli toplantı gündemine almasıdır. Geri planda yürütülen diyalog yerine daha açık daha erişilebilir ilerlemesi ve gerilemesi daha net görülebilen bir halde olması lazım. Aynı zamanda STK’ların, avukatların ve başvurucuların da görebileceği bir hale gelmesi gerekiyor.”

Konsey diplomatik bir yapı 

Dünyada benzer davalara yönelik komitenin denetim sürecini biraz daha aktif sürdürdüğünü söyleyen Demir, “İngiltere, Macaristan gibi ülkelerde benzer olan durumlar ile ilgili komite diyalog sürecini daha aktif yürüttüğü ve bir şekilde bu ülkelerde zaman zaman komiteyi tatmin eden, zaman zaman tatmin etmeyen ama yine de bazı adımların atıldığını görüyoruz. Ancak komite bağlamında şunu kabul etmek gerekiyor; ağırlaştırılmış müebbet infaz rejiminin Türkiye tarafından gözden geçirilmesi tamamen hukuki bir mesele değil. Konsey, diplomatik bir yapı aslında. Kendini hukuki bir metin üzerine kurgulamış ancak nihayetinde diplomatik bir mekanizma olduğunu biliyoruz. Dolasıyla attıkları adımlara karar verilmesinde, bunların şekillenmesinde o diplomasinin bir şekilde dikkate alındığını, göz önünde tutulduğunu biliyoruz” şeklinde konuştu.

Sağlıklı bir veri yok

AİHM tarafından verilen kararın takipçisinin komite olduğuna işaret eden Demir, ülkenin kararı uygulamaması halinde komitenin bazı yollara başvurma durumunun olduğunu söyledi. Bu yollardan ilkinin dosyayı gündeme alma olduğunu anımsatan Demir, “Türkiye’den taleplerde bulunması yine bir adım. Türkiye’de ağırlaştırılmış hapis cezası ile yargılanan ya da cezası infaz edilen kaç kişi var? Bu kişilerin aleyhine verilen karar tarihi ne zaman? Bu konuda da sağlıklı bir veri yok. Bunların halka, STK’lara açıklanması gerekirken, açıklanmıyor. Komite bunu isteyebilir. Bunun dışında Türkiye’nin bu kararı ne şekilde yerine getireceği bağlamında bir eylem planı sunması gerekiyor. Daha önce Öcalan kararından sonra Türkiye bir eylem planı sunmuş ama orada mahkeme kararının yerine getirilmesine ilişkin bu bahsettiğimiz, birbirinin içine geçmiş önlemler bağlamında somut hiçbir öneri yok. Türkiye’den atılmış hiçbir adım yok” diye kaydetti.

AİHM’e gönderebilir

Komitenin adım atması, süreç içerisinde de adımlarını ilerletmesi gerektiğinin vurgulayan Demir, şöyle devam etti: “Eğer Türkiye bu kararları infaz etme, yerine getirmeme de ısrar ederse, yasa değiştirmesine kadar ısrarcı olabiliyor. Bunu yerine getirilmediği zaman Türkiye’den bir ara karar oluşturuyor. Biraz zorlayıcı bir dille. Bunu yerine getirmediği zaman konseyin başkanı, genel sekreteri Türkiye’deki dengi ile doğrudan birebir iletişim kuruyor. Mektup yazıyor. Yani diplomatik dille durumu Türkiye aleyhine ağırlaştırabiliyor. Aynı zamanda çok ağır bir durum daha var. Konsey, AİHS’in 46’ncı maddesi kapsamında dosyayı yeniden AİHM’e gönderebiliyor. Ve mahkemeden bunun ülkenin sözleşmesel yükümlüklerini yerine getirip getirmediği niteliğinde olduğuna ilişkin bir değerlendirme istiyor. Buna ihlal prosedürü deniliyor. 29 Mayıs 2019’da Ilgar Mammadov kararı var. Bu, durum hakkında ilk karardı. Bunu da uygulayabilir. Dosya komiteye tekrardan geldi. Komite daha tartışma halindeyken Azerbaycan adım atma durumunda kaldı.”

Türkiye’ye yönelik bu yolun henüz izlenmediğini dile getiren Demir, bunun derhal gündeme alınması gerektiğini kaydetti. Bu durumun “umut hakkı” kapsamına girdiğini kaydeden Demir, Türkiye’nin bunu uygulayabilmesi için yasa değiştirmesi gerektiğini söyledi. Demir, “Diyelim ki Türkiye yasayı değiştirip bunu yasaya koydu. Sadece yasal değişiklik değil, bu hak kullanılabilir bir hak olmalı” dedi.

En az bin kişi etkileniyor

Öcalan’ın böyle bir yaptırıma maruz bırakılmasının kabul edilemez olduğunu vurgulayan Demir, “AİHM’in verdiği kararın yerine getirilmemesi ve infazının rejiminin de bu hassasiyet nedeniyle farklı bir yerden götürülmesi tabi ki uygun düşmez. Burada önemli olan bir diğer nokta da Öcalan’ın kimliği nedeniyle süreçler bu şekilde işliyorsa, işletiliyorsa, bundan etkilenen yüzlerce, hatta bini aşan insanın da dikkate alınması gerekiyor. Burada aynı zamanda yüzlerce insandan söz ediyoruz” şeklinde konuştu.

Komitenin bu konuda Türkiye’ye adım attırmanın ne kadar zor olacağının farkında olduğunu sözlerine ekleyen Demir, “Farkında olduğu için biraz daha farklı yöntemle yaklaşmayı esas almayı istiyor. Bu benim görüşüm. Çünkü ülkedeki koşulları gözettiğimizde bunun çok zor olacağını hatta imkansız olduğunu bildiği için biraz daha farklı bir yöntem yürütüyor olabilir. Komitenin şu ana kadar yapmaya, yürütmeye çalıştığı, takip ettiği yol denetim yöntemi herhangi bir etki sağlamıyor. Bunun biraz daha açık, şeffaf bir şekilde ele alması sorunun çözümüne katkı sunacaktır” dedi.

Tecrit keyfi 

Ayrıca bunun yanı sıra Öcalan’a yönelik devam eden tecrit durumunun da olduğunu, bunun temel insani haklar bakımından kabul edilemez olduğunu söyleyen Demir, devamında şunları söyledi: “Bütün tutukluların belirli hakları vardır. Bunların sağlanması lazım. Devlet, hiçbir hukuki kaideyi gözetmeden, hiçbir uluslararası hukuk prensibini gözetmeden keyfi bir şekilde tecrit etmek kabul edilemez. Bir hukuk devletinde, insan haklarının korunduğu iddia edilen bir anayasal sistemde bu kabul edilemez. Hak ve hukuk meselesi net, o boyutu belirli. Sorun burada politik irade. Türkiye’deki şu anda olan mevcut anlayış, devlet ve sistemin, hukuka ve insan haklarına dönük bakış açısı bu. Ama avukatlarının da Türkiye’deki hak savunucularının da Kürtlerin de diğer toplumsal kesimlerin de çalışmaları var. Bizim de çalışmalarımız devam edecek.”

Yaptıkları başvurunun takipçisi olacaklarını belirten Demir, komitenin harekete geçmesi için benzer süreçlerde yer alma noktasında ısrarcı olacaklarını vurguladı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.