Provokasyonlara son vermeli

Dosya Haberleri —

Bedran Çiya Kurd

Bedran Çiya Kurd

  • Biz, tüm taraflarla diyalog içinde kalmakta ısrarcıyız. Provokasyonlara rağmen, diyalog sürecini sürdürmekte kararlıyız. Türkiye eğer gerçekten bu sürecin gelişmesini istiyorsa, kendi denetimindeki bölgelerdeki grupları kontrol etmeli. Özellikle Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê gibi alanlarda provokasyonlara son verilmeli. 
  • Barışçıl çözüm, bizim için stratejik bir hedeftir. Ancak ülkemize ya da halkımıza yönelik bir saldırı gerçekleştiğinde, elimizdeki tüm imkânlarla kendimizi savunmakta kararlıyız. Bu konuda tavrımız nettir.

  

ERKAN GÜLBAHÇE

Baas rejiminin yıkılması, Suriye halklarında bir umut doğurmuştu. Ancak geçen süreçte geçici hükümetin otoriterliği ve dış müdahalelerin yoğunluğu nedeniyle bu umut yerini belirsizlik ve kaosa bıraktı. Alevi ve Dürzilere yönelik ağır saldırılar, radikal grupların yeniden sahaya çıkışı ve sahada halen süren şiddet sarmalı, Suriye’nin çok kültürlü yapısının tehdit ediyor. Suriye’nin güvenliği ise hala sağlanabilmiş değil. DAİŞ saldırıları artarken, Türkiye’ye bağlı grupların saldırıları ve yeni radikal yapıların ortaya çıkışı da istikrarsızlığı körüklüyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, Özerk Yönetim diyalog ve barışçıl çözüm ısrarını sürdürürken; saldırılara karşı kendilerini savunmakta da kararlı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Eşbaşkan Yardımcısı Bedran Çiya Kurd ile sahadaki güncel durumu, halkların taleplerini, özerklik modelinin geleceğini ve Suriye’de kalıcı barış için gereken adımları konuştuk.

Süveyda’ya, Alevi ve Dürzilere yönelik son dönemde artan saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gelişmeler Suriye’nin siyasi yapısı ve toplumsal barışı nasıl etkiliyor?

Sahil hattında Alevilere, güneyde ise Dürzilere yönelik saldırılar son derece ağır ve vahşi eylemlerdi. Bu saldırılar, yalnızca bir mezhep veya halk grubuna değil, Suriye’nin geleceğine yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirilmelidir. Faillerin tespit edilmesi ve uluslararası bir komite aracılığıyla yargılanması gerekiyor. Ne yazık ki bu iki olayla sınırlı kalmayan benzer saldırılar, Suriye’nin birçok bölgesinde yaşanıyor. Kaçırmalar, işkenceler, infazlar halk arasında büyük bir korku ortamı yarattı. Güvenlik son derece zayıflamış durumda.

Bu tablo, halk nezdinde geçici Şam hükümetinin meşruiyetini büyük ölçüde kaybettiğini ve halka koruma sağlayamadığını düşündürüyor. İnsanlar artık sorunlara çözüm getirecek, kapsayıcı ve güven verici bir siyasi yaklaşım istiyor. Farklı halklar, inançlar ve kültürler tanınmalı; herkesin kendini içinde bulabileceği yeni bir siyasal mimari kurulmalı. Tekçi ve mezhepçi politikalarla Suriye bir arada tutulamaz; bu anlayış daha büyük çatışmalara ve parçalanmalara yol açmaktadır. Egemenlik, silah zoruyla değil; farklı halkların ortak strateji geliştirebildiği, etik ve ahlaki temellerde buluşabildiği bir zeminle sağlanabilir. İç barış, ortak akıl ve diyalogla inşa edilir. Mevcut yaklaşımlar ise sadece ayrışmayı ve güvensizliği derinleştiriyor.

 

Süveyda / foto:AFP

 

Özerk Yönetim bugüne kadar Süveyda’daki Dürziler ve sahil hattındaki Alevilerle ilişkilerini ve dayanışmasını nasıl yürüttü? 

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi olarak amacımız, tüm halkların içinde yer alabileceği bir yönetim modeli geliştirmek. Bu doğrultuda, Suriye’nin geleceğine dair bir proje oluşturduk. Dini, etnik ve kültürel farklılıkları gözeten; her grubun kendi örgütlenmesini kurabileceği ve ortak yaşamı inşa edebileceği bir sistem hedefliyoruz. Bu çerçevede Aleviler, Dürziler, Sünniler, Hristiyanlar ve diğer topluluklarla sürekli temas halindeyiz. Laik, çoğulcu ve adem-i merkeziyetçi bir sistem etrafında, demokratlar, devrimciler, aydınlar ve siyasetçilerle diyaloğumuzu sürdürüyoruz. Suriye’nin geleceğini birlikte kurmak istiyoruz. Katliamlardan sonra, sahil bölgelerindeki Alevilere insani yardımlar gönderdik. Süveyda’ya ise iki kez yardım sevk ettik. Ancak şu anda yardımlar Şam tarafında engellenmiş durumda. O bölgedeki halk, hâlâ ciddi biçimde desteğe ihtiyaç duyuyor. Biz de bu ihtiyaca karşılık verebilmek için elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz.

Bu gelişmeler, geçici Şam hükümetinin etkisini kaybettiğini ve yerel yönetimlerin kendi ihtiyaçlarını ön plana çıkararak özerk yapılar kurmaya başladığını mı gösteriyor? 

Baas rejiminin yıkılması, Suriye’nin tüm halklarında büyük bir umut yaratmıştı. Çünkü bu rejim, halk iradesini yok sayan, katliamcı ve despot bir yapıydı. Onun gitmesiyle birlikte halklar, eşit temsiliyet ve demokratik bir gelecek arzusunu daha güçlü şekilde dile getirmeye başladı. Ancak kısa süre içinde, iktidarı devralan güçlerin de halkın taleplerine yanıt veremediği görüldü. Toplum, kontrolünü kaybetmiş, iradesiz ve çözüm üretemeyen bir yönetimle karşılaştı. Bu da büyük bir hayal kırıklığına yol açtı ve halklar, kendi bölgelerinde özerk bir yaşam talebini daha güçlü şekilde savunmaya başladı. Bugün artık özerklik fikri yalnızca Kürtlere özgü bir talep değil. Dürziler, Aleviler, Hama halkı ve hatta Şam’daki bazı kesimler bile kendi kimliklerini koruyacak, kendi kültürlerini yaşatabilecek bir yönetime ihtiyaç duyuyor. Suriye çok kültürlü bir yapıdan oluşuyor ve bu çeşitliliği tek bir kültür içinde eritmek mümkün değil. Biz de bu çeşitliliğin korunması ve herkesin kendi rengiyle yeni Suriye’nin bir parçası olabilmesi için mücadele ediyoruz.

 

 

İsrail, Türkiye ve İngiltere’nin bu gelişmelere yaklaşımını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu aktörler, Suriye’nin merkezi bir yönetimle yönetilmesine nasıl bakıyorlar?

Şam’daki geçici hükümetin politikaları ve bölgedeki gelişmeler, Suriye’nin merkezi bir sistemle yönetilemeyeceğini açık biçimde ortaya koyuyor. Mevcut merkeziyetçi yapının sorunlara çözüm üretemediği görülüyor. Bu nedenle Suriye’nin acilen adem-i merkeziyetçi bir yönetime geçmesi gerekiyor. Aksi takdirde, etnik ve dini toplulukların yok sayıldığı, baskı altına alındığı ve yeni katliamların yaşanabileceği bir sürece girilebilir. Eğer geçici hükümet mevcut politikalarında ısrar ederse, bu yaklaşım halklar tarafından bir “yeni Baas rejimi” olarak algılanır. Ancak Suriye halkları artık böyle bir yönetime razı değil. Ortak bir yönetim modeli oluşturulamazsa, Suriye dış müdahalelere açık kalmaya devam eder. Zaten bugün yaşanan çok sayıdaki dış müdahale, bu eksikliğin bir sonucudur. Dış etkileri durdurmak, ülkenin geleceğini halkların ortak iradesiyle belirlemek için adem-i merkeziyetçi bir modele ihtiyaç duyuluyor.

Bugün Suriye topraklarında birçok dış güç fiilen etkili durumda: İsrail, Türkiye, Rusya’nın üsleri, diğer bölge devletlerinin müdahaleleri… Kalıcı bir çözüm için uluslararası toplumun da, Suriye’de halkların çıkarına çalışan, demokratik ve adem-i merkeziyetçi bir sistemi desteklemesi gerekiyor. Artık Suriye’nin farklı devletlerin hesaplaşma sahası olmaktan çıkarılması şart. Bu hesaplaşmalar nedeniyle büyük acılar yaşandı, halklar ağır bedeller ödedi. Halklar artık onurlu, kalıcı ve güvenli bir barış içinde yaşamak istiyor. Öyle bir ortam sağlanmalı ki, göç etmek zorunda kalanlar kendi evlerine güvenle dönebilsin.

 

Tom Barrack / foto:AFP

 

 

Tom Barrack gibi isimlerin açıklamalarını nasıl okuyorsunuz? Bu ABD’nin geliştirmek istediği daha geniş bir stratejinin parçası mı? 

Amerika ve koalisyon güçleri şu anda bizimle geçici Şam hükümeti arasında arabuluculuk rolü üstlenmiş durumda. Bu çabalarının temel amacı, Suriye’nin daha büyük bir iç savaşa sürüklenmesini önlemek ve istikrarı sağlamak. Herkes biliyor ki Suriye’deki kriz derinleşirse, DAİŞ ve El Kaide gibi yapılar yeniden güç kazanabilir. Bu nedenle bu ülkeler, ülkenin daha da karışmasını istemiyor. Amerika’nın diyalog sürecindeki varlığı önemli. Özellikle Tom Barrack’ın Suriye genelindeki rolü dikkat çekici. Ancak bu rolün tarafsız, dengeli ve tüm halklara eşit yaklaşım esasına dayalı olması gerekiyor. Kimi grupların çıkarlarını savunmak üzere şekillenmiş bir söylem, çözüm değil, yeni sorunlar doğurur. Amerika’nın uzun vadeli bir stratejik planı olduğu açık. Suriye’nin İsrail için tehdit oluşturmamasını istiyorlar. Aynı zamanda, radikal bir dinci yönetimin kurulmasını ve bu yapının komşu ülkelere tehdit oluşturmasını da engellemek istiyorlar. Bugün bölgedeki varlıkları hem terörle mücadele hem de arabuluculuk süreci açısından önem taşıyor. Ayrıca, bu arabuluculuk pozisyonlarının bir tür siyasi etki alanı yaratma arzusuyla da örtüştüğünü görmek mümkün.

Dêrazor’da DAİŞ’in yeniden saldırılar düzenlemesi, HTŞ’nin varlığı ve Türkiye’ye bağlı grupların çatışmalara katılması… Bu gelişmelerin zamanlamasına dair nasıl bir stratejik okuma yapıyorsunuz?

Baas rejiminin yıkılmasının ardından DAİŞ yeniden örgütlenerek özellikle QSD’ye karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. Şimdiye kadar DAİŞ’in gerçekleştirdiği saldırıların yüzde 80’i bizim bölgelerimizde, doğrudan QSD ve asayiş güçlerine yöneldi. Bu saldırılar her geçen gün artıyor. Bunun yanında, başka radikal gruplar da türedi ve bu gruplara katılımlar sürüyor. Geçici Şam Hükümeti’nden hoşnut olmayan bazı kesimler de bu radikal yapılarla temas kuruyor. Son dönemde Suriye merkezli Ensar Suna gibi bazı yeni radikal silahlı gruplar ortaya çıktı. Türkiye’ye bağlı bazı milis unsurlar da Halep kırsalında QSD’ye yönelik saldırılar düzenliyor. Ancak bu gruplar arasında ne ortak bir komuta yapısı ne de stratejik bir birliktelik bulunuyor. Genellikle koordinasyondan yoksun ve kontrolsüz biçimde, hedef gözetmeden saldırılar gerçekleştiriyorlar. Bir anlamda bu gruplar kontrol edilmeyen gruplardır. Kendi içlerinde de ciddi görüş ayrılıkları ve çatışmalar yaşanıyor. Bu gelişmeler, Suriye genelinde güvenliğin hâlâ tam sağlanamadığını gösteriyor. Kaçırılma ve infaz gibi olaylar halkta büyük bir korkuya yol açıyor. Bazı gruplar, Şam’la yürüttüğümüz diyalog sürecini baltalamaya çalışıyor; çünkü savaş ortamından çıkar elde ediyorlar. Biz, tüm taraflarla diyalog içinde kalmakta ısrarcıyız. Bu tür provokasyonlara rağmen, diyalog sürecini sürdürmekte kararlıyız. Türkiye eğer gerçekten bu sürecin gelişmesini istiyorsa, kendi denetimindeki bölgelerdeki grupları kontrol etmeli. Özellikle Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê gibi alanlarda provokasyonlara son verilmeli. Türkiye bu gruplara baskı uygulayarak diyalog sürecinin zarar görmesini engellemeli.

 

 

Bu bölgelerdeki saldırılara ve HTŞ’ye devretme girişimlerine karşı Özerk Yönetim nasıl bir yol haritası izleyecek? Kamplarda ve cezaevlerinde bulunan DAİŞ mensubu ve ailelerinin HTŞ’ye devredilmek istenmesinin gerekçesi nedir? Sizce çözüm ne olabilir? 

Geçici Şam hükümetiyle diyalog kurmak için tüm yol ve yöntemleri kullanıyoruz. Barışçıl çözüm, bizim için stratejik bir hedeftir. Ancak ülkemize ya da halkımıza yönelik bir saldırı gerçekleştiğinde, elimizdeki tüm imkânlarla kendimizi savunmakta kararlıyız. Bu konuda tavrımız nettir. Şu anda DAİŞ mensubu ailelerin kaldığı kamplar ve militanların tutulduğu cezaevlerinin Şam hükümetine devri konusunda herhangi bir anlaşma yok. Bu yapılar hâlâ Özerk Yönetim’in denetiminde. Teröre karşı ortak bir mücadele hattı kurulması durumunda, bu dosyalar birlikte yönetilebilir. Ancak şu an böyle bir zemin oluşmuş değil. Daha önce de birçok kez ifade ettik: Her ülke, vatandaş statüsündeki DAİŞ’lileri ve ailelerini geri almalı. Özellikle Batılı ülkelerin vatandaşı olan yaklaşık 8000 kadın ve çocuk hâlâ kamplarda tutuluyor. Bu insanlar özellikle çocuklar. Zor koşullarda büyüyor, radikalleşme riski taşıyor.

Eğer bu kişilerin iadesi sağlanamıyorsa, en azından Kuzey ve Doğu Suriye’ye maddi ve insani destek verilmesi gerekiyor. Çünkü kamplarda eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerde ciddi eksiklikler var. Bu insanların topluma kazandırılması için kapsamlı bir destek şart. Aynı zamanda güvenlik açısından da büyük açıklar bulunuyor ve bu yükü şu anda yalnızca Özerk Yönetim taşıyor. DAİŞ’lilerin cezaevlerinde uzun süre yargılanmadan tutulması da ciddi bir adaletsizliktir. Bu kişilerin uluslararası bir mahkemede yargılanmaları gerekir. Çünkü işledikleri suçlar yalnızca bir bölgeyle sınırlı değil; farklı ülkelerde insanlığa karşı suç kapsamına giriyor. Uluslararası Koalisyon’un da bu konuda sorumluluk alması ve adaletin sağlanması için çaba göstermesi gerekiyor.

Bu yalnızca Özerk Yönetim’in değil, uluslararası toplumun da sorumluluğundadır. Yargılamaların başlatılması, mahkemelerin kurulması ve hukuki sürecin ilerlemesi için uluslararası destek şarttır. Aksi takdirde, bu kişilerin yargılanmadan tutulması hem mağduriyet hem de adalet sistemi açısından kabul edilemez bir durum yaratır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.