Sınırlar; teller, mayınlar, duvarlar

Elif KAYA yazdı —

  • Bu sınırlar 1979 tarihinden bu yana anlamın yitirmiş. Bölge devletleri bu durumun farkına yeni varıyorlar. Ama çok geç… Bilinçlenen halkın önünde hiçbir sınır engel olamaz.

Toprağa çizilen sınırlar, bir bedende açılan bıçak yarasına benzer. Egemenliğin, mülkiyetin tüm haşmetli izlerini taşırken, toprağı kanatır, insanı acıtır. Toplumda onulmaz yaralara yol açar.  Bir coğrafya düşünün ki kuzeyi, doğusu, batısı, güneyi diye yönlerle anılsın... Akan nehirlerine bentler vurulmaya çalışılsın. İnsanlar kendi kanında, toprak doğurduğu suyunda boğulmaya çalışılsın...

Bir coğrafya düşünün ki ismi Kürdistan olsun. Dörde bölünen her bir parçası bulunduğu ulus-devletin uzantısı olarak anlısın. Yaşam sınırın ötesi ve berisi diye ayrılıp, birbirine değmeden aksın. Aileler parçalansın, yarısı sınırın altında, yarısı sınırın üstünde kalsın. Köyün- kasabanın ortasına çekilen bir çizgiyle yerleşim alanları, “ser xet”, “bin xet” diye, ayrılsın. Özlemler tellere, mayınlara bazen de duvarlara takılsın.

Sınır… Kimisini içine alıp, kimisini dışında bırakır. Ama ne içine aldığı, nede dışında bıraktığıyla barışıktır. Yanındakini güvenilmez, dışındakini düşman sayar. Bu nedenle hep tedirgindir. Durmadan daha fazla tel çekmeye, mayın döşemeye, duvarlar örmeye çalışır. Çünkü korku duygusu hâkimdir. Sınır, güvende olma duygusunu verememiştir. Nasıl ki bıçağın kestiği yaranın izi kapanırsa, sınırın da her an dağılacağı korkusu taşınır. Bir anlamda yerinde bir korkudur; her beden kendini onarır, yaralarını sarar, vücut bütünselliğine ulaşmaya çalışır. Bu yaşamın, doğanın kendini savunma biçimidir. Zulüm ne kadar derin olsa da yaşam kendi savunusunu yapmaktan vazgeçmez...

Bu sınırlardan en uzun olanı Türkiye-Suriye sınırıdır. 1939 yılında Hatay’ın Türkiye’ye dahil edilmesiyle birlikte son halini alır. 1948 yılında ise sınır hattına tel örgüler çekilerek sınır güvenceye alınmaya çalışılır. Ama teller sınırın geçişini önlemeye yetmez. Aileler görüşür, ticaret devam eder. Araya çekilen telin yaşamın akışını durdurmaya gücü yetmez. Bu nedenle 1954 yılında 133 milyon metre kare alana 606 bin mayın ekilir. Buna rağmen ne egemende korku biter, nede sınır insanların geçişinin, iş yapmalarının önüne geçer. Yıllarca mayınlar, asker kurşunu can alsa da insanlar ölümü göze alarak gidip gelmeye devam eder.

Bir yandan Türkiye’nin 2004 yılında tarafı olduğu Ottowa Sözleşmesi kapsamında diğer yandan mayınların insanların geçişini engellememesinden dolayı Türkiye mayınların temizlenmesini 18 yıl önce gündemine aldı. Ancak Türkiye’nin maksadı başkaydı. Çok cüzi bir alanı mayınlardan temizleyip, bu alana sınır boyunca 837 km duvar ördü. Hem de Rojava Devriminin kazanımlarının geliştiği ve DAİŞ’in yenilmeye başladığı 2016 yılında duvar örülmeye başlandı. Asıl gaye gelişen Kürdistan devrim hareketinin önüne duvarla set kurmak, halkların birleşmesinin önünü almaktı. Bu aynı zamanda tüm bölge ulus-devletlerin en büyük korkusudur. Bunun için aralarında sayısız antlaşma imzalamışlardır. Gücünü yitiren ulus-devletin sorumluluğunu bir diğer devlet devralır.

Rojava-Türkiye, Türkiye-İran sınırına örülen duvarlardan sonra son günlerde aynı siyaseti Irak devleti üstlenmiş durumda. Şengal ile Rojava arasına duvar örmeye çalışıyor. Daha birkaç yıl önce Êzîdî toplumunu katliamla baş başa bırakıp, kaçanlar şimdi Şengal’e duvar örmeye çalışıyor. Direnen Êzîdî toplumunu duvarlar ardında hapse ederek yalıtmak, savunma gücünü zayıflatmak istiyorlar.

Sınıra duvarlar örmek hiçbir zaman koruma amaçlı olmamıştır. Yalıtmak, sınırlandırmak, gözden ırak tutmak ve tahakküm kurmak amaçlıdır. İnsanların birliğini, bütünlüğünü ve güç olmasını engellemeye çalışır. Ama toplum ve yaşam daha güçlüdür. Bu güç karşısında her duvar Berlin Duvarı gibi yıkılır, dağılır.

Mevcut ulus-devlet sınır politikaları çoktan iflas etmiş durumda. Gelişen Kürdistan Özgürlük Mücadelesi tüm sınırları pratikte geçersiz kıldı. Binlerce gerilla yıllardır kuzeyden güneye, güneyden Rojava’ya, Rojava’dan kuzeye bu sınırları aşarak gidip, geldi. Her karış toprağa devrimi taşıdı.

Ne tellerin, mayınların ne de duvarların devrimci mücadeleyi ve halkların birlikte yaşama istemini engellemeye gücü yeter. Bu sınırlar Temmuz 1979 tarihinden bu yana anlamın yitirmiş. Bölge devletleri bu durumun farkına yeni varıyorlar. Ama çok geç… Bilinçlenen halkın önünde hiçbir sınır engel olamaz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.