Siyasetçi ve “siyaset meydanı”
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Eğer bu toplum seyislerden kurtulup “ahlaki politik topluma” dönüşemezse sonu “kutsal üç dinin” söylediği gibi yerle yeksan olmaktır. Öğrendiğim budur.
Siyasetçi dendi mi şahsen ben biraz tuhaf olurum. Bende bu sözcük bir tür “meslek” hissi uyandırır. Böyle olunca siyasetçi denilen kişi hayatını siyaset işiyle idame ettiren ucube bir insan gibi anlaşılır. Böyle bir insan olacağıma, mesela “at terbiyecisi” olmayı tercih ederim.
Böyle yazar yazmaz benim kadim arkadaşım Sur mahallesinin taş atan çocuğu Quto “siyaset zaten at terbiyeciliğidir diye düşüniyem Veysi abe” deyiverdi. Meğer “Taş atma mesleğini” bırakmış, Nişanyan gibi o da Türk dilinin etimolojik labirentine dalmış. Bu Türkler alem millet. Kendi dillerini Ermenilerden, kendi “Türklüklerinin Esaslarını” da Kürt Ziya Gökalp’ten öğreniyorlar. Beni de şu sıralar Quto eğitmekte. Zaten biliyorum, bu Kürt çocuğunun on parmağında on marifet var.
Hemen sözlüğü açtım. Şöyle yazıyor: “Osmanlıca üzerinden Türkçeye geçen Siyaset sözcüğü Arapça Seyis (At Bakıcısı) kelimesi ile bağlantılıdır.”
Türklerde meşhur deyiştir: At, avrat, pusat…At, malum idare edilecek yaratıktır. Burada attan kasıt “halk” ve siyaset de "halkı terbiye etmektir” desem günaha girmem. Demek ki Erdoğan’ın ceddi halka seyislik, avrata erkeklik, pusata da devletlik yapmıştır.
Şimdi bir Kürt politika insanı, “necisin” sorusuna Quto’nun bu etimolojik hatırlatmasından sonra “siyasetçiyim” der mi, bilemem. Dese de ağız alışkanlığıdır der geçerim. Ama bizim TV’lerimizde bir HDP’liyi tanıtırken “siyasetçi” yerine “politik aktivist” denirse daha iyi olur diyebilirim. Seyislik mesleğini kesinlikle küçümsemem. Meslektir. Ama seyisin biri bizi terbiye etmeye kalkıyorsa, buna itiraz ederim. Atları da küçümsediğimden değil, ekolojik güzel bir varlıktır. Ama halk da at değildir be kardeşim.
Siyaset kelimesi politika’nın karşılığı olarak Osmanlıcaya, oradan da bugünün Türkçesine geçmiştir.Politika, siyaset kelimesi gibi at haralarından değil, “polis”ten, yani “şehrin, -devletin değil- yönetimine katılan vatandaşlar kurulu”ndan türemiştir. Polis şehir demektir. Politika da şehrin halk tarafından yönetilmesi anlamına gelir.
Burnunuza “özeklik” kokusunun geldiğini duyar gibiyim. Haklısınız. Devlet denilen “ejderhayı”, yani Hobbs’un ifadesiyle Leviathan’ı idare etmek beygiri idare etmeye, seyislik, yani siyasetçilik de bu ejderhayı idare edenin işlerine bir hayli benzer. Nazım da “Dört nala gelip…” filan diyor ya, Türkler attan inmiş ejderhanın sırtına binmiş, sonra da devlet denilen ejderhanın kulu kölesi olmuşlardır. Kemal Tahir de dönmüş dolaşmış “Devlet Ana” diye bir kitap yazmıştır. Tayyip Erdoğan da son Türk devletinin sırtına binmiş, malum bir tatavlada atın sırtından, Aziz Nesin’in “manzumesinde” yazıldığı gibi “Mosyö tombe sırtüstü” yuvarlanayazmıştır.
Böyle olur. “iniyor kayık, çıkıyor kayık, bir atın sırtından inip bir atın sırtına çıkıyor kayık.” İlahi Nazım, “kayık” derken devletin seyislerini tarif etmiş gibidir. Binerler, inerler, tekrar binerler. Demirel bu inip binmelerin şampiyonudur. Şimdi söyleyin böyle inip binen birer siyasetçi olmak isteyeniniz var mı?
Evet, yazının sonuna geldik sayılır. Aristotales ne demişti: İnsan politik bir hayvandır. Böyle demişti de, asla İnsan hayvanı tımar eden seyistir yani “siyasetçidir” dememişti. Aristonun bu tanımını “insan toplumu politik hayvanların toplumudur” diye sosyolojiye tatbik edebiliriz. Karl Marx en ünlü kitaplarından birinin ilk cümlesini Aristo’dan almıştı. Öcalan da Aristonun insan tanımına çok büyük bir katkı yapmıştır: Ona göre “insan politik hayvandır, ama, bu insan topluluğunun bugünkü krizlerden kurtulması onun “ahlaki politik toplum” olmasına bağlıdır.
“Ahlaki politik toplum” kavramından ne anlıyoruz. Emin olun ben Quto bana anlatmasa bu kavramdan hiçbir şey anlamazdım. Quto bana “Veysi abe Makyavelli’yi oku, Önderliğin ne dediğini anlarsın” dedi de kavramın ciddiyetini anladım. Ahlaki politik toplum kavramı, 15.yüzyılın ve 16. yüzyılın ortalarında yaşayan Makyavelli’ye radikal bir reddiyenin kavramıdır. Makyavelli, Prens adlı eserinde Kürt kardeşlerimin “iktidarcı” adını verdiği “siyaset"de, yani “iktidarı almak ve korumak işinde dinsel ve ahlaki kaygıları dikkate almamayı” va’z etmiş, “amaç için her yol muteberdir” sonucuna varmıştı.
Ne demişler, ”balık baştan kokar”. Ya da “imam yellenirse cemaat beterini yapar”. İktidar bir kere “siyasetçinin” eline geçerse ve “Prens” ya da “Tayyip” Ahd-i Atik’i, Ahd-i Cedid’i ve Kur’an-ı Kerim’i ahlaksızlık lağımına atıp, Makyevelli’nin kitabına biat ederse, onun seyislik yaptığı toplum da, Cemaat de, tarikat da dinden imandan çıkar. Geleceği yoktur, eğer bu toplum seyislerden kurtulup “ahlaki politik topluma” dönüşemezse sonu “kutsal üç dinin” söylediği gibi yerle yeksan olmaktır. Öğrendiğim budur.
Öcalan’ın “ahlaki politik toplum” paradigması, MÖ’nin Aristosu’nun “politik hayvan” önermesini, dinler tarafından va’z edilen “ahlak”la sentezleştirmiş ve şimdiki “uygarlık krizine” çözüm getirmiştir. Tek başına “ahlak”, politikanın çirkinlikleri karşısında insanı kendi iç dünyasına kapatır, tek başına “politika” ise insanı en büyük günahların girdabında boğar. “Ahlak ve politikanın” sentezi ise insanı ve toplumu arındırır.
Orhan Veli yaşasaydı şöyle yazardı: “Kandile doğru ahlaki politik toplumu göreceksin, sakın şaşırma.”
Not: Türkler idam sehpalarının kurulduğu yere “siyaset meydanı” derler. Bence çok isabetlidir. En son “kamucu” idam Sultanahmet meydanında yapılmıştı ve malum bu meydanın altı at haraları ve seyislerin hatıralarıyla doludur.