Stefan Zweig'ın zor yılları

Selim FERAT yazdı —

  • Kader değil, tesadüf de değil. Zweig 61 yaşında, Hitler faşizminin yenilgisinden üç yıl önce, düşünsel ve manevi yurdu Avrupa’nın harabe hale gelmesine dayanamıyor ve önemli eseri “Satranç“ı yazdığı Petropolis’te yaşamına son noktayı koyuyor.

Selimferat@web.de

Ülke Brezilya/Pertopolis, Balkonda iki adam, Viyana doğumlu Stefan Zweig (1881-1942) ve Berlin doğumlu yazar ve gazeteci Ernst Feder (1881-1964).

Zweig, iki yazarın çehresine yansımayan tropik bitki örtüsünün güzelliğini görmeksizin, sığınak arayan iki sürgün adamın bitkinliğine çare ararcasına, boğuk bir sesle Feder’e: “şikayet edecek bir şeyimiz yok“ diyor.

Feder, Zweig’in yolun sonuna geldiğinden bihaber, kararsız cevap vermeyi yeğliyor: “hayır, biz değil“.

Zweig, “Satranç“ romanında, binlerce uykusuz geceden sonra belleği bilenen usta bir oyuncu gibi, dehaca davranıyor: “buna nasıl dayanacağız?“

Bu sorunun cevabı yok.

Bu sahne bana, 12 Eylül’ün ayak seslerinden sonra yaşadıkları alanları terkederek, dünyaya sığınan Kürdistanlı ve Türkiyeli binlerce insanın girdikleri zaman tünelini hatırlatıyor.

Binlerce, onbinlerce kilometre uzakta, bir o kadar da bilinen ve kaçınılmaz o gerçek yaşama yakın.

Bazen herkesi suskunluğa garkeden olaylar ve ketum hale gelen binlercesi gibi.

Onlar gibi Zweig ve Feder de sessizliğe boğuluyorlar.

Sessizliği bozulmuyor; ketumiyetin ağrısı bedene yayılıyor ve cevabını merakla arayacağınız yeni bir serüven başlıyor.

Sahne Amazon’da gösterime giren “Vor der Morgenröte“ (Şafaktan önce) filminden.

Film, döneminin deha yazarlarından Stefan Zweig’ın “Brezilya günlerini” konu edinmiş.

54 yaşındayken Ağustos 1936 yılında Nazi rejiminden kaçarak Rio de Jenerio’ya geliyor ve film, bu resim karesiyle start alıyor.

Şerefine verilen yemekte, Brezilya Dışişleri Bakanı’nın debdebeli konuşması var.

Gazeteciler, Zweig’ın Nazi Almanya’sına karşı pozisyon almasını hedefleyen ne kadar rafine soru sorsalar da Zweig, direngen bir karşı koyuşla ve açık ifadelerle, başka bir ülkeye, Almanya’ya karşı bir duruş sergilemeyeceğinin altını çiziyor.

Buna içerlenen Yahudi kökenli gazeteci, çareyi, Zweig‘ı Lavabo’da ziyaret etmekte buluyor.

Zweig kararlı ve Almanya’ya karşı tek bir söz sarfetmeyeceğinin altını çiziyor.

Kader değil, tesadüf de değil. Zweig 61 yaşında, Hitler faşizminin yenilgisinden üç yıl önce, düşünsel ve manevi yurdu Avrupa’nın harabe hale gelmesine dayanamıyor ve önemli eseri “Satranç“ı yazdığı Petropolis’te yaşamına son noktayı koyuyor.

Balkon’da: “buna nasıl dayanacağız” sorusuna“ cevap veremeyen Ernst Feder ise, cevap vermeyi erteliyor ve faşizmin izlerinin hala kaybolmadığı yıllarda, Hitler’in ölümünden 19 yıl sonra, 1964’te doğduğu Berlin’de yaşamını yitiriyor.

20. yüzyılın deha yazarlarından, “Satranç“, “Hayatın Mucizeleri“ gibi eserleri insanlığa miras bırakan Zweig’ın zor yılları Brezilya’da geçiyor.

Brezilya’yı  dünya için “Avrupa’da faşizm hüküm sürerken, farklı ırkların ve ten renkleri farklı insanların barış içinde yaşadıkları“ ülke olarak tanımlayan Zweig, sürgündeyken kısa bir süre yaşadığı Newyork’a dayanamıyor, Brezilya’ya geri dönüyor.

Zweig’ın sığındığı mekan, dünyaya model olarak sunduğu Brezilya.

Filmin son sahnesi belirleyici: Stefan Zweig ile eşi Charlotte’nin ölü bedenleri Petropolis’teki yataklarında. Bu intihardan haberdar edilen küçük bir topluluk, ölü eşlere bakıyorlar. Çaresizliğe hıçkırıklar eşlik ediyor. Bir işe yaramadıklarını anlayanları ketum kalmaya sürükleyen o açmaz an. Ölüm, yanlızlığa, olmamak sessizlik tünelinde, adresi belli olmayan bir yolculuğun başlangıcı gibi.

Sonrasına Zweig’ın veda mektubu var:

“…her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim ve kendi dilimin dünyası benim için yok olduktan sonra ve manevi vatanım Avrupa kendini yok ettikten sonra, hiçbir yerde hayatımı sıfırdan kurmayı tercih etmezdim. Ancak altmış birinci yıldan sonra, herşeye yeniden başlamak için öznel bir güç gerekecekti. Bu yüzden, ruhsal çalışmanın her zaman en yüksek neşe ve kişisel özgürlüğün dünyadaki en büyük iyilik olduğu bir hayatı zamanında ve dik bir duruşla bitirmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Tüm arkadaşlarımı selamlıyorum! Uzun geceden sonra hala şafağı görsünler! Ben de sabırsızım, onların önüne geçiyorum.“

Söylenecek söz var: Bir intihar mı bu? Bir sona rağmen, umut yüklü yeni bir yolculuk mu? İçinde biraz gülümseme, direngenlik olan, geride kalanları ebedi düşündürecek hayatın başka bir “mucizesi“ mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.