Sürgünlük 6–Unutuşla hatırlama arasında

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Sürgünlük, kurulu kurgunun zemininden akan suyun bulmaya çıktığı yolun sonsuz ihtimallerini gösteren tecrübedir.


Tekrarlayacak olursam, sürülmek, yerinden edilmek, yerinden olmak, bir an’ın kapanıp yeni bir an’ın, coğrafyanın, ilişkilenmenin zorlanması.

Öte yandan, umudun zor bilindiği, ancak inadına korunduğu dillerden Türkçe’de “sürgün” salt yerinden edilmeyi değil, bu süreçte özneliğin çekirdeğini barındıran yeni bir yaşamı da içeriyor.

Öyleyse, sürgünlük halleri salt güçsüzleştirici an’ları anlatmıyor. Aynı zamanda inadına güçlenmeye çıktığımız, inadına yeni yaşamları talep ettiğimiz an’lara da işaret ediyor; böyle an’ları çağırıyor.

“Tekrarlayacak olursam”dan “çıktığımız”, “talep ettiğimiz”e geçiyorsam, an’ın ve an’dan çıkan anıların tekilliğinden çıkardığımız hatırlamalarımızın çoğulluğuna da geçebilirim, değil mi?

Her hatırlamayla birlikte unutmaya-yazdıklarımızın işaret ettiği yalnızlığa da?

Ulus-devletlerin inşasında ve/ya da devamında arzulanan, kitlelerle iddia edilen birey-vatandaşlar, ya da vatandaş-bireyler için yazılan resmî hafıza, unutuşlar ve yeniden-hatırlananlar tanımlanmış sınırlardan edilme olarak sürgünlüğe doğrudan bağlanıyor.

Doğduğumuz, içerisinde yaşaya geldiğimiz, göçtüğümüz, sürüldüğümüz, sürgün verdiğimiz, köksüzlükle tehdit edildiğimiz, güçsüz kılındığımız, güçlendiğimiz topraklarda yaşam öykülerimizi birbirine ördükçe gücün dayattığı hafızaya inat, umudun hafızasını çatabiliyoruz.

Sevgi Soysal’ın, bambaşka bir coğrafyada bedenine sürüldükten sonra inadına sürgün veren, aklını, bedenini, ruhunu filizlendiren Tante Rosa’ya bakarak dediği gibi:

“… Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur…”
Hatırlamanın acı verdiği, can yaktığı, ağrıttığı zamanlarda, alanlarda, ilişkilerde ne yapacağız?

Unutuşa yatsak da kolumuzun, başımızın, bacağımızın, böğrümüzün unutmadığı gerçeğini günün hangi an’ına yerleştireceğiz?

İnsanların yıllar boyu biriktirdikleri, özenle düzenledikleri, ayrı yaşam paylarına böldükleri, şimdinin gündeliğine serpiştirdikleri an’ları hangi hatırlamaya iliştireceğiz; unutuşla hatırlamayı hangi terazide tartarak dengeye tutacağız?

Sürgünün zamana yayarak sorduğu sorularla devam eden sürülme, sürme, sürgün verme süreçleri her yeni coğrafyada, yeniden göçte, yeniden ilişkilenmede ve her yeni yerleşimde eskiyle yeninin, unutuşla, hatırlamanın ve yeni an’ları hatırlı kılmanın birarada seyrini de taşır. Ancak bu şekilde, yaşam devam eder; yaşamaya devam edilir.

Geçmişin hiçbir zaman ideal, rahat, en özgür, en mutlu olmayan muhtemelen tam da aksi olduğu için sürgüne vurulan portresi bugünden doğru umulan geleceğe anı kalır:
Şimdi sadece yarından konuşmalı. Kuru dallarından, kurumaya yüz tutmuş, öz suyunu tüketmiş, uzantılarından budanmış bir ağaç gibi yenilenmeye bakmalı. Kozası içinde bekleyen tırtıl, bir ipek böceğine dönüşüyorsa bu durmak değildir. Ağacın en yoz yeri budanınca filizlenecektir.”

Sürgünlük, bu dünyada nafile yerleşiklik iddialarına serpiştirilen alaycı bir gülüş, ihtirasla arzulananın imkânsızlığı karşısında duyulan çaresizliğin, öfkenin yüze damgaladığı gölge, yerleşmiş olmakla gelen güvencenin kısmi ve geçici gerçekliği karşısında katı ve bir o kadar narin duran tecrübedir.

Sürgünlük, kurulu kurgunun zemininden akan suyun bulmaya çıktığı yolun sonsuz ihtimallerini gösteren tecrübedir.

Çizili sınırların silinebileceğinin, sabitlenen tanımların çözülebileceğinin, birlikte yaşamanın yollarının kurumsal erk sahiplerince çizilen sınırlardan geçmediğinin canlı kanıtıdır. Tam da bu nedenle, kurulu toplumsal yapılar içinde yersizdir.

Bu yersizlik ki, sınırları çözer; insanları bağladıkları ve/ya da dışladıkları sınırlardan beslenen erk muhterislerini yerinden eder. Kurulan kimliklerin yaşamsal özgürlüklerin önünü tıkamadıkları günler bugünün mevcut erk odaklarından sıyrılmayı tahayyül ettiğimizde görünür olur; sürgünlük bu dönüm noktasında, özgürlüğü hatırlamak için yerleşik erki unutmaya başladığımız noktada durur. Bu nedenle umut cephesindedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.