Türklük’ten sağılamayan mutluluğun bir yüzyılı

İlham BAKIR yazdı —

  • Yüzyılın başında “Bu ülkede Türk olandan başkasının yegane hakkı Efendi Türk’ün hizmetkarı, kölesi olmaktır” diyerek yücelttikleri Türklük, yüzyılın başında ne kadar mutsuzsa yüzyılın sonunda en az o kadar mutsuz ve bedbaht.

Tarihin bu kadar ters yüz edildiği, gerçeklerin bu kadar saptırıldığı, vahşetin, katliamın, soykırımın, sömürgeciliğin, asimilasyonculuğun,  talancılığın, yağmacılığın bu kadar mağduriyet ve kahramanlık hikayesine dönüştürülerek anlatıldığı, dindarından, dincisinden sekülerine, milliyetçisinden, ümmetçisine, demokratından solcusuna kadar herkese bu kadar benimsetildiği, içselleştirildiği bir resmi tarih anlatısına başka bir ülkenin resmi ideolojisinde rastlamak çok mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüzyıllık tarihindeki en büyük ve belki de tek başarısı bu resmi tarihi anlatısının, bu kadar büyük bir kitleye, neredeyse yurttaşlarının yüzde doksanına kendi tarihi, kendi hikayesi olarak benimsetmiş olmasıdır.

Bir yüzyıl boyunca bütün nesiller, kendisinin yurt savunmasını, yurt kurmak eylemini kahramanlık olarak yücelten hikayelerle büyürken, Kürt’ün, Rum’un, Ermeni’nin, Süryani’nin, Arap’ın yurt kurmak, özgür olmak eylemini ihanet, arkadan bıçaklanmak hikayeleri, tarifleri üzerinden dinlediler. Bu halkların yurtlarını sömürgeleştirirken, kendi kurucu hikayelerini anti emperyalizm olarak zihinlere kodladılar. Katliamlardan, soykırımlardan arta kalan halkların kendi deyimleri ile “kılıç artığı” kitleyi zamana yayılan bir soykırımdan, asimilasyondan geçirerek, bin bir emekle var ettikleri evlerine, topraklarına, mülklerine el koydular. Solcular üzerinden ürettikleri teorilerle bu mal sahiplerini, emperyalistlerin yerli işbirlikçileri, mallarına çökülmesini de milli burjuvazi yaratmak, sermayeyi millileştirmek olarak tarif ettiler.

Türklüğün bir etnisiteyi değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yurttaşlıkla bağlı olan herkesi kapsadığını, bir vatandaşlık üst kimliği olduğunu söylediler, ama dili, kültürü, tarihi, halk olarak var olmanın her zerresini Türk’e göre tarif ettiler. Türk kimliğinin içine sığdırılmayı kabul etmeyenlere bir yüz yıl boyunca hayatı cehennem kıldılar. Kendi diliyle ağıt yakmayı, ninni söylemeyi, aşık olmayı, sevda türküleri söylemeyi yasak kıldılar. Yurttaşın Türk olanından, Türk’ün Müslüman olanından, Müslümanın Sünni olanından, Sünni olanın erkek olanından gayrısını öldürülesi, kıyılası, kesilesi, yakılası, ötelenesi, itilesi, kakılası, aşağılanası, horlanası saydılar. Mutluluğu Türk olmakta tarif ettiler. Dağlara taşlara mutlu olmanın Türk olmaktan, Türk değilsen kendini Türk saymaktan geçtiğini yazdılar. Türk olmayan küçücük çocuklara her sabah Türk olmaktan mutlu olduğunu söyleterek küçücük yavruların yüreğine kendini inkar etmenin utancını yerleştirdiler. 

Gel gör ki yüzyılın başında “Bu ülkede Türk olandan başkasının yegane hakkı Efendi Türk’ün hizmetkarı, kölesi olmaktır” diyerek yücelttikleri Türklük, yüzyılın başında ne kadar mutsuzsa yüzyılın sonunda en az o kadar mutsuz ve bedbaht. Bir yüzyılın sonunda Türk-Müslüman-Sünni olanın da olmayanın da yaşadığı şey insan onuruna yakışmayan bir açlık ve sefaletten, derin bir mutsuzluk ve kederden başka bir şey değil. Türk olmak ne karın doyuruyor, ne açlık ve sefaletin pençesine düşmeyi engelliyor. Kendisine hizmet edilecek Efendi Türk’ün, aslında ülke nüfusunun belki ancak yüzde onunu oluşturan bir azınlık olduğu; cumhuriyetin kuruluşundan beri Türk’ü de Türk olmayanı da bu bir avuç efendiye köle kılmak üzerine teşekkül ettirildiğini, bu kölelikten açlık ve sefaletten kurtulmanın Türklüğe, Müslümanlığa, Sünniliğe, erkekliğe sarılmaktan değil; din, inanç, milliyet fark etmeksizin tüm halkların onurlu ve eşit birlikteliğinden ve mücadelesinden geçtiğini idrak edecek ve ettirecek bir öncülüğün olmayışının da bu ülkenin makus talihi olduğu yüz yılın sonunda ortaya çıkmış oluyor.  

Kölelikten, açlık ve sefaletten çıkışın; insan onuruna yaraşır bir yaşamın kuruluşunun öncülüğünü bu gün Türkiye’de de Ortadoğu’da da yüz yıldır aşağılanan Özgür Kürtlük yapıyor. Bu öncülükle ortaklaşmayan, amaç ve kader birliği yapmayan hiçbir halkın savaş, yıkım, kölelik, açlık ve sefaletten kurtulma, mutlu olabilme şansı yoktur. Filistin-İsrail çatışmasının yeniden Ortadoğu’yu bir cehenneme çevirdiği bu günlerde Demokratik Ulus Paradigması, bir kez daha tek kurtuluş seçeneği olarak kendini gösteriyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.