Yılmaz Güney ve sömürgeci saldırı

İlham BAKIR yazdı —

  • Yılmaz Güney hayatının bir evresinden sonra muazzam bir değişim ve dönüşüm çizgisine girmişken, hem yaşamı hem de sinemasal üretimleriyle bu değişimi kanıtlamışken, bundan hiç söz etmeyen bu eleştiriler, eleştiri değil esas itibariyle özgür Kürtlüğe yöneltilen saldırı konseptinin bir parçasıdır.

Türk sömürgeciliği Kürtlere karşı geliştirdiği, imha, soykırım ve işgal politikalarını her geçen gün daha da derinleştiriyor. Kuzey’de katliamlar, siyasi soykırım operasyonları, tutuklamalar, fuhuş, ve uyuşturucu ile gençliği ve kadını düşürme, Kürtlüğe dair ne varsa kökünü kazımaya dair politikalarla yol almaya çalışırken Rojava’da, Başur’da, Avrupa’da suikastlerle, çeteler eliyle geliştirilen saldırılarla, ajanlaştırma ve ihanetçilikle yeryüzünün her bir karışında Kürt’e dair düşmanlığını derinleştiriyor, Kürt’ün her kazanımına, her nefes alışına azgınca saldırı geliştiriyor. Kürtlerin diline, kültürüne, tarihine, kutsallarına karşı saldırı, yozlaştırma, asimile politikaları da temel bir özel savaş konsepti olarak hız kesmeden devam ediyor.

Faşist siyasetçiler, yandaş basın, sosyal medya trolleri ve aydın olmaya dair zerrece vasıf kazanamamış, maaşlı, yandaş sanatçılar, sinemacılar, gazeteciler, yazarlar eliyle son bir haftadır Yılmaz Güney’e karşı geliştirilen saldırı, karalama, değersizleştirme, itibarsızlaştırma faaliyetleri de bu özel savaş konseptinden ayrı düşünülemez. Her yıl Yılmaz Güney’in ölüm yıldönümünde Yılmaz Güney’le ilgili yürütülen tartışmaların bu sene oldukça örgütlü, bir merkezden yürütülen yaygın bir karalama ve itibarsızlaştırma faaliyeti olduğu çok açık. Yaklaşık kırk yıl önce hayatını kaybetmiş olan bir insanın yaşamı ile ilgili her sene bunca tartışmanın yürütülüyor olması normal bir durum değil. Bir sanatçının eserleri sürekli, kesintisiz tartışma, eleştiri ve değerlendirme konusu olabilir elbette. Çünkü sanat eserleri yaşamlarını sürdürmeye devam ederler ve bağlam oluştukça bu eserler değerlendirme konusu edilirler. Fakat bu kadar uzun zaman önce hayatını kaybetmiş bir sanatçının her yıl bu kadar tartışma konusu olması normal bir durum değil. Ve elbette Yılmaz Güney’in Kürt olmasıdır her yıl sürekli tekrarlanan bunca saldırının temel nedeni ve elbette sınıfsal kökeni bir diğer ikinci neden.

Kürt olmanın ve yoksul olmanın derin çelişki ve çatışmalarını bütün çocukluğu, gençliği boyunca yaşamış, içine adım attığı edebiyat, özellikle de sinema dünyası içerisinde hızla yükselmiş, Türk sinemasında “Çirkin Kral” lakabını almış bu genç adam, sinema dünyasının pırıltılı dünyasına bir dönem kendisini kaptırmış, henüz olgunlaşmamış siyasi bilinci onu kadına şiddeti de içeren lümpen ve bir yaşamın içerisinde bir süre tutmayı başarmıştır. Fakat sınıfsal kökeninin ve Kürt kimliğinin derin çelişkilerini düşünce dünyasının, yol alışının asla dışında tutamayan Yılmaz Güney, hem yaşam tarzında hem sinema üretimlerinde gittikçe devrimcileşen, bu çelişkileri merkez alan bir yöne doğru yol almaya başlamış ve Yeşil Çam’ın Çirkin Kral efsanesinin etkisinden sıyrılarak tüm ezilenlerin, Kürtlerin kalbinde taht kuran o güzel insana dönüşmeyi başarmıştır. Eğer Çirkin Kral efsanesini, lümpen yaşam tarzının bir parçası olmayı sürdürseydi, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ediz Hun’lu beyaz Türk sineması içerisinde siyah Kürtlüğünü eritmiş olsaydı, suya sabuna dokunmasaydı, devrimcileri evinde saklamasaydı, sosyalizm ve özgür Kurdistan düşleri kurmasaydı, buna dair söz söylemeseydi, filmlerinde buna dair sözler kurmasaydı bugün bütün bu saldırıların muhatabı olmayacaktı. Fakat, herkes biliyor ki Yılmaz Güney’i Yılmaz Güney yapan Çirkin Krallığı değil yaşamında ve sinemasında sömürgeciliğe karşı duruşu ve ezilenlerden yana aldığı tavırdır.

Kadın mücadelesinin ve kadın özgürlük bilincinin henüz gönümüzdeki kadar gelişmediği, solcu da olsa sosyalist de olsa hala geleneksel erkek kodlarıyla hareket edilen dünyada Yılmaz Güney’in bu kodlarla kadına yönelttiği şiddet sonsuza kadar eleştiri konusu olmaya devam edebilir ve kadın hareketleri bu konuyu bir yere bağlayana kadar sonsuzca elbette tartışabilir ve zaten tartışıyor da. Ne Yılmaz Güney dönemindeki sinema dünyasındaki ne de bugünkü sinema ve dizi dünyasındaki sermaye sahiplerinin, yapımcıların, yönetmenlerin. jönlerin, sektördeki bilumum erkeklerin kadına dair şiddetine, istismarına, emek sömürüsüne, aşağılanışına dair tek laf etmeyenlerin, bu hususlarda mütemadiyen Yılmaz Güney’i taşa tutuyor olmaları, niyetlerinin halis olmadığını apaçık göstermektedir. Üstelik Yılmaz Güney hayatının bir evresinden sonra muazzam bir değişim ve dönüşüm çizgisine girmişken, hem yaşamı hem de sinemasal üretimleriyle bu değişimi kanıtlamışken, bundan hiç söz etmeyen bu eleştiriler, eleştiri değil esas itibariyle özgür Kürtlüğe yöneltilen saldırı konseptinin bir parçasıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.