Yüz yıldır kana, cana, talana doymadılar

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Son yüz yılda Avrupa, Asya, Afrika ve Latin Amerika kıtaları boyunca pek çok tiran, diktatör gelip geçti. Ama hiç biri, Türk devleti kadar uzun ömürlü olmadı. 

Diktatörün sonuyla veya o daha hayattayken, tarihin çöplüğünü boyladılar. Bu bakımdan Türkler, diktatörlüğe can aşısı yapmaktan, ne kadar övünse yeridir...

Oysa, bu süre içinde dünyaya kazık çakma kararlığıyla doğan Lenin, Stalin imparatorluğu, çok iz bırakmadan, kayan yıdız gibi çekip gitti. Alman Nazileri, Latin Amerika‘nın, kendi halkını esir alan generalleri, Afrikalı diktatörler de öyle.  

Bunların hiç biri yok, bugün. Ama, “yedi düvelle savaşıp yenilgiye uğratarak kazanılan topraklar“ yalanı üzerinde kurulan ırkçı Türk devleti, ilk güne nazaran kıyıcılığını ivmeleyerek elden ele geçiyor.

Bu rejimleri yıkan “çok insaniyetli dünya“, yüz yıldan beri kendi yurttaşıyla savaş halinde olan ve hak ile özgürlükleri tırpanlayan Türkleri, gizli hoşgörüyle izliyorlar. Olağanüstü bir hoş görü gösteriyorlar. Çünkü Türk devleti, onlar için kullanışlı ve bulunmaz bir çıkar bekçisi. O nedenle “bırak zulum yağmurları yağdırsın, bırak kırım yapsınlar“ şerbetli...

Kendilerini toparlayıp devşirip yeni bir soy sahibi yapan “Ata“ları (Atatürk), bir tapınak mertebesinde kutsal, ağzından çıkan da kanundu. Bugün yaşanan her şey, izini takibin ürünüdür. Onu övmeme suçu işleyen, dönemin deve dişi iriliğindeki gazeteler kapanmış, yazarlar, önüne çıkanın yüzüne bile bakmadan idam hükmünü veren yazarlar İstiklal Mahkemeleri kapısında dizilmişlerdi. Üstelik nefret ettikleri Kürtlere yandaşlıkla suçlanarak...

Kürtleri katletme, Kurdistan’ı kanatma ve yangına verme serbestiyeti “ata geleneğinden“dir. Reise muhalif olanlar bugün hain, terörist, bölücü ise o zaman da vatan haini sultanın adamları ve de eşkıya idi. Ve kurtarıcı, bugünkü gibi iç düşmanla kesintisiz savaş halinde, Kürtlere de mezar kazmakla meşguldü.

Hayali yedi düvelle (devletle) savaşa savaşa kazanılmış vatanın etrafı da, fırdolayı düşmanla sarılıydı. Ermeni, Rum, Kürt, Süryani katilleri vali, parlamenter, bakan, kırımların efendisi askerler başat general...

Sonraki süreçlerde, iç ve dış düşman değişmedi. Tersine, Batı’dan yardım almak için düşman sayısını artırdılar. Para verenlere yaranmak, onlara karşı aydınlarına kan kusturdular. Adam astılar. Atatürk’ün başı üstüne yemin, kasem eden Kemalistleri bile Komünist ilan edilip zindanlara sürüklendi.  Kaçıp canını kurtarmak isteyen bir yazarın (Sebahattin Ali) başını odunla ezdirdiler.

En acımasız işkenceci ve katiller bürokraside su başlarını tuttular. Darbe süreci işkencecileri normal zamanların buyurganları oldular. Örneğin, en gaddar generallerden birini (Faik Türün) Cumhurbaşkanlığına aday yaptılar.  Kürt esirlere insan pisliği, ölü fare yediren general (Kemal Yamak) emekliliğinde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri oldu. İşkenceci postundan bölge valisi, il valisi çıkardılar.

Böyle gelindi, bugünlere. Eli, cebi boş, pabuçlarının dibi delik olarak gelenler, günün sömürge yönetimi gibidir. Yiyip bitirdikleri kaynaklardan sonra, dağı, taşı, düzü de sattılar.  Çoluk çocuklarıyla her biri ayrı birer dolar milyarderidir. Mafya devlettir artık. Tüm güçlerin üstünde güç olan “Reyiz“, tıpkı “ata“ gibi etkin, sultanlarda olmayan, olmamış yetkilerle buyurgan, şahsı da kutsaldır. Anayasa ve yasalar rafta, onun ağzından söz hayatlar söndüren ya da ihya eden hükmündedir. Ona söz söyleme haddini kendinde bulanlar adaletine hesap vermek zorundadır. Ortalık, onu sevmeme suçu işleyen mahkumlarla doludur. Onüç, ondört yaşındaki hadsiz çocuklar da mahkumlara dahildir.

Ve tabii ki, kutsal atadan müdevir garabet devlet, bir cumhuriyet, cumhuriyet de “ileri demokrasi“ ile taçlıdır. Hem de geçmişteki Rusya sömürgeleri misali demokratik...

Ülkede "Reyizi“ yeniden seçme tiyatrosu bile sahnelenir. Demokratik cumhuriyetin sıram sıram cici muhalefet partileri bile vardır. Etiketlidir.

Ama, tam teşekküllü demokratik muktedirin dışında, kimse için hak yok, özgürlükleri düzenleyen hukuk esirdir. Yurttaş aydınlar, yazar, gazeteci ve akademisyenler kaçıp canlarını kurtarma derdindedir.

Sabaha karşı evlerin kapıları, eski çağlarınkine oranla gelişmiş koç başları ile kırılmakta, insanlar gece yarısı “28 milyar doları cebelezi etmiş“ hırsız ya da katliamdan çıkıp gelmiş suçlu gibi kelepçelenip götürülmektedirler. Kast sistemine uygun paryalıları teşkil eden Kürtler, yüz yıllık düşmandır. Onları öldürmek serbest, mal ile mülkleri talana açıktır.

Başını Kürtlerin çektiği bir grup ana, “Cumartesi Anneleri“ adıyla, çeyrek yüzyılı aşan zamandan beri, Cumartesi günleri buluşup Türk tipi Cumhuriyet yönetimi kollarının kaçırıp yoklara karıştırdığı evlatlarının akibetini sorup, en azından kemiklerini verin demektedirler. Ve de sergiledikleri manzara ve çıkardıkları kem seslerle, saraylara, köşklere yerleşik dünün ayak takımı, günün çakma asaletli seçkinlerine rahatsızlık vermektedirler.

Bitabii, halkın o parasıyla beslenen polisin görevi, saraylıları rahat ettirmektir. O da görevinin gereği olarak, her Cumartesi günü sokağa çıkıp evlatlarının hallerini sorma suçu işleyen anneleri, kalkandan duvar örerek ardından tecrit edip seslerini duyulmaz ediyorlar. Sonra suçluyu koruma telaşı içinde, onları kelepçeleyip ittire, döve polis nezarethanesine kapatılıyor, Sarayların huzurunu geri getiriyorlar.

Dünyanın en uzun sürmüş diktatörlüğünde, adaletin işleyişi böyledir. Osmanlı, meşrutiyet ilan ettiği zaman, sokaklarda “bundan böyle, gavura gavur demek yasaktır“ diye bağırtmışlardır. Gele gele, “özgürlük hırsızlarına dokunmak teröristlik, katillere katil demek de büyük suçtur“ aşamasına geldik. Yani yüz yıldır kana, cana ve talan doymadı, bunlar. Her gelen yeniden işe koyuluyor, yani...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.