3. Dünya Savaşı'nda iki zirve

Aykan SEVER yazdı —

  • Çin'in, Rusya'nın da desteğiyle ekonomik-askeri politik nüfuzu-gücü geniş ve büyük. Nükleer savaş bu noktada kaçınılmaz hale gelebilir. Ayrıca Çin emperyalizminin yaptığı nüfus ihracatı da hesaba katılırsa bu kez ABD'nin sıcak savaştan uzakta durup keyfini sürmesi mümkün olmayabilir.

İçinde doğduğumuz dünyayı hep aynı şekilde devam eden ve belli bir ereği olan bir bütün gibi düşünmek aklımızın tembelliğinden de beslenen büyük bir yanılgı olsa gerek. Zira biz görmesek de bilmesek de her gün bir çok şey değişiyor, değişmek zorunda.

3. Dünya Savaşı geçtiğimiz hafta sonu iki önemli zirveye sahne oldu. İlki Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde toplanan 32. Arap Birliği toplantısıydı. Zirvenin önplana çıkan meselesi Esad liderliğindeki Suriye'nin 12 yıl sonra Arap Birliği'ne dönüşüydü. Zirvede bu başlıkta normalleşme vurgusunun yanı sıra "kardeş Suriye'nin büyük Arap evine övgüye değer dönüşü", "Suriye'nin birçok acısına etkili çözümler bulmak" gibi sözler de sarf edildi. Görüşmelerde ayrıca Filistin sorunu, Lübnan'ın geleceği, İran'la ilişkiler gündemdeydi.

Sürpriz bir gelişme ise Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'nin zirveye davet edilmesi ve G-7 öncesi burada boy göstermesiydi. Bu Suudi yönetiminin ABD'yi Esad'ın dönüşü meselesi karşısında yumuşatma hamlesi olarak yorumlandı. Zelenski sonuna kadar savaşacaklarını söylerken, bir gün savaş bittiğinde Arapları Ukrayna'ya turistik ziyaret için davet ediyordu. Zelenski'nin konuşmasının Ukrayna savaşının sürmesinden yana olmadığını ifade eden Arap liderlerinin pek ilgisini çektiği söylenemez. Zira Arap Birliği'nin kendi açısından daha hayati gündemleri var.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens bin Ferhan bu durumu  'bölge bir yol ayrımında, birlikte durmalıyız' diye tarif ediyor. Tercümesi şu, 3. Dünya Savaşı dünyanın bütününü olumsuz yönde etkilediği gibi Ortadoğu'da da 1945 sonrası şekillenip bugüne kadar süre gelen ABD ve İsrail'e angaje "dengeler"i altüst etti. Suudi liderliği Arap Birliği'ni de yedeğine alarak bölgesel güç olmak istiyor. Çin'in de desteğini alan Suudi yönetimi bunu başarabilir mi? Sermaye ve doğal kaynaklar itibarıyla yeterli olacakları açık, ancak Riyad gelişmelerden pek hoşnut olmayan Katar'ın yanı sıra potansiyel itiraz barındıran Birleşik Arap Emirlikleri'ni ikna edebilecek mi; yoksa mevcutlar da bize yeter deyip yola mı devam edecek? Daha başka sorular da var elbette. Bölgesel güç olmak için TC ve İran'la rekabet kaçınılmaz. Esad yönetiminin önemi burada artıyor. Ayrıca ABD'nin bu süreci kendi kontrolüne alamadığı takdirde sabote etmek için neler yapabileceğini henüz bilmiyoruz.

Japonya'nın Hiroşima kentinde toplanan G-7 Zirvesi'ne gelince, bu zirveye dünyanın 7 zengin ülkesiyle AB katıldı. Biden'ın savaşın post-modern karakteri kapsamında anabileceğimiz, ABD adına Japonya'ya atılan atom bombaları için özür dilemezken bizi nükleersiz bir gelecek beklediğini iddia etmesi gibi saçmalıklarını bir kenara bırakırsak asıl olarak Ukrayna'ya destek ve Çin'e karşı-böyle ifade edilmese de- bölgede savaşın nasıl sıcak evreye taşınabileceği konuşuldu.  Amerika, Kiev’e yönelik 375 milyon dolarlık 38. askeri yardım paketini açıkladı. F-16'ların Ukrayna'ya satışına yeşil ışık yaktı. Zelenski burada da ağırlanıp yıldıza dönüştü. Fakat Bakhmut'un Rusların eline geçmesi bu işe biraz gölge düşürdü. ABD ve müttefiklerinin Ukrayna savaşını Zelenski istemese bile devam ettirecekleri açık. Korkarım geçen hafta gündeme gelen Güney Afrika Cumhuriyeti ve 5 Afrika ülkesinin ortak olduğu Ukrayna savaşına son verme-barış planı işlemeyecek.

Bu zirvenin asıl belirleyen yönü ise Çin'e meydan okuma hesaplarının yapılmasıydı. Alınan kararlar Çin'e dönük baskıların çok yönlü artırılacağını gösteriyor. 3. Dünya Savaşı'nın ana aktörleri açısından bu politikalar kaçınılmaz ve aynı zamanda dünyayı çok daha büyük ve geri dönülmez felaketlere sürüklemeye aday. Bunu şu nedenlerle söylüyorum, Çin'in, Rusya'nın da desteğiyle ekonomik-askeri politik nüfuzu-gücü geniş ve büyük. Nükleer savaş bu noktada kaçınılmaz hale gelebilir. Ayrıca Çin emperyalizminin yaptığı nüfus ihracatı da hesaba katılırsa bu kez ABD'nin sıcak savaştan uzakta durup keyfini sürmesi mümkün olmayabilir.

Başta söylemiştim çok şey değişiyor diye, ancak güç ve güç ilişkileri üzerine oturan mantık maalesef değişmiyor, değişmez de. Gücün zorunlulukları üzerinden yürütülen bir politikadan ise özgürlük beklenemez.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.