Ahlaki sorumlu tutum ve seçimler 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Seçim sonuçlarına binde bir ihtimalle olumsuz etkide bulunacak bir adım atanların, bu olumsuz durumdan etkilenecek “müttefiklerini”, zindanlardaki tutukluları, tutuklanacak olanları düşünmesi ahlaki bir mesele değil mi?

Seçim yapılır mı, yapılmaz mı? Erdoğan devrilir mi, devrilmez mi? Seçimden sonra demokrasi gelir mi, gelmez mi?

Bu soruların cevabını merak edenler, ülkenin ezilenleri. Tutuklu yakınları. Gerillaların akrabaları, her an tutuklanmayı bekleyenler, KHK’lılar, açlık sınırının altında yaşamaya çalışanlar…

Say sayabildiğin kadar.

Bir de tuzu kurular var. Eğer bu tuzu kuruların tuzu kokmamışsa, yani vicdanları hala kirlenmemişse ya da beyinlerinde insanlık adına ideallerin kökü kurumamışsa onlar da soruların cevabını merak etmekte.

Seçim sonuçları onların derdine derman olur mu olmaz mı, ayrı bir mesele. Ama seçim olmazsa, seçimde Erdoğan devrilmezse, seçimden sonra demokrasi gelmezse dertlere derman bulunamayacağı çok açık.

O nedenle halk merak içinde.

Sorulara cevap arayanların başında HDP üyeleri gelmekte. Şehitler partisi desem yerinde olur. Genel Merkezleri, İl merkezleri, İlçe merkezleri TBMM’deki Meclis grupları neredeyse mahpusanelerde şube açmış. Parti ha kapandı ha kapanacak! Yüzlerce yöneticisi yasaklanacak ve seçimden sonra belki tutuklanacak, belki tutuklanmayacak. Seçime bağlı yani.

HDP deyince yanış anlaşılmasın. Onun bileşeni sosyalist partiler de var. Pek çoğu Kürt yurtseverleriyle aynı kaderi paylaşmış. Hepsi halkın sorduğu sorulara cevap arıyor. Yani seçim hepsi için çok ciddi sonuçlar doğuracak.

Bir de böyle sorular sormayanlar var. Tuzu kurular. Seçim olsa da olmasa da, Erdoğan yıkılsa da yıkılmasa da, demokrasi gelse de gelmese de hayatlarına devam edecekler.

Alın Muharrem İnce’yi. Adamın tuzu kuru. Seçimin yapılıp yapılmamasıyla, Erdoğan’ın yıkılıp yıkılmamasıyla, demokrasinin gelip gelmemesiyle en küçük bir ilgisi yok. İnce “irtibatlı ve iltisaklı” olduğu  devletin verdiği görevi yapıyor. Mensubu olduğu CHP’nin meşhur geleneği “hizipçiliği” kaşıyor. Kışkırtıyor.  Geçen sefer olduğu gibi seçim sonuçları açıklandığı gece ortadan toz olacak, ertesi sabah  hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecek. Ne tutuklanma ihtimali var, ne öldürülme endişesi. Kendi şahsi hayatı sakin olsa bile, bir de halkın derdiyle hemdert olmanın yanından geçmemişse, böyleleri seçim eşiğinde her türlü sorumsuz, İnce örneğinde görüldüğü gibi ahlaksız işlere teşne olurlar. Adam Akşener’in geçen seçimde CHP’lilerin verdiği imzalarla Cumhurbaşkanı adayı olmasına baktı, “ben de AKP’lilerin imzalarıyla aday olurum” dedi işte.

Aklıma takılan İnce değil. O belli de, bizim saflarımızda da tuzu kurular var ki, bazı tuhaf işler oluyor diye düşünmeden edemez oldum.

EMEP ile TİP’in, sanki seçim Norveç’te yapılıyormuşçasına takındıkları tutuma nasıl bir anlam versem bilemedim. Seçim Norveç’te değil de yine Türkiye’de, ama diyelim ki, AKP’nin ilk yıllarında yapılıyor olsaydı, bu iki partimizin İttifak’ın “tek liste” kararına itirazını yerden göğe kadar haklı bulurdum. Sonuçta her ikisi de birer bağımsız parti. Kendi logolarıyla seçime girmelerinden daha doğal ne olabilirdi ki!

Ama seçim faşizm koşullarında yapılıyor. Söz konusu partilerin “tek listeye” itirazları ve seçimlere kendi logolarıyla katılmaları, İttifak’ın TBMM’deki sandalye sayısını etkileyen olumsuz sonuçlar doğurabilir. Mesela beş altı sandalye eksik kaldığında belki AKP-MHP bloğu TBMM’de çoğunluk sağlayabilir. İhtimaldir. Ve faşizm şartlarında “ihtimaller” mutlaka hesaba katılmalıdır.

Görünüşe bakılırsa bu iki partimiz “uzun vadeli” planlar yapıyor. Partilerinin şu anda örneğin, HDP’lilerin ya da ESP’lilerin ya da Devrim Partililerinin karşı karşıya olduğu ölümcül tehlikelerden masun olduğunu düşünüyor olabilirler. Kitlesel tutuklamalarla yüzyüze olmadıkları, suikastlerde hedef seçilmedikleri, onlarda böyle düşünceler doğurabilir. O nedenle bu seçimde kendi partilerinin çıkarlarını İttifak’ın çıkarlarının önüne koyuyor olabilirler. Yüzde birkaç puanlık kaybın İttifak’taki yoldaşları için tutuklanma ve tutuklanmama, öldürülme ve öldürülmeme meselesi olduğu akıllarına gelmeyebilir.

Gelmelidir.

Herkes en uzak olumsuz ihtimalleri bile hesaba katmalıdır.

Bakın, HPG deprem nedeniyle  aldığı askeri eylemleri durdurma kararını, bu seçimlerde muhalefeti zora sokmamak için seçim sonuna kadar durdurdu. Bunu da, bu durdurma kararını fırsat bilen Türk ordusunun saldırılarını daha fütursuz tırmandırmasını göze alarak yaptı. Çünkü bu karar gerillanın “taktik taarruzlarla” düşmanın saldırılarına engel olması durumunu ortadan kaldırıyor. Askeri işlerden birazcık anlayanlar, “en iyi savunma taarruzdur” ilkesini ezbere bilir. Silahlı eylemleri, sırf muhalefeti seçim sürecinde provokasyonlardan korumak, asker tabutlarını seçim malzemesi yapanlara fırsat vermemek için seçim sonuna kadar durduran gerilla, savunma durumuna geçerek büyük bir risk aldığını bizim gibi “başı bozuklardan” çok daha iyi bilir.

Gerilla canını ortaya koyarak “parlamenter mücadelede” muhalefetin başarısı için böyle bir karar alırken, EMEP ve TİP’in “tek liste”yi kabul edip, parti çıkarlarından bir adım geri atmayışına KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat’ın dün yaptığı konuşmada samimi itirazını ve hatta şaşkınlığını burada ibret alınır diye not ediyorum.

Evet, onların bu kararı çok küçük bir ihtimalle seçim sonuçlarına olumsuz bir etkide bulunacak. Abartılacak bir durum ortada yok. Ancak seçim sonuçlarına binde bir ihtimalle olumsuz etkide bulunacak bir adım atanların, bu olumsuz durumdan etkilenecek “müttefiklerini”, zindanlardaki tutukluları, tutuklanacak olanları düşünmesi ahlaki bir mesele değil mi?

Burada seçimlerle ilgili kişisel öngörümü bir kere daha aktarmak isterim. Kılıçdaroğlu Başkan seçilirse, hiçbir reformist iyileşme olmayacak, beklentiler boşunadır, kurulacak hükümetin ömrü bir yıl, bilemedim iki yıldır. Devletin faşizm yanlısı çelik çekirdeği, eğer Kılıçdaroğlu seçilirse ona ancak bu kadar bir süre tanır. Erken seçimler, eğer darbe değilse, gündeme gelir. Kılıçdaroğlu’nu 1930’ların Alman devlet başkanı Mareşal Hindenburg haline getirebilirler. İhtiyar Mareşal nasıl Hitler’i şansölye yaptıysa, Kılıçdaroğlu’nun da Akşener’e iktidarı teslim etmesini dayatabilirler.

Her şey olabilir.

Bu her şeyin içinde bizim cenahın da her şey yapabileceğini unutmak olmaz. Kılıçdaroğlu’ndan Akşener’e geçilecek zaman diliminde devlet krizi devrimci duruma dönüşebilir. Bunu bir yana bırakalım. Seçim gecesi kritiktir. YSK Kılıçdaroğlu yüzde elliyi aşsa bile bir “sivil darbeyle” Erdoğan’ı başkan ilan edebilir. İşte o andan başlayarak en azından birkaç hafta, belki birkaç ay boyunca “devrim ve karşı devrim” güçleri “kim kimi” meselesini çözmek üzere karşı karşıya gelebilir.

Demem o ki, İttifak partileri bir yandan TBMM’ye maksimum güçle girmek için elden geleni yapmalı, bir yandan da “kim kimi” günlerine hazırlanmalı.

Her iki partimizin sorumlu bir tutum alacağına hala inancımı koruduğumu da ifade edeyim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.