Asansörde cinayet: Agatha Cristie

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Yargımız “Eros’un katilini” serbest bırakınca, “içli” devlet başkanımız haliyle “içlenmiş.” Gece yarısını hayli gecen bir saatte o “Fetöcü” yargının başındaki Adalet Bakanı Tunç’u aramış.

Vahşi bir cinayet…

Suç mahali asansör. Cinayet yöntemi “işkence”. Canavar katil yakayı ele verdi. “Türk polisi yakalar.” Yakaladı.

Ah, yakaladı ama “FETÖ’cü” yargı katili serbest bıraktı. Olacak şey değil. Olamaz. Burası Türkiye. Hukuk devleti. Hukuk devletinin başında Adalet tanrıçasının kayın babası Recep Tayyip Erdoğan var. Çok hassas. İçli mi içli. İçli köfte gibi.

Biz Antakyalılar bu köfteye “oruk” diyoruz. Köftelik “burgulu” yağsız, sinirleri alınmış, tokmakla döve döve pestile çevirdiğimiz etle karıştırıp, çiğ köfte yapar gibi yoğururuz. Yoğururken, bir taraftan da içine soğan, ceviz, baharat karıştırdığımız kıymayı “pompalı gaz ocağında” kavururuz. Orukun en lezzetlisini Asi Nehri kıyısındaki “Şehir Kulübü” yapardı. Depremde yerle bir olmuş. Antakyalı kadınların maharetli parmakları vardır. Etle yoğurulmuş “burgul” hamurunu öyle bir “oyarlar ki”, sanırsın baklava yufkası olmuş. Sonra içine kavurduğumuz cevizli, baharatlı kıymayı doldururuz. Acı biberi unutmayız. Benim zamanımda evlerde fırın olmadığından, kafamıza yerleştirdiğimiz “simit” şeklindeki bezin üstüne içi oruklarla dolu tepsiyi koyarız. Dengededir. Ellerimiz cebimizde, fırının yolunu tutarız. Alevi Arap çocukları kafalarında tepsi taşımakta sirk cambazı gibidirler. O koca tepsi kafalarında, yüz metre yarışçısı gibi koşanları da vardı. Bir yandan da, o yıllarda Raj Kapor ve yanılmıyorsam Nergis’in başrollerde oynadığı “Avare” filminin içli mi içli şarkısını söylerlerdi: “Avare mu”… Hintçe bilmediklerinden şarkının sözlerini uydururlardı: Avare mu, ya kardaş mahu asmanın da kara hu” bağırtısı sokakları inim inim inletirdi. Onlar fırına koştururlarken, Harbiyeli “deli Hamdo” da kamyon diye bindiği bir sırıkla onların önünde araba moturuna benzer sesler çıkararak yalınayak başı kabak koşardı. Fırıncılar her oruk tepsisinden mutlaka kendi paylarını alır, afiyetle yerlerdi. Oruk işte böylece “süreç içinde pişer”, sofralarımızı şenlendirir, çoluk çocuk, akraba-i taallukat hapır hupur yerdik.

“Veysi abe, ne yaziydin, ne yaziysin, saçmaliysin” diye bir ses duydum. Benim Sur’lu çocuk arkadaşım Quto tepeme dikilmiş yazdıklarımı okuyor. Onun “saçmaliysin” demesiyle kendime geldim. Vahşi cinayeti anlatacaktım, “içli Tayyip” derken Türkçesi “içli köfte”, Antakyacası “oruk” olan, hala gözümde tüten “süreç içinde köfte” aklıma takılmış. “Süreç içinde faşizmden” oruka sıçramışım. Çağrışım hatası yani. Konuya tekrar dönelim.

“Asansörde Eros cinayeti”nden söz ediyordum. Şu KHK’lı hakim ve savcılardan birkaç yüzünü, aniden ve toptan değil de “süreç içinde” birer ikişer görevlerine iade eden yargımız var ya, işte o yargımız “Eros’un katilini” serbest bırakınca, “içli” devlet başkanımız haliyle “içlenmiş.” Gece yarısını hayli gecen bir saatte o “Fetöcü” yargının başındaki Adalet Bakanı Tunç’u aramış. Tunç’un kendisi anlatıyor: “Sayın Cumhurbaşkanı'mız bir gece yarısı 'Nasıl olur böyle bir şey?' diye beni aradı. Hepimiz hassasız bu konuda."

Doğrusu ben de içlendim. Adalet tanrıçasının kayınpederi Recep’in bu rikkatli hassasiyeti karşısında hüngür hüngür ağladım. “Eros’un katilini nasıl bırakırlar, nasıl olur böyle bir şey”… Hem de Türkiye’de? Müteveffa Eros’un öldürülmesine isyan ettim.

“Eros” kim mi?

Hay Allah, söylemeyi unuttum. Dedim ya kafam karışık. Hemen Vikipedi’yi açtım. “Eros kimdir?” diye sordum.El cevap:

“Aşk tanrısı”…

Tövbe…

Başladım düşünmeye. Bu Eros diğer “tanrılar” gibi bir tanrı. Antik Yunan’da dini inanışa göre böyle bir alay tanrıya taparlarmış. Günümüze bir din olarak değil de mitoloji olarak kalmış. Hiç birimizin aklına bu çok tanrılı inanışı bilimsel hakikatlerle çürütmek gelmez. Yunan mitolojisini Allah’a şirk koştuğu için yasaklamayız da. Okurken aklımıza dinden çıkmak gelmez. Keyifle okuruz. Böyle olunca ben Recep’in iyi bir Yunan mitoloji okuru olduğunu, Eros’un katilinin serbest bırakılmasına “Nasıl olur böyle bir şey” diye isyan etmesinden anladım.

Aslında tam da anlayamadım. Dini bütün asrın liderimizin “Aşk tanrısının” varlığına inanıyor ve onun öldürülmesine ağlıyor olmasına, gece yarısı telefona sarılıp katili serbest bırakan yargının başındaki adama “Eros’un katilini Yedikule zindanına at” gibi bir şey demesine biraz şaşırdım. Elin aşk tanrısını öldüren Müslüman kardeşimden ne alıp vereceği var bizim “elhamdülillah Müslüman” Recep’imizin?

“Veysi abe, yine zırvaliysen, kendine gel oruktan aşk tanrısına atliysen, sadede gel”… Yine Quto. Elinde tuttuğu gazeteyi gözüme sokar gibi burnuma dayadı. Koskoca bir manşet: “Cani ruhlu katil, Eros adlı kediyi, Asansör’de işkence ederek öldürdü.”

Kedi…

Bir tuhaf oldum, devlet başkanımızın hayvan severliği beni derinden etkiledi. Minnacık masum bir kedi için Recep’in gece yarısı uykusunu bölüp katilin serbest bırakılmasına “nasıl olur böyle bir şey” diyerek derinden üzülmesi karşısında, onun hakkında yazdığım bütün yazılarımı sildim!

Kediciğin hakkını arayan bu adamın Hz.Ömer adaletinin günümüzdeki biricik gölgesi olduğuna iman ettim!

Tam iman etmiştim ki, Quto’nun kedisi üstüme saldırmaz mı? Öyle bir tırmaladı ki, neredeyse gözüm çıkacaktı.

Quto “Veysi Abe, bu kedi Saray’dan firari,  Recep’i de Emine’yi de yakından taniy, sana o nedenle kıziy, kusuruna bakma” dedi.

Kediyi bana verdi. Kucağıma aldım, ıslak burnundan öptüm.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.