Demokrasisiz barış ve çözüm olur mu?

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • “İntikam ateşiyle” tutuşan devlet yalnız tepeden tırnağa silahlı olmakla yetinmeyip, hiçbir engelle karşı karşıya olmaksızın, istediğini hapse atma, işkence yapma ve öldürme “özgürlüğüne” sahipse burada barış olmaz.
  • Kürt halkı devletten “çözüm” beklememekte, sadece çözüm için önündeki siyasi yasakların ve engellerin kaldırılmasını talep etmektedir. Apocu halk, çözümü ne Türk devletinden ne de bir başka devletten beklemiyor

Gerek Başkan Öcalan’ın 7 maddelik açıklamasında, gerekse Cemil Bayık’ın ve Eşbaşkanlık Konseyi’nin konuşma ve bildirilerinde kilit kavram maksimum hedef değil, yakın hedef olarak “demokratikleşme” kavramıdır. Bunun anlamı, demokrasi olmadan barışın da mümkün olmadığıdır. Ya da demokrasi gerçekleştiğinde silaha da ihtiyaç kalmayacağıdır.

Nitekim Öcalan, komplo öncesinde, bir yandan PKK ve HPG’yi örgütlerken, diğer yandan bunun, bir bakıma “son çare” olduğunu, amacının Kürt sorununu askeri değil, siyasi yöntemlerle çözmek olduğunu Mehmet Ali Birand’la yaptığı söyleşiden bu yana defalarca tekrarlamıştır. Cemil Bayık da son konuşmasında bu anekdotu hatırlatmıştır. Bayık şöyle demiştir:

“Türk devletinin adım atmaması herkeste şüphe yaratıyor. Bu şüphelerin ortadan kaldırılması lazım. Deklarasyonun (7 maddelik açıklamanın) merkezinde demokratikleşme var. Yani Türkiye nasıl demokratik bir ülke olur? Çünkü Türkiye demokratikleşmediği sürece Kürt sorunu da diğer sorunlar da çözülemez. Herkes bunu biliyor.”

Demokratikleşme aynı zamanda silahlı çatışmadan barışa geçmenin de olmazsa olmaz şartıdır.

Faşist diktatörlükle yönetilen bir saldırgan devletle, örneğin Rojava gibi özerk bir yönetim arasında barışın önkoşulu faşist devletin ya da demokratik Rojava yönetimin yok edilmesi değildir. Barış yapan yönetimle devletin toprakları birbirinden sınırla ayrılmıştır. Savaş demokrasinin yokluğundan dolayı çıkmamıştır. Emperyalist amaçları olan devlet Ortadoğu pazarlarına el koymak için Rojava’ya savaş açmıştır. Ortada bir “yenişememe” durumu varsa, ne diktatörlük rejimi için Rojava’daki demokrasi, ne de Rojava için saldırgan devletteki faşist diktatörlük barışın önünde, barışı imkansız kılan bir engel teşkil etmez. Barışılır ve herkes kendi sınırları içinde istediği rejimle devam eder. Elbette birisi demokrasinin tasfiyesini, diğeri diktatörlüğün tasfiyesini kendi çıkarlarına uygun bulsalar da, barış durumunu sürdürürler.

Ama Türkiye gibi savaşan taraflara mensup iki halk aynı devlet sınırları içinde, aynı devletin yasalarıyla yönetiliyorsa barış ve hele taraflardan birinin silahları “gömmesi” faşist diktatörlük şartlarında mümkün olmaz. Çünkü daha düne kadar birbirlerini öldüren insanlardan bir kısmı demokrasinin verdiği imkanlarla can güvenliklerini bile sağlayamayacak ve haklarını savunamayacakken, onların karşısında “intikam ateşiyle” tutuşan devlet yalnız tepeden tırnağa silahlı olmakla yetinmeyip, hiçbir engelle karşı karşıya olmaksızın, istediğini hapse atma, işkence yapma ve öldürme “özgürlüğüne” sahipse burada barış olmaz. Hatta diyelim ki, devletin sözlerine güvenerek “teslim olanlar” bile, savaş hukukunun savaş esirlerine tanıdığı haklardan yararlanacaklarına dahi güvenemez.

Barışın ve çözümün demokrasi yoksa imkansız olduğu çok açıktır. O nedenle hem Başkan Öcalan’ın 7 maddelik açıklamasının, hem KCK Eşbaşkanlık Konseyi’nin bildirisinin özü, Cemil Bayık’ın dediği gibi demokratikleşmedir.

Çünkü Kürt tarafı Türkiye’ye özerkliği silah zoruyla dayatmak için değil, sadece ve sadece, Kürt sorununu çözmek için demokratik koşulların mevcut olmaması yüzünden silaha sarılmıştır. “Özerklik, federasyon, konfederasyon ya da ayrı devlet kurmak” için değil. Bu çözüm biçimlerinden hangisini savunur olursa olsun, Kürt tarafı bu amacına siyasi mücadeleyle ulaşma imkanı verilmediği için özsavunmaya geçmeyi “son çare” olarak benimsemiştir.

1948 yılında Türk devletinin de imzasını taşıyan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi “zorbalık ve baskıya karşı başkaldırmayı son çare olarak” onaylamıştır. Hiç bir insan eğer amacını silahsız yoldan siyasi mücadeleyle elde etmek varken, durup dururken ölümü göze alarak silaha sarılmaz. Hele PKK gibi milyonlarca bilinçli, örgütlü, sayısız kapatma, öldürme ve tutuklamalara rağmen defalarca iktidar partisini Kürdistan’da yenik düşürmüş bir halka dayananlar, “ovada özgürce siyaset” varken dağa çıkmaz. Kürt halkı devletten “çözüm” beklememekte, sadece çözüm için önündeki siyasi yasakların ve engellerin kaldırılmasını talep etmektedir. Apocu halk, çözümü ne Türk devletinden ne de bir başka devletten beklemiyor, “benimle özgürlük meydanında silahsız, yasaksız mücadeleye var mısınız?” diye soruyor.

Bir bakıma Türk devletine, “sen önce faşist devlet aygıtını göm, silahları gömmek bir günlük meseledir” diyor.

Sorun böyle konduğunda, Kürt sorununda çözüme “üniter devlet” gerekçesiyle uzak duran, ancak Kürt halkı için olmasa da, Türk halkı için “demokrasi” isteyen, Erdoğan-Bahçeli iktidarından kurtulmayı amaçlayan bir parti ya da kesim bile Başkan Öcalan’ın ve KCK’nin açıklamalarına ve konumlarına destek verebilir ve vermelidirler.

Yazımı bitirirken Cemil Bayık’ın, KCK açıklamasında da teyit edilen şu sözlerini tekrar edeyim:

“Rêber Apo'nun koşullarının değişmesi lazım. Rêber Apo tecritteyken ondan bu sorunların çözülmesini istemek ne ahlaki, ne siyasi ne de insanidir. Mutlak tecrit altında olan Rêber Apo rolünü nasıl yerine getirebilir? Rêber Apo'nun koşulları değişmeli ki özgür bir şekilde rolünü yerine getirebilsin.”

Hepimiz, komplodan beri Başkan Öcalan’ın kendi şahsıyla ilgili en küçük bir talepte bulunmadığını, esaret ve tecrit şartlarına rağmen bütün gücüyle sorunların çözümü için neler yaptığını çok iyi biliyoruz.

Ancak Öcalan’a özgürlük mücadelesi O’nun şahsi haklarından, şahsi özgürlüğünden çok daha büyük anlam taşıyor. Başkan Öcalan’ın çizdiği ve çizeceği yolda Kürt halkı ve KCK sarsılmaz bir güven duygusuyla yürüyor, ama sadece Öcalan’ın “benim kişisel durumumla ilgili hiçbir talepte bulunmayın” direktifine kesin bir dille karşı çıkıyor.

Başkan Öcalan’ın şartları kökten değişmeli ve Öcalan kurduğu hareketin kadrolarıyla, devletin müdahalesi, gözetlemesi, denetlemesi olmaksızın “Önderlik Kurumu” denilen kolektif yönetim ilkeleri temelinde özgürce görüşebilmeli ve son sözü söylemelidir.

Özetle Kürt tarafının tüm açıklamalarında iki temel kavram var:

Birincisi, barış ve çözüm için “demokratikleşme”.

İkincisi, insanlık için “Öcalan’a özgürlük.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.