“Derlenip dürülmesin bayraklar”

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Neredeyse yarım asırdır ölümle burun buruna yaşamış ve mücadele etmiş olan insanlar arasındaki bu “eşitlik” kadar büyük manevi bir değer olamaz. Ve hiçbir psikolojik savaş uzmanı bu manevi değere en küçük bir leke süremez.

Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun’un şehadetini PKK’nin 12. Kongre raporunun açıklanmasıyla öğrendik. Cemil Bayık ve Sabri Ok, bu iki isimle ilgili anılarını ve her iki şehidin mücadele tarihini anlattı. Bu anlatılanlardan anlıyoruz ki Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun, PKK’nin ilk kurucular kuşağının temsilcileridir ve şehit olduklarında PKK yönetiminin en üst kademesinde çalışmaktaydılar. Yani her iki isim, artık sahada savaşçı olarak mücadele etme yaşlarını çoktan aşmış iki üst düzey yöneticiydi.

Ellerinde silahla çarpıştıkları bir anda vurulmadılar. Karanlık istihbaratçıların ve hainlerin verdiği bilgiyle “suikaste” uğradılar.

Demek ki, PKK hareketinde bir gün önce gerillaya katılan savaşçıyla bu hareketin yönetiminde bulunanlar arasında ölümle burun buruna yaşama bakımından hiçbir fark yokmuş.

İşte PKK’nin ahlaki üstünlüğünün en büyük kanıtı budur.

Vaktiyle Sovyet devriminin ilk yıllarında iç savaş sürerken direnişin efsanevi komutanı Çapayev yardımcısına sorar: “Emrindeki Kızıl Ordu askerleri taarruza kalktığında sen nerede yer alırsın?” Cevap: “Onların en önünde yer alırım.” Çapayev ikinci soruyu sorar: “Ya asker çekilirken yerin neresidir?” Yardımcısı tereddüt etmeden cevaplar: “Yerim, askerin en arkasındadır.” Çapayev yardımcısına “O halde sen ölürsün ve asker komutansız kalır” der.

Düzenli ordular için geçerli olan bu askeri ilke, eğer gerilla savaşında uygulansaydı, hiçbir gerilla komutanının adı, HPG tarihinde şerefli bir yer alamazdı. Oysa biz özgür medya sayfalarında ve ekranlarında, HPG savaş bültenlerinde binlerce gerilla komutanının şehit düştüğü haberlerini hep birlikte izlemişizdir. İşte o komutanların, bu iki yöneticinin şehadeti de, yalnız komutanla savaşçının ölüm karşısındaki “eşitliğini” değil, devletlerin Genel Kurmay Başkanları, devlet yöneticileriyle, işlev bakımından farkı olmayan PKK yöneticileriyle gerilla komutan ve savaşçıları arasındaki “eşitliği” gözler önüne sermiştir.

Neredeyse yarım asırdır ölümle burun buruna yaşamış ve mücadele etmiş olan insanlar arasındaki bu “eşitlik” kadar büyük manevi bir değer olamaz. Ve hiçbir psikolojik savaş uzmanı bu manevi değere en küçük bir leke süremez.

Öcalan’ın “eşitlikçi komünal toplum” teorisi, en tam ve mükemmel haliyle işte bu “ölüm karşısında eşitlik” sayesinde hayata geçti. Hiçbir yönetici ve savaşçının cebinde şahsi parası yoktu. Yöneticinin “sarayda”, savaşçının “mağarada” olduğu bir yaşam gerillaya yabancıydı. Aralarından tek bir kişi, savaşın sonunda ikbale kavuşma rüyası görmüyordu. Görseydi, kadroların en yaşlısı Ali Haydar Kaytan şehadet gününü beklemezdi.

O nedenle düşman karşısında gerilla, cüz’i birkaç istisna dışında, yaralanmadıkça, cephanesi tükenip de kendi yaşamına son verecek tek mermisi kalmadıkça ya da kendini uçuruma atacak fırsat bulamadıkça “esareti” kabul etmedi.

Oysa emir-komuta altında savaşa sürülen ordularda, gerillada var olan bu manevi üstünlükten eser bile görülemez. Efsanevi Kızıl Ordu’nun, İkinci Dünya Savaşı’nda, 5 milyon 700 bin komutan ve askeri, ellerini havaya kaldırarak Nazilere esir düşmüştü. Alman ordularının esir sayısı 3 milyon 60 bindi. Aralarında Feld Mareşaller de vardı.

“Ölüm karşısında eşitlik”, bütün alanlardaki eşitliğin en üst biçimidir. Acaba bu ahlaki ortamda en büyük etken nedir?

Bu etken ölümü iki kere, yani hem Kürt halkının özgürlüğü için, hem de kendi cinsinin özgürlüğü için göze alan kadın gerilla ordusudur. Bu kadın ordusu, tarihteki bütün savaşlarda erkek ordusunun levazım ya da lojistik destekçiliği gibi ikincil rolü reddetti ve erkeklerle birlikte “ölümde eşitliğin” “mor bayrağını” yükseltti. Öcalan’ın “kadın özgürlükçü” paradigması, tarihteki bütün savaşlarda en büyük kurban haline gelen kadını “kurban” olmaktan çıkardı, iradeleştirdi, özgürleştirdi ve kadın savaşın insanlık dışı gerçeğinde ahlaki ve insancıl bir anıta dönüştü.

Hareketin siyasi ve askeri yönetimini “eşbaşkanlık” ilkesiyle kadınla paylaşan PKK’nin erkekleri de binlerce yıllık erkek egemenliğinden vazgeçerek, yarım yüzyıllık savaş boyunca “insanlaştı.”

Şimdi tüm Kürt halkı ve onun dostları, bu sonuçlara varmakta en büyük rolü oynayan Başkan Apo’nun, onun önderliğinde toprağa düşen binlerce şehidin ve şu anda da Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun’un önünde saygı ve minnetle eğiliyor, göz yaşlarını içlerine akıtarak, PKK 12. Kongres’iyle yepyeni bir döneme, o döneme uygun örgütlenmeye ve mücadeleye hazırlanıyor.

O halde Nazım Hikmet’in şiirinden bir dörtlükle yazıyı bitirelim:

“Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar-

Dinleyin duyduğunuz çakalların ulumasıdır

Safları sıklaştırın çocuklar

Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.