Dil özgürlüğüne şart koymak

Selim FERAT yazdı —

  • Ağzınızda dil varsa, çocukken dilinizi konuşmaya başlar ve konuşursunuz. Birileri bu tabi varlığınızı "hizmet" ve "serbest" diye size lütfediyorsa, sizin "tarlanıza saray kurmuş" birine karşı başkaldırı hakkınız var. Kürtçeye şart koyarsanız, başınıza ebedi bir bela almış olursunuz.
  • Uçum’un "Yasaklar, inkâr ve ret politikaları 12 Eylül faşizmi döneminde tavan yaptı" cümlelerini, Sabri Ok’un açıklamasından sonra yazmasına anlam vermiyor değilim. Sanki bir yerde, inkar ve ret politikalarının şimdiden sonra da tavan yapacağını haber veriyor gibi geldi bana.

Mîr Celadet Bedirxan’ın "varlığın ilk şartı"ndan kasti, Kürt diliydi.

Kürt Dil Platformu’nun Bedirxan’ın ölümüyle "Kürdistan semalarının hüzünlü" olduğunu hatırlatması tesadüfi değil.

Kürtçe Türkiye’de ödenen bedeller sonucu, tesbit edilen ve devlet güdümünde resmi ve sosyal parsellerde icazet ve keyfiyete odaklı serbest bırakılmıştı.

Garantisi olmayan, kendi kaderini tayin eden bir dil değil;

Devlet serumuna bağlı yaşamak/yaşamamak eşiğinde bir dil olarak "özgür" bırakıldı.

a) Ekonominin dili Kürtçe olmadığında, kullananların piyasa değeri yoktur.

b) Politikanın dili Kürtçe değilse, siyaset dünyasında sahne almanız mümkün değil.

c) Sosyal alanda dilinizi konuşuyor ve yabancı bir güç dilinizi kritik gördüğü durumlarda, sizi darp ederek kesintiye uğratıyorsa, diliniz özgür değildir.

Bu üç şık, Türkiye’nin hükmettiği alanlardaki Kürt dili için geçerli.

"Kamuda Kürtçe tercüman hizmeti var";

"Anadillerde siyasi propaganda yapmak serbest";

"Kürtçe çağrı merkezleri açıldı" (M. Uçum) cümlelerinden anlaşılan, birileri bilinen nedenlerden, size dilinizi kullanmanız için "imkanlar" sunuyor.

Ağzınızda dil varsa, çocukken dilinizi konuşmaya başlar ve konuşursunuz.

Birileri bu tabi varlığınızı "hizmet" ve "serbest" diye size lütfediyorsa, sizin "tarlanıza saray kurmuş" birine karşı başkaldırı hakkınız var.

Kürtçenin serbest bırakıldığı alanlar "şart" ve "sınırlamayla" belirlenmiş.

"Serbest" olarak sıfatlandırılan, icazete bağlı "serbestlik".

Ancak eğitim dili olmayan dil, "özgür" değildir.

Kürtçeye şart koyarsanız, başınıza ebedi bir bela almış olursunuz.

İnsan var olduğunda dil vardır.

Ve nesiller sonra bazılar, sınır koyduğunuz ve şarta bağlı "serbest" kıldığınız o dili kullanan birileri kapınızı çalar.

Bu bağlamda, sürece ve güncele dönüyorum:

Sabri Ok’un Kürdistan dağlarındaki bir merasimde: "Türkiye’deki güçlerimizi geri çekiyoruz" açıklamasının akabinde, Saray Başdanışmanı Uçum gecikmeden: "Egemenliğin ve birliğin dili Türkçedir" açıklamasını yaptı.

"Kürtçenin bazı özgürlük alanları" tanımı "hukukçu ve siyasetçi" Mehmet Uçum için "tehlike çanı" anlamına gelmez.

Uçum felsefe adamı değil.

Olsaydı, bir dilin "özgürlük alanları" kavramına sığınsaydı, bu onun sosyal intiharı olurdu.

Ancak Uçum, hukukçu olmaktan biraz feragat ederek, siyasetçi olarak konuşuyor.

Onun için, Türk hukuku ve siyaseti açısından egemen olan Türk’tür.

Saray memuru olunca da Uçum:

"Egemenliğin ve birliğin dili Türkçedir" dedi.

Ve tekrarlar:

"Türkler;

Kürtler;

Araplar;

Zazalar;

Lazlar;

Çerkezler;

Gürcüler..

Türkiye’nin her kesimi, Türkiye halkının zorunlu (b.n.)ve ayrılmaz unsurlarıdır".

Zorunlu kelimesini unutmayın.

Şu anlama geliyor:

Kaderinizi biz belirleriz.

Kabul ederseniz, yaşayın, yok diyecekseniz, kaderinize razı olun.

Öyle olunca da, Uçum’un aynı yazıda: "Yasaklar, inkâr ve ret politikaları 12 Eylül faşizmi döneminde tavan yaptı" cümlelerini, Sabri Ok’un açıklamasından sonra yazmasına anlam vermiyor değilim.

Sanki bir yerde, inkar ve ret politikalarının şimdiden sonra da tavan yapacağını haber veriyor gibi geldi bana.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.