Erdoğan, Meclis'i fabrika gibi kullandı
Dosya Haberleri —

Musa Piroğlu
HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu ile seçim gündemini ve toplumsal muhalefete yönelik baskıları konuştuk…
- Bu seçim hem iktidar için hem de Türkiye toplumsal muhalefeti açısından kritik bir önem taşıyor. İktidar seçimlerden başarılı çıkarsa önündeki tüm toplumsal dinamikleri ezerek yol yürümeye çalışacak. İktidar yol temizliği yapıyor. Kurmak istediği baskı rejiminin olanaklarını yaratıyor. Bu konuda Meclis'i bir fabrika gibi kullandı.
- Seçim meselesi iktidar için taktiksel bir iş. Kendilerine uygun gördükleri bir zamanda seçime gidecekler. Erdoğan kendini en az tartışmaya sokarak seçime girmek istiyor. Dikkat edin piyasaya para pompalıyorlar. 20 yılda yarattıkları sefaleti ağıza bir parmak bal çalarak unutturmaya çalışıyorlar.
- İnsanlar şunu tartışmak zorunda, sadece patronlara 20 yılda çıkarılan vergi aflarının haddi hesabı yok. Ben 5 yıldır Meclis'te milletvekilliği yapıyorum nerdeyse her sene milyar liralık vergi afları çıkarılıyor. Kendilerinin yolsuzlukla yaptıkları işlerin haddi hesabı yok. Ancak iktidarın şu anki derdi sofrayı satın almak.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden biri bu yıl içinde gerçekleşecek. Belirlenen seçim takvimine göre 23 Haziran tarihinde gerçekleşmesi gereken seçimlerin öne çekileceği de konuşuluyor. Seçime giderken Türkiye’de toplumsal muhalefete dönük iktidarın fiziki baskısı da artıyor. Halkların Demokratik Partisine (HDP) dönük açılan kapatma davası, buna paralel olarak Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) HDP’nin hazine fonundan aldığı yardım hesaplarının bloke konulması yönünde verdiği karar, sokakta hak araması yapan demokrasi güçlerine dönük polis baskısı, ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması, yargının siyasallaşması, Gezi tutsaklarına verilen hapis cezaları, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, hasta tutsakların durumu gibi iktidarın çok yönlü saldırıları artarak devam ediyor. Son birkaç ay içinde toplumsal muhalefetin iktidar tarafından ağır bir abluka altında olduğunu söyleyen HDP İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu sorularımızı yanıtladı.
Seçimlere birkaç ay kala Türkiye’de siyasi atmosfer giderek sertleşiyor. Son bir kaç aylık süreçte, başta partiniz olmak üzere toplumun tüm muhalif kesimleri yoğun baskı altına alarak sindirilmeye çalışıyor. Sokakta en ufak ses polis ve kolluk birimleri tarafından şiddetle bastırılıyor. Buna birebir, birçok kez hedef olan bir vekil olarak neler söylemek istersiniz?
Birincisi içinden geçtiğimiz süreç olağanüstü bir süreç. Olağanüstü devlet baskısıyla karşı karşıyayız. Bu döneme karakteristiğini veren polisin ve mahkemelerin temel baskı aracı olarak öne çıkmış olması. 12 Eylül sürecinde sokakta tanklar ve cemseler dolaşıyordu, şimdi polis ve mahkemeler hemen hemen her çeşit muhalefeti susturmanın aracı olarak kullanılıyor. İkincisi bu seçim iktidar için kritik bir öneme sahip. Kaybeden bir iktidar gerçekliğinin farkındayız ama kaybetmeye tahammülü olmayan bir iktidar gerçekliği ile yüz yüzeyiz. Bu olağanüstü süreci kalıcılaştırmak ve mümkün olursa artık seçimle bir hükümetin değişiminin olasılığını ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu seçim hem iktidar için kritik bir önem taşıyor hem Türkiye toplumsal muhalefeti açısından kritik bir önem taşıyor. Bu iktidar seçimlerde başarılı çıkarsa önündeki tüm toplumsal dinamikleri ezerek yol yürümeye çalışacak.
İktidar aslında iki amaç güdüyor. Bir yol temizliği yapıyor. Kurmak istediği baskı rejiminin olanaklarını yaratıyor. Bu konuda parlamentoyu da bir fabrika gibi kullandı. İstediği tüm yasaları çıkardı. Baro yasası, sosyal medyaya ilişkin düzenlemeler, basına ilişkin düzenlemeler, şimdi TTB’ye ilişkin yeni bir yasa getirmeye çalışıyor. Aslında insanların nefes almasının önündeki bütün imkanları kaldırıp toplumu nefessiz bırakan bütün yasal düzenlemeleri yapıyorlar. Özellikle İstanbul tam bir polis terörü tarafından teslim alınmış durumda en ufak hak hareketi ablukaya alınıyor ve ezilmeye çalışılıyor. Bozma işi biraz bize düşüyor. Önümüzdeki bu altı ay mevcut krizin daha ağırlaşacağını söyleyebilirim. Ben daha önce söylemiştim yine söylüyorum hiç kimse huzur içinde geçecek bir seçim beklemesin.
Sokaktaki baskılar bu yönde olurken, iktidar bir yandan da yargı eliyle toplumsal güçleri baskı altında tutuyor. En ufak eleştiri bile doğrudan yargılama konusu oluyor. Bu anlamda yargının siyasallaşmasını nasıl görüyorsunuz?
İktidar bir hukuksuzluk alanı yarattı. Bu hukuksuzluk alanının bir sınıfsal boyutu var. Bu yeni bir şey değil. Esnek çalışma denilen şey aslında bir kuralsızlık alanıydı. Kuralsız çalışmanın kural haline getirilmesiydi. İktidar aynı şeyi yasalar üzerinden de yaptı. 12 Eylül Anayasası bile ona dar geldi. Kendisi için tam bir serbestlik alanı istiyor ama sarayın serbestlik alanı, toplumun esaret alanının büyümesi anlamına geliyor. Türkiye sarayın iki dudağı arasına sıkıştırılmak isteniyor. Ancak bu toplum çok dinamik bir toplum. Gezi direnişi bunu gösterdi ve iktidarın en büyük korkusu da bu. Bu yüzden bir korku imparatorluğu yaratıyor. Bu korku imparatorluğunun birkaç boyutu var. Yargı terörünü sadece tutuklamalar ve benzeri şeylerle görmemek gerekiyor. 12 Eylül sürecinin karakteri şuydu, kişiler yargılanıyordu, gece gözaltına alınıyor, 90 gün gözaltına kalıyor, işkence görüyor ve benzeri uygulamalar. Ama terör siyasi içerikli ve bireyseldi. Şimdi bir çeşit feodal hukuk devreye girdi. Sadece kişi yargılanmıyor. Onunla beraber ailesi ve bütün sosyal çevresi rehin alınıyor. KHK’lar bunun en çıplak örneğidir. İnanlar işten atılıyor, geleceksiz bırakılıyor yani acayip bir ekonomik ve sosyal terör estiriliyor. Bunun aracı olarak da yargı kullanılıyor. Toplum artık devlet teröründen yılmıyor. Yargı sadece sokaktaki eylemleri bastırmak için kullanılmıyor, bir çeşit cehennemin duvarlarının kalınlaştırılması için kullanılıyor. İktidar yargı üzerinden bir cehennem yaratmaya çalışıyor.
Düne kadar hem fiziksel olarak hem de yargı yoluyla gerek Kürt hareketi gerekse sol sosyalist güçler ve diğer toplumsal güçler baskı altına alınıyordu. Örneğin Kürt siyasetçiler tutuklandı. Belediyelere kayyumlar atandı. Ama en son kendini bu ülkenin sahibi olarak gören kesime de yöneldi bu iktidar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen yargı kararı ortada. Tırnak için de kendini ‘muhalefet’ olarak gören bu kesimin tutumunu siz nasıl görüyorsunuz?
Zaten en önde dövüşenlerle başlıyorlar işe ve en önde dövüşenlere yönelik saldırının kaçınılmaz olarak kendisine rakip olarak gördüğü diğerlerine de yönelmesi gerekiyor. Çünkü çatışma iki boyutlu birincisi dikey bir sınıf savaşımı var. İşçi sınıfı, ezilenlere karşı ve onun en dinamik güçlerine karşı yani Kürt halkına, sosyalistlere ve örgütlü güçlere karşı genel bir devlet terörü var. Bu tarihsel bir terör, yeni bir durum değil. Ama bir başka durum da sermayenin kendi için de yatay bir sınıf savaşımı var. Şimdi iktidar bize saldırırken sadece bizimle uğraşmıyor. HDP’ye yönelik baskılar üzerinden ülke siyasetine ve ülke toplumsal yapısı ablukaya alınıyor. Biz bunu kayyumlar döneminde anlattık. Şunu söyledik; HDP belediyelerine dönük kayyum saldırısı toplumsal muhalefetin diğer kurumlarını ve giderek CHP ve diğer belediyeleri de karşısına alacak dedik. Kayyum meselesi sadece belediyelere el koymayla da sınırlı değil, TTB’ye de el koymaya çalışıyor ve peşine başka saldırılar da gelecek. Yani kendisinin karşısında kimi tehdit görüyorsa yukarıdan aşağıya orayı kendisinin yöneteceği bir alan haline getirmeye çalışıyor. İşin bir boyutu bu; ama pek üstünde durulmuyor ancak şöyle bir şey daha var: Meclis'te bu hafta iki tane dokunulmazlık fezlekesi Anayasa Komisyonu'nda gündeme alınıyor. Biri CHP’li Mahir Başarır’ın diğeri de İYİ Parti’li Ömer Lütfü Türkkan’ın ikisi de hikayeden gerekçelerle dokunulmazlıkları kaldırılmak isteniyor. Bu uygulamalar Adnan Menderes dönemini akıllara getirdi. Hatırlayın, o dönem önce sokak muhalefetine dönük azgın bir polis terörü uygulandı. Gözaltılar ve benzeri şeyler geldi. İsmet İnönü’nün mitinglerini yasaklayan hatta ona engel olmaya çalışan, suikast girişimlerinde bulunmaya çalışan bir evreye doğru ilerledi. Önümüzdeki bu 6 ay içinde geçmişte yaşananların bir benzerine tanık olabiliriz. Daha çok şeye gebe bu ülke. Çünkü iktidar kazanmak için her şeyi yapmaya göze aldı. Sadece bize karşı kazanmak değil kendi içindeki çatışmayı da kazanmak istiyor.
HDP hakkında açılan kapatma davasına da değinmek istiyorum. Kapatma davası devam ederken AYM, HDP’nin hazine yardımı aldığı hesapları hakkında geçici bloke kararı verdi bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hukukçular bunun hukuksal boyutunu epey tartıştılar ama ben hukukun olmadığı bir coğrafyada hukuk içinde bir tartışmanın çok makul bir tartışma olduğu kanaatinde değilim. Az önce de söyledim iktidar bir hukuksuzluk alanı yarattı. İktidar Anayasayı işine geldiğinde kabul ediyor işine gelmediğinde kabul etmiyor. Mahkeme karalarını tanımayan ama kendisini eleştiren herkesi yasaya uymaya çağıran bir iktidar gerçekliği ile yüz yüzeyiz ve buna karşı durmayı kimse beceremedi. Geldiği nokta şu anda AYM HDP’nin hazine yardımı yapılan hesaplarını bloke etti. Şimdi bunun fiziki boyutu var ama aslında çok sorgulanmayan siyasal boyutu da var. Fiziksel olarak iktidar HDP’nin hareket alanını daraltmaya çalışıyor. Bu zaten yeni bir şey değil. Bundan birkaç hafta önce bizim Eş Genel Başkanlarımız Kadıköy ilçe binamıza giremedi. Biz milletvekilleri olarak bu tür polis ablukasına alışkındık ama Eş Genel Başkanlar kendi ilçe binalarının önüne gelmesi yasaklandı.
HDP’nin siyaset yapmasının önünde korkunç bir abluka zaten var. Şimdi bu ablukayı hazine yardımını keserek yapmaya çalışıyor. Bence iktidar şunun farkında, fiziksel baskı HDP’yi durdurmaya yetmiyorsa bununda yetmeyeceğini biliyor. Ama bir muğlak alanı yaratıyor. Bu karar akıllara şunu getirdi, HDP kapatılacak. Ama ne zaman kapatılacağını kimse bilmiyor. Sadece HDP kapatılmıyor HDP üyeleri, yöneticileri, milletvekilleri yani 451 kişi hakkında siyaset yasağı isteniyor. Seçime girilecek, seçim listeleri hazırlanacak parti hangi isimle girecek, hangi yolla girecek. HDP tabanı, HDP’ye umudunu bağlamış, HDP ile yan yana yürümek isteyen herkesin kafasında çok fazla soru işareti oluştu. Kimi aday gösterecek, nasıl gösterecek, hangi kimlikle seçime girecek bunların hepsi ortada duruyor. Bir yandan bu kararlar alınıyor bir yandan birileri çıkıp “Bu hukuksuzdur” diyor. Burada iş toplumsal muhalefete düşüyor. Bize yapılan şimdi onlara yapılıyor.
Erdoğan "Mevsim koşullarını da gözeterek seçim tarihini biraz erkene alabiliriz" dedi. Uzun süre "seçimler zamanında yapılacak" diyen iktidar ne değişti de seçim tarihini erkene almak istiyor?
Bence seçim meselesi iktidar için taktiksel bir iş. Kendilerine uygun gördükleri bir zamanda seçime gidecekler. Ama şöyle bir gerçeklik var; Erdoğan mümkün olduğu müddetçe kendini en az tartışmaya sokarak seçime girmek istiyor. Anayasada kendi koydukları hükümler gereği aslında yasal olarak Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasının şansı yok. Seçimleri bir iki ay erkene alarak mümkün olduğunca kendisini bu tartışmanın biraz uzağında tutmaya çalışıyor. Anayasa'ya göre Meclis kararıyla seçim erkene alınırsa, Erdoğan’ın aday olmasının önünde bir engel yok. Ama şöyle bir gerçeklik var; Meclis'ten erken seçim kararı çıkarma şansları yok. Dikkat edin piyasaya para pompalıyorlar. 20 yılda yarattıkları sefaleti ağıza bir parmak bal çalarak unutturmaya çalışıyorlar. 2023 yılı için yapılan asgari ücret zammı Ocak ayı gelmeden eridi. Şimdi asgari ücrete yüzde 55 zam yaptılar, emekli maaşlarına yüzde 30 zam yaptılar, muhtemelen esnafa ciddi şekilde geri ödemesi çok geç olacak krediler dağıtacaklar. Bu da yetmiyor asgari ücret Ocak ayında erimemesi için zincir marketleri ablukaya aldılar ürün fiyatlarına yapılmak istenen zamları iki ay dondurdular. Yani görece bir refah yaratıp seçime girmek istiyorlar.
Bir yandan iktidar seçim hamlelerini de hızlandırdı. EYT'lilerin durumuna ilişkin yapılan düzenleme, asgari ücrete yapılan ve büyük bir başarı gibi gösterilen zam, vs. gibi hamleleri nasıl görmek gerekir?
Fabrikalarda patronların işçilere karşı kullandığı bir söz var; “Ekmeğinizi biz veriyoruz” iktidarda sanki halka kendi cebinden para dağıtıyor gibi bir algı yaratıyor. Halkın vergilerinden toplanan paranın bir kısmını halka vererek bunu bir lütuf gibi gösteriyor. İnsanlar şunu tartışmak zorunda, sadece patronlara 20 yılda çıkarılan vergi aflarının haddi hesabı yok. Ben 5 yıldır Meclis'te milletvekilliği yapıyorum nerdeyse her sene milyar liralık vergi afları çıkarılıyor. EYT için 30 milyar liralık bir yükten söz ediliyor ama köprülere, yollara ve tünellere akıttıkları paraların haddi hesabı yok. Kendilerinin yolsuzlukla yaptıkları işlerin haddi hesabı yok. Uçak inmeyen havaalanlarının yapıldığı, araba geçmeyen tünellerin yapıldığı herkes artık görüyor biliyor.
Ancak iktidarın şu anki derdi sofrayı satın almak. Ağır ekonomik kriz halk kitlelerine büyük yoksulluk olarak döndü. Biz bu gidişatı değiştirmek zorundayız. Erdoğan gidecek elbette ama karalı durarak ve bunun için mücadeleyi büyütürsek gidecek. Ağır bir sürece giriyoruz. Başta da söylemiştim kaybeden ama kaybetmeye lüksü olmayan bir iktidar gerçekliği var. Bu ülke tarihinin belki en kritik seçimlerini yaşayacağız. Halk kitleleri örgütlü bir güç olarak bu sürece müdahale edemezlerse Erdoğan yıkılır ama sermayenin bir başka gücü başa gelir biz aynı sömürüyü yaşamaya devam ederiz. Halk kitleleri şuna karar vermek zorunda, bu çukurun içinde yaşayacaklar mı? Yoksa bu çukurdan çıkıp mücadeleyi büyütecekler mi?














