Hedefini unutanların adımı beyhude olur 

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Bu ülkede nitel değişikliğin sadece ve sadece iki ölçütü var: Birincisi Erdoğan rejiminin yıkılması… İkincisi Öcalan’ın özgürleşmesi. Bu ikisi olduğu gün, dernekler de yeniden kurulur, Demirtaş ve arkadaşları da mutlak özgürlüğe kavuşur… Bütün sorunların çözümü için yol açılmış olur.

Rejim şimdi de “dernekleri” tasfiye etmeye hazırlanıyor.

Ne oluyor?

Bazıları “Erdoğan faşizmi örüyor” gibi laflar ediyor. O çoktan örüldü.

O halde olan ne?

Faşist rejim işe en baştan başladı. Önce TBMM’yi “bombalattı”, sonra bilmem ne rejimi adı altında onun dört duvarının ve tavanın içini boşalttı. Bugün artık ortada TBMM yok, Saray var.

Demek ki TBMM ölmüş. Ya partiler? Onlar da sizlere ömür. Eğer TBMM ölmüşse, onun sayesinde var olan partiler de ölmüş oluyor. Ne yapıyorlar? Ölü meclisin kürsüsüne çıkıyorlar, iniyorlar, Saray’ın hiçbir adımında en küçük bir etkileri bile olmuyor, ne bir yasa kabul ettirebiliyorlar, ne bir yasayı engelleyebiliyorlar. Bütün beklentileri Saray’ın kendi kendine çökmesi, “ilk seçim” döneminin gelmesi, TBMM’nin yeniden dirilmesi vesaire… 

HDP’den söz etmiyorum, çünkü bu parti TBMM ölse de, faşizm her yeri “örse de”, ayakta kalabilecek bir temele sahip. HDP aslında çoktan “illegal” ilan edildi. Ama yaşıyor. Çünkü onun varlık nedeni Türk “parlamenter rejimi” de değil, Türk Anayasası da değil, Türk Partiler yasası da değil. Kürdistan devrimci halk mücadelesi. Bu mücadele yok edilmedikçe HDP yok edilemiyor.

Diğerlerinin kendilerini var eden böyle bir mücadeleci temel var mı? Yok. Öyleyse onlar faşizm koşullarında içi boşaltılıp, sonra tahnit edilen birer ceset. Yaşıyor gibi görünüyorlar ama yaşamıyorlar.

Dernekler demiştik… Yeni yasayla ne olmuş oluyor? Yurttaşın dernek kurma hakkı elinden alınmış oluyor. O yurttaşın siyasi partilerde örgütlenme hakkının fiilen yok edildiği bir ülkede yaşamaktayız. TBMM ölmüş. Partiler (yine HDP dışında) birer mevta. Sendikalar (şu sıra bir şeyler kıpırdıyorsa da) genel grev, işgal v.s. yok. Anayasa yok. Hak, hukuk, adalet yok. Yargı malum. Erdoğan şimdi diyor ki, “haydi bakalım, oyun bitti, herkes eve”… Dernekler elde kalan son örgütlü alanlardı, şimdi o da artık yok sayılır.

Derneklere üzülürken, birden yüzümüz parlayıverdi. Bizde yok ama Avrupa’da adalet var deyiverdik. AİHM Selahattin Demirtaş hakkında birçok HDP’li tutukluyu da kapsayacak genişlikte bir karar verdi. Seviniyoruz. Sevinmekte haklıyız.

İyi ama de ki, şimdiye kadar tutuklananlar beş-on yıl yattıktan sonra çıktı. Bu neyi gösterecek? Şunu: Yatanlar rejimin verdiği cezayı çekmiş olacaklar.

Sonra?

Onların çıkmasından sonra, rejim hala ayakta olduğuna göre, bir o kadarını yeniden tutuklayacak. AİHM Demirtaş’ı ve arkadaşlarını belki özgürleştirecek olsa bile, halkı özgürleştirmeyecek… Sevincimiz bir süre devam edecek, ama Leyla Güven’in tutuklanmasının da gösterdiği gibi “onu çıkacak, yirmisi girecek…” Şunu da ekleyebiliriz: Tıpkı Korona’ya yakalanıp, tam atlattım diye sevinen kişinin yeniden pandemi kurbanı olması gibi, bırakılanların yeniden, bir başka nedenle hapse atılmayacağına dair en küçük bir ihtimal bile yok.

O halde bir yandan “dernekler kapatılamaz” diyerek, “Demirtaş’a tahliye” diye haykırarak, karşımıza çıkan ne kadar zorbalık hali varsa hepsine isyan ederek faşizme karşı mücadele edelim. Ama şunu unutmayalım:

Bu ülkede nitel değişikliğin sadece ve sadece iki ölçütü var:

Birincisi Erdoğan rejiminin yıkılması…

İkincisi Öcalan’ın özgürleşmesi.

Bu ikisi olduğu gün, dernekler de yeniden kurulur, Demirtaş ve arkadaşları da mutlak özgürlüğe kavuşur… Bütün sorunların çözümü için yol açılmış olur.

Siyasi mücadeledeki en büyük zayıflık, “yol ile hedef” arasındaki ilişkiyi karıştırdığımız zaman ortaya çıkar. Derneklerle ilgili yasa, AİHM kararlarının uygulanması, çıplak arama, işkence, tutuklama, HDP’nin kapatılması, asgari ücret, işten atmalar v.s. ve bunlara karşı mücadelenin her biri hedefe yürürken atılan adımlardır. Adım atmadan hedefe yürünmez.  Hedefi unuttuğumuz, adımları hedef sandığımız zaman ise, geçen gün Artı TV’de gördüğümüze benzer bir durum ortaya çıkar: Oğluyla ilgili hukuksuzluğu protesto eden anne ve onun annesi iki kadın, programın bir noktasında “Emine Erdoğan’a, Tayyip Erdoğan’a” yalvarmaya başladılar. Haklı bir talepte bulunmuşlar ama “hedeften” habersiz oldukları için yanlış adım atmışlardı.

Özetle rejim düpedüz faşist bir rejim olduğu halde, her yeni zorbalığı “faşizm yapılandırılıyor, faşizme gidiliyor” sanmak da, her olumlu gelişmeyi, bu gelişmeler, örneğin Demirtaş’la ilgili AİHM kararında olduğu gibi, faşizme rağmen ortaya çıkan gelişmeler olduğu halde “faşizm çözülüyor” sanmak da, üzüntüden ölmek de, sevinçten bayılmak da sert siyasi mücadelenin doğasıyla bağdaşmıyor.

Üzülelim ve elbette sevinelim de, ama kararlı bir şekilde hedefe doğru yürüyelim:

Erdoğan defol!..

Öcalan’a özgürlük!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.