Her şeyin bir sonu var

Cafer TAR yazdı —

Çok uzun bir süredir hükümet çevrelerinden hiç kimse “ileri demokrasi” kavramından bahsetmez oldu. Hatta AKP/MHP iktidarı demokrasiyi şakacıktan bile olsa ağzına almıyor; hiç bir ayrım gözetmeksizin toplumun bütün kesimlerinden gelen demokrasi taleplerini ise şiddetle bastırmaya çalışıyor.

Yakın zamana kadar genel kanaat Erdoğan’ın devleti ele geçirdiği yönündeydi; fakat AKP/MHP koalisyonu daha görünür hale geldikçe aslında işlerin hiç de dışardan göründüğü gibi olmadığı anlaşıldı. Erdoğan’ın yıllarca mücadele ettiğini ileri sürdüğü; mağdur edebiyatı yapıp ortalama Türkiyeli her ulustan insanın, mazlumun yanında olma hissini sömürerek oya dönüştürdüğü süreç çoktan aşıldı. Fakat gerçek hiç bir zaman bu kadar berrak, görünür hale gelmemişti.

7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında AKP’nin tek başına iktidar olma şansını kaybetmesi sonrası yaşananlar Türkiye’nin bu günlerini belirledi. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden sürecin asıl mimarının MHP’nin dahil olduğu 28 Şubatçı derin devlet olduğu bugün artık daha net anlıyoruz.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “konuşursam yer yerinden oynar” dediği süreçte öyle anlaşılıyor ki Erdoğan bütün inisiyatifi 28 Şubatçı derin devlete kaybetti. 2015 Ergenekon ve Balyoz davalarında beraatların arka arkaya yaşandığı yıl oldu.

Aslında o yıl Türkiye yeni bir koalisyon dönemine girmişti. İlk olarak AKP demokratikleşme ve çözüm sürecini terk ederek milliyetçi bir söyleme yöneldi; ulusalcılar da artık islamcılığı fazla sorun etmemeye başladılar.

Devlet aklı üzerinden gelişen ve günümüze kadar gelen süreç her iki tarafın da işine yarıyordu. Her iki taraf da içerde baskının artırılması; dışarıda ise saldırgan bir dış politika izlemek istiyordu.

İç politikada bütün demokrasi taleplerini bastırmak ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak üzerine kurulu süreç; dış politikada askeri güç kullanımının öne çıkması, başka ülkelerin topraklarının işgali ve askeri endüstrinin geliştirilmesi olarak tanımlanabilir.

Türkiye’nin kendi güvenliğini bahane ederek sınırları dışında asker bulundurma ve askeri üsler kurma gayreti devam ediyor. Güney Kürdistan’da askeri varlığını artırma çabası artık açık işgale dönüşmüş durumda. (Güney yönetiminin en hafif tabiriyle buna göz yumması ise Kürt kamuoyunda derin hayal kırıklıklarına neden oluyor.)

Doğu Akdeniz’de 2019 yılında yapılan ‘Mavi Vatan Tatbikatı’, Kıbrıs Türk kesiminde silahlı İHA bulundurma, Libya’da savaşın bir barçası olma, Suriye’de işgal bölgelerini genişletme ve burada kendi idari kurumlarını geliştirme çabası bu sürecin birer parçasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar Balkanlarda ard arda gelen yenilgilere bir de I.Dünya Savaşı sonrası Arap coğrafyasının da eklenmesinden sonra havlu atmış, hiç inanmadıkları halde ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ diyerek en azından bir süre için kendi içine çekilmeyi denemişlerdi. (Kulağa hoş geliyor ama aslında kendileri de söylediklerine inanmıyorlardı; eğer gerçekten samimi olsalardı; ne Dersim ne de Zîlan katliamları olurdu.) Fakat soğuk savaş sonrası devletin dış politika algısı değişti. Kemalizmin dış politikada aşırı ihtiyatlı olması hem islamcılar hem de bizzat neo-Kemalistler tarafından kabul edilemez bulunmaya başlandı; her iki taraf da Misak-ı Milli’nin sınırlandırıcı etkisinden kurtulmak istiyordu.

Bir süre sonra islamcılar ve ulusalcılar; başta Kürt özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi olmak üzere, Libya’da asker bulundurma, Suriye’de kalıcı hale gelme, Güney Kürdistan’ın parça parça işgali gibi konularda ortaklaştılar.

Fakat Türkiye’nin her fırsatta komşularını güç kullanmakla tehdit etmesi; bölge haklarında güçlü bir Türkiye karşıtlığının oluşmasına neden oldu. Hiç abartısız günümüzde bütün Balkanlar ve Ortadoğu’da en sevilmeyen devlet Türkiye, yine en antipatik lider Erdoğan’dır.

Ne yaparsa yapsın kimse uzun süre iktidarda kalamaz; başka her şey gibi AKP/MHP iktidarının da bir sonu var ve biz hızla bu sona yaklaşıyoruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.