İnanmak ya da inanılır olmak
Selim FERAT yazdı —
- Sıcak ve soğuk savaş dönemlerinde söylevler, yazıya dökülmüş sözler, kitleleri harekete geçirir ve yönlendirirdi. Tam da böylesi bir dönemi yaşıyoruz.
Yeni adım, yeni bir perspektif, köklü bir değişim;
Paradigma iflas etti, yeni bir paradigma geliştirilmeli.
Bunlar son dönemin ana başlıkları arasında.
Kürtler açısından:
Silahlı mücadele yöntemi sona erdirildi.
PKK’nin örgütsel yapısı dağıtıldı.
Kürtler, Türkiye’deki devlet doktrininin köklü bir değişime uğramasını talep ediyorlar.
“Der Spiegel” dergisi son gelişmeleri: “Erdoğan ile Öcalan arasındaki barış anlaşması böyle ortaya çıktı” olarak not etmişti.
Öcalan son görüşmesinde: “Kardeşlik hukuku üzerinde bir yeni sözleşmeye ihtiyaç” olduğunu belirtti.
Bu, Kürtler’in mutlak reddine dair tüm resmi ve pratik engellerin kaldırılması anlamına geliyor.
Şimdilik Türkiye açısından:
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “Hep Beraber Türkiye’yiz” yazısında: “Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter yapımız, bayrağımız, resmî dilimiz asla tartışma konusu değildir. Ne yapılıyorsa tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyerek sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır.” Elbette yeni anayasa yaklaşımı da bu ilkeleri temel alacaktır.
* * *
Nereden bakarsanız bakın, köklü bir propaganda dönemi başlamış bulunuyor.
ABD'deki Ortadoğu Enstitüsü'nden Türkiye uzmanı Gönül Tol: “PKK'nın dağılmasının Türkiye'de daha fazla demokrasiye yol açıp açmayacağı konusunda büyük soru işaretleri var” görüşünde.
Onyıllar boyu Kürtlerin mutlak reddi ve yasaklara rağmen, Türkiye’da göreceli de olsa bir demokrasi vardı.
61 Anayasası, Türkiye için “ilerici“, Kürdistan için sömürgeciliği pekiştiren bir anayasaydı.
Türkiye’deki demokratik kazanımlar, Kürdistan’daki askeri sömürgeciliği geriletmedi, bazı durumlarda daha da sertleştirdi.
Türkiye için kurtarıcı olan bir zamanların “Karaoğlan Ecevit”i, Bitlis’te, benim de katıldığım bir mitingde, Polisi “Haklara Özgürlük” sloganı atanlara saldırtan ve Başbakan olduğu dönemde, Erzurum’da “Kanatlı Jandarma Tatbikatı” (1978) yaptırıp, ayaklanan Kürtlerin nasıl imha edileceğine dair provalar yaptırmaya hükmetti.
* * *
Aktüel, yüksek düzeyde bir propaganda sürecinden geçiyoruz.
Eskiden karşıtların bilincini etkilemek için büyüler yapılırdı.
Şimdi, Türkiye’de psikolojik üstünlük edinmenin aracı: Propaganda.
Propaganda, toplumlar üzerindeki etkisi bazında, vazgeçilmez bir savaş aygıtı olarak daha da aktifleştirildi.
Sıcak ve soğuk savaş dönemlerinde söylevler, yazıya dökülmüş sözler, kitleleri harekete geçirir ve yönlendirirdi.
Tam da böylesi bir dönemi yaşıyoruz.
“Zorbalığın yerini psikolojik savaş” almadı; zorbalık ve politik savaş kol kola.
Kürtler, toplumsal güçlerine inanıyor ve inanılır olmak istiyor.
Yarım asırlık sıcak savaş psikolojisi, kendisini propagandaya (psikolojik savaşa) terketmedi.
Ama Türkiye’de onlarca, adresi belli milliyetçi/ırkçı yapı, Kürtler’i psikolojik linçe varan propaganda araçlarını aktifleştirdiler.
Şaşırmıyorum.
Bu bir devlet öğretisidir ve değiştirilmediği müddetçe, insan ve toplum coğrafyasında radikal bir değişim olamaz.
Yüz yılın lanetlileri Kürtler’in bir andan itibaren Türkler tarafından kabul görmesi beklenemezdi.
Bunun için tarihi bir kırılma; bir yerde güneş tutulması gibi radikal bir dönüşüm; hatta, Türk Ulusu’nun tarihi temel bir eğitimden geçmesi gerekli.
Bu tarihi misyonu üstleneceklerin adresi hala bilinmiyor.
Unutmamak için, Maurice Mégret şöyle diyor: “Yüzyıldır devam eden psikolojik savaşı durdurmak yalnız iyi insanların elinde olan bir şey değildir.”
Kendilerine inanan ve inanılır olmak için mücadele veren Kürtler’e rağmen.